Ay Uzay Üssü mü? Aydaki Gizemli Olaylar ve Işıklar
Esrarengiz uydumuz Ay, gökyüzündeki o tuhaf yabancı dünya, insanlık bildi bileli başlarımızın üzerinde asılı durmaktadır. Bütün bu süre boyunca da insanlığı hayal kırıklığına uğratan, çözülmemiş bir bilmece ve insanlığın aklından bir türlü çıkmayan yegâne büyük muamma olarak kalmıştır.
Bu göksel kürenin Dünya’nm en ileri zihinlerini böylesine şaşırtması oldukça ilginçtir. Önceleri gözlerimizle, sonra da teleskoplarla körlemesine araştırmaya çalıştığımız bu acaip dünyayı düşünmeye başladığımızdan beridir, etüd etmekteyiz. Daha sonraları ise radyo ve radarın sağladığı takatsiz araştırma sondalarını kullanmaya başladık. En sonunda da Uzay Çağının gelmesiyle birlikte Ay’ı uzay araçlarının üzerine yerleştirilmiş kameraların gözleriyle taramaya başladık. Yakın plândan çekilmiş binlerce fotoğrafa rağmen, bilim adamları Ay’ın gerçek yapısını ya da nereden geldiğini tespit edemediler. Ay’ın kökeni ve mahiyeti hakkında hâlâ daha kendilerinden emin değildiler.
En nihayet, insanın kendisi Ay’m yüzeyini bizzat araştırmaya başladığında dahi, ayaklarının altındaki Ay, bir esrar ve açıklanamayan bir muamma olarak kaldı. Aslında, bilim adamları Ay’ı ne kadar etüd ederler ve Ay hakkında ne kadar çok şey öğrenirlerse, Ay da o kadar büyük bir gizem haline geliyor gibidir. Yüzyıllardan beridir Ay’ın yüzeyinde gözlemlenegelen sayısız tuhaf olayı hâlâ daha açıklayamadıkları gibi, astronotların Ay’ın üzerinde ve çevresinde dünya – dışı bir faaliyetin mevcudiyetiyle karşılaşmalarını anlayamamaktadırlar. Bilim adamlarının kendileri de, Ay’ın göründüğü gibi olmayıp, tümü doğal olmayan bir dünya olabileceğini ima eden, şaşırtıcı ve hayrete düşürücü bilimsel hususlar ortaya koymaya devam etmektedirler.
Sovyetler Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri, Ay için birbirleriyle yarış ederlerken, başlangıçta, sanki Sovyetler kazanacakmış gibi görünüyordu. Aslında, ellilerin sonlarında, Ruslar’ın uzaya insan göndermelerine karşılık Amerikalılar ancak portakal büyüklüğünde uydular fırlatırlarken, Amerika’nın en önde gelen uzay uzmanlarından Dr. Wernher von Braun’la röportaj yapan bir gazeteci kendisine, Ay’a giden Amerikalı bilim adamlarının orada ne bulacakları hakkındaki düşüncesini sormuştu. V – 2’nin babası olan Alman asıllı roket uzmanı da tek bir kelimeyle karşılık vermişti: «Ruslar’ı!»
Fakat, başkaları, Amerikalılar’ın daha başka bir-şey bulacağı düşüncesindeydiler. Elliler ile altmışlar boyunca, gökyüzündeki tuhaf objelerle ilgili gözlemler rapor edilmişti. Adına önceleri «Uçan Daireler», sonradan da «UFO»lar denilen bu objeler, planetimize dünya-dışı ziyaretçiler taşıyan uzay gemileri oldukları hakkında bazı gözlemcileri ikna etmiş bulunuyorlardı. Gerçekten de UFO konusuna eğilen birçok yazar, bu objelerin operasyonları için Ay’ı bir üs olarak kullandıklarını düşünüyordu. Böyle bir düşünceye varılmasının sebebi, Ay’ın yüzeyinde tuhaf şeylerin gözlemlenmekte olmasıydı. En objektif bilim adamları dahi komşumuz Ay’ın üzerinde ve çevresinde açıklanamayan olayların meydana geldiğini kabul etmeye mecbur oluyorlardı. Herşeye rağmen, günümüzün birçok astronomu, Ay’ı, yaşamı barındıracak bir atmosferi olmayan, üzerindeki hiçbir şeyin hiçbir zaman, binlerce ya da hatta milyonlarca yıllık süreler boyunca değişmediği, tamamıyla ölü bir planet olarak mütalaa ediyorlardı. Yine de, Ay’ın üzerinde birçok değişiklikler oluşmaktaydı.
New York’ta çıkan Herald Tribüne gazetesinin bilim editörü John J. O’Neill, 29 Temmuz 1953 tarihinde, geceleyin teleskopuyla Ay’ı incelerken müthiş birşey. keşfetti. O’Neill önce gözlerine inanamamıştı. Bu bir göz aldanması olmalıydı. Teleskopuyla Ay’ın bu bölgesini daha önce incelemiş ve hiçbir şey farketmemişti. Aynı bölgenin birçok profesyonel astronom tarafından daha önce yüzlerce, hatta binlerce kez gözlemlenmiş olduğunu ve kendisinin o anda gördüğü türden tuhaf bir yapıdan hiç söz edilmediğini de biliyordu. Fakat, Ay’ın Crisium Denizi bölgesinin üzerinde 20 km. kadar uzanan o tuhaf «köprü» işte orada, gördüğünü dikkatlice bir kez daha kontrol eden O’Neill’in gözleri önündeydi.
O’Neill, Ay ve Planet Gözlemleyicileri Derneği’ne (Association of Lunar and Planetary Observers) sunduğu bir raporda açıkladığı bu keşfinden “devasa bir doğal köprü” diye bahsediyordu. Ancak, birçok bilimsel gözlemleyicinin ve hatta O’Neill’in kendisinin bildikleri üzre, sözkonusu yapının ani tezahürü, bu yapının gerçekten doğal olup olmadığı hakkında ciddi kuşkular yaratıyordu.
Beklenebileceği gibi, kısa bir süre sonra, O’Neill’in Ay’ın üzerinde böyle bir yapıyı gerçekten görmüş olmasından kuşkulanan bazı şüpheci astronomlar O’Neill’e karşı saldırıya geçtiler. İşte o zaman, birçoklarınca o günlerin bir numaralı Ay uzmanı sayılan İngiliz astronomu H. Percival Wilkins, bu devasa köprüyü kendisinin de gördüğünü açıkladı. Wilkins, sözkonusu köprüyü 17 Ocak 1954’de, California’daki, dünyanın en büyük merceklerinden biri olan Mount Wilson teleskobunu kullanarak görmüştü. Wilkins, «Ay’ımız» (Our Moon, London, Frederick Muller Ltd., 1954) adlı kitabında bu yapıyı, «Ay’ın üzerindeki en şaşırtıcı, esrarengiz ve yapay görünüşlü şekillerden biri,» diye tarif ediyordu.
Bunu izleyen aylarda, İngiliz Astronomi Derneği’nin (British Astronomical Association) önde gelen üyelerinden biri olan Patrick Moore gibi diğer bazı astronomlar da adına Crisium Denizi denilen Ay düzlüklerindeki dağlar arasında uzanan bu köprü benzeri yapıyı gördüklerini rapor ettiler. Bu ürkütücü yapıyı gözlemleyen bazı astronomlar yapının altından süzülen güneş ışınlarını görebildiklerini dahi iddia ediyorlardı. Wilkins ve Moore gibi astronomlar, esrarengiz köprü hakkında ciddi kuşkuları bulunmasına rağmen, bu yapıyı «doğal» olarak mütalaa ettiklerini ileri sürdüler. Her halükârda, Wilkins, bu gözlem karşısındaki şaşkınlığını kabul ediyordu. Kendisi de «bu alanı mükemmel teleskoplarla taramıştı» ve «böyle bir şeyin olabileceğinden kuşkulanmamıştım dahi,» diyordu.
Hepsi de işinin ehli olan bu astronomların yanılmış olmaları mümkün müdür? Bazı kimselerin, hatta meslekdaşlarından bazılarının kendilerine yönelttiği bir suçlamaydı bu. Fakat, astronom Wilkins bu gözlemi ve «tecrübeli gözlemciler, yani çok uzun bir süredir Ay’ı gözlemlemekte oldukları için kolayca yanılamayacak olan kimseler tarafından Ay’ın üzerinde görülen diğer tuhaf tezahürler» ile ilgili raporları savunuyordu. Wilkins’in de ima ettiği gibi, meskûn olmadığı varsayılan bu dünyanın yüzeyinde keşfedilenler sadece bundan ibaret değildi. Kendisi, 30 Mart 1950 tarihinde, 15 inç’lik (37,5 cm.) bir aynalı teleskoptan bakarken, Ay’ın Aristarchus – Herodotus bölgesinde acaip bir parıltı farketmişti. Tuhaf bir şekilde parıldayan oval biçimli bu ışık, »kraterin tabanı yakınında havada asılı duran bir tür parlak makine» gibi görünüyordu. Ayrıca, 12 Ağustos 1944’de sabahleyin, Plato Krate-ri’nin merkezinin yakınında «son derece parlak bir yuvarlak ışık» lekesi gördüğünü de rapor etmişti.
Bunlar, yapılan tek tük gözlemler de değildi. İşinin ehli olan birçok gözlemci tarafından görülen daha başka ışıklar da vardı. İngiliz Astronomi Derneği’nin Ay Bölümü’nün üyelerinden olan Rudolph M. Lippert, 16 Eylül 1953 günü tuhaf bir parlama, sarımsı kavuniçi renkte parıldayan esrarengiz bir ışık gördüğünü rapor etmişti. Lippert bunun sadece Ay’a çarpan bir meteor olabileceğini düşünmüştü. Bir astronom olan John Greenacre, 30 Ekim 1963 tarihinde, Arizona’daki Lowell Gözlemevi’nden, Ay’ın yüzeyinde parıldamakta olan kırmızı bir ışık tespit etti. Greenacre’a göre, bu ışık öylesine şiddetliydi ki, sanki «büyük bir yakutun içine bakıyormuş» gibi oluyordu.
Geçen yüzyıllar boyunca, ölü sayılan bu dünya üzerinde, yukardakilerin benzeri olan yüzlerce tuhaf ışık ve diğer acaip olaylar gözlemlenmiş ve rapor edilmiştir. Güvenilir bir tahmine göre, son iki yüzyıl içerisinde işinin ehli gözlemcilerce yapılan bu tür gözlemlerin adedi 800’ü geçmektedir. Yakın zamanlarda, astronomi dergileri ile konuya ilişkin yazılar üzerinde yapılan bir inceleme sonucunda, 400 yılı aşan bir süre boyunca bu türden tuhaf Ay olayları hakkında verilen yanlış 400 rapor ortaya çıkarılmıştır. Bu dikkatli incelemeyi gerçekleştirenler, Kuzey İrlanda’nın Armagh Planeteryumu’ndan Patrick Moore ve Arizona Üniversitesi, Ay ve Planetler Laboratuvan’ndan Barbara M. Middlehurst gibi iki ünlü astronomdu. Bu araştırmaları hakkında Science (January 1967) dergisinde yayımlanan yazılarında, «ilk gözlemcilerin hemen hepsi dürüst bilim adamları olarak tanınmışlardır» diyor ve kuşku götürür türden raporları inceleme dışı tuttuklarını belirtiyorlardı.
Peki, gözlem sırasında hata yapma ihtimaline ne diyelim? Moore ve Middlehurst, «ayrıntıları dikkatle kontrol etmiş» olmalarının ,«hata oranının yüksek olmamasını sağladığı» inancındadırlar: «Muhtemelen doğru olmayan birkaç raporun dahil edilmesinin aslında bulgularımızı etkilediğini sanmıyoruz.» Bu ünlü astronomlar, ayrıca, bu tuhaf Ay gözlemlerinin rastladığı mahalleri Ay haritası üzerinde işaretlemişler ve başlıca üç alana düştüklerini keşfetmişlerdir: Denizlerin kıyısı çevresince uzanan yerler (karanlık Ay düzlükleri), ışın kraterleri ve halka şeklindeki düzlükler (her iki yerin de karanlık ya da kısmen karanlık tabanları vardır). Daha önce de değindiğimiz gibi, Patrick Moore, Crisium Denizi bölgesindeki o tuhaf köprüyü gözlemleyen birçok astronomdan biriydi. Aynca, bir başka gözlem sırasında, «bir renk fenomeni, Gassendı Krateri içerisinde kırmızımsı parıltılar (30 Nisan — 1 Mayıs 1966) olarak tarif ettiği bir ışık gördüğünü de kabul etmektedir.Moore’a göre, bu ışık «P. Satory, T. Moseley ve başka gözlemciler tarafından da onaylanmıştı.»
Bu gözlemlerden çoğu astronomlarca volkanik patlamalara ya da güneş ışığında gazların «fluoresan» gibi parıldamasma atfedilmiş olmalarına rağmen, Ay’ı inceleyen birçok bilim adamı şaşkınlığını gizleyememektedir. Çoğunluk Ay’ın tamamıyla ölü bir dünya olduğu ve volkanik olarak pek faal olamıyacağı kanısındaydı. Işıklar da Ay’ın sert yüzey alanlarına çarparak ani ışık parıldamalarma yol açan meteorlar olarak açıklanıp geçiştirilemezlerdi. Çünkü, Moore – Middlehurst etüdüne göre, gözlemler ortalama 20 dakika kadar sürüyordu. Kuşkusuz, birkaç tanesi bu şekilde açıklanabilirdi. Fakat, hepsi ya da önemli bir bölümü böylesine zayıf bir açıklamayla pek geçiştirilebilecek gibi değildi.
Geçen birkaç yüzyılın astronomi kayıtlarını incelediğimizde göreceğiz ki, Ay’ın üzerinde ve çevresinde olagelen birçok tuhaf olay insanı hayrete düşürecek derecede şaşırtıcıdır. Kayıtlara bir göz atıp yine kendimiz bir karara varalım: İngiltere’nin en büyük astronomlarından biri olan ve birçoklarınca da modern astronominin babası olarak kabul edilen Sir John Hershel, 1783 yılında Ay, bir «ay tutulması» sonucunda karardığı bir sırada tuhaf, parlak ışıklar gördüğünü rapor etmişti. 18 Ağustos 1787 tarihinde de «yavaş yavaş yanan, hafifçe küllerle örtülü mangal kömürü» gibi parıldayan lekeler gördüğünü iddia etmişti. Hershel tam yedi kez, Ay’ın üzerinde yukarıdakilere benzeyen ışıklar ve parıltılar görmüştü. Bunlardan bazılarının «ayın yukarısında» hareket ediyormuş gibi geldiğini rapor ediyordu. Bir keresinde, 1821 yılının Kasım ayı süresince, Hershel bu tuhaf ışıkları birbiri arkasına tam üç kez» görmüştü.
Fakat, Ay’ın üzerindeki esrarengiz ışıkların rapor edilmesi Hershel’den çok daha öncesine rastlıyordu. Ta Mart 1587’de bir İngiliz bilim adamı, Ay’ın üzerinde “boynuz uçlarının tam arasında yer alan ve beş ya da altı gün boyunca yerinden kıpırdamayan” parlak bir leke gördüğünden bahsediyordu (National Geographic, February 1969). İlk gözlemciler arasında yer alan aynı bilim adamının Kraliyet Astronomi Derneği’nin aylık bülteni olan Monthly Notices of the Royal Astronomical Society’ûe yazdığına göre, 10 inç’lik (25 cm.) teleskopu ile ((herbiri sarı alev rengindeki ufak bir sırtın her iki yanında yer alan iki parlak nokta,» görmüştü: ((Aydınlanmış olan kısmın geriye kalan her yanı kar beyazıydı. Bunu beş saat süreyle gözlemledim.»
Hemen hemen tüm yaşamını Ay’ın haritasını çıkarmakla geçirmiş olan Alman astronomu J.H. Schroeter, 26 Eylül 1788 günü Plato Krateri yakınındaki Ay Alpleri’nin zirveleri arasında birden parıldayan, parlak beyazımsı, yıldız gibi bir ışık görmüştü. 15 dakika kadar gözlemlenen ışık bu süre sonunda ortadan kayboldu. Bunun bir meteor olamıyacağı aşikârdı.
Ay üzerindeki ışıklarla ilgili olarak yapılan ilk gözlemler arasında şunlar da yer alır:
Kasım 1668 — Sömürge papazı Cotton Mather’den Kraliyet Derneği üyesi Bay IValler’e gönderilen, 24 Kasım 1712 tarihli bir mektupta, «.Ay’ın altında ve boynuzlarının içerisindeki yıldız» dan söz edilmekte ve «1668 yılının Kasım ayında New England’da görüldüğü» söylenmektedir. Bu mektup şimdi, Boston’daki Massachusetts Tarih Derneği’nin Kütüphanesi’ndedir.
1783 — Philosophical Transactions (Vol. 76): Büyük astronom Hershel, «Ay’ın karanlığında görülen parlak bir leke teleskopla bakıldığında, dördüncü kadirden bir yıldız çıplak gözle nasıl görünüyorsa, işte o şekilde görünüyordu,» demektedir.
1794 — Philosophical Transactîons (Vol. 26 ve 27): Yedi ayrı mektupta, «Ay’ın karanlık kısmındaki ışıklar» rapor ediliyordu. Esas gözlem, Kraliyet Astronomu olan Sayın Nevil Maskelyne tarafından yapılmıştı. Bay Wilkins adında birinin Kraliyet Derneği’ne yazdığı bir başka mektup da diğerlerine benzeyen bir gözlemi anlatmaktadır: «Bu gözlem devam ettiği sürece olduğum yerde donup kalmıştım. Bunun bir görüş hatası olmadığına kanaat getirebilmek için, oradan geçmekte olup da bunun bir yıldız olduğunu söyleyen kişinin tanıklığı da dahil her metodu denedim.» Üçüncü mektubunda ise şunu eklemektedir: «Bu lekenin Ay’ın dairesinin çemberi içinde tezahür ettiğinden eminim.» Bir başka tanığın, Bay Stratton’un belirttiğine göre bu, «Ay’ın karanlık yanında yer alan ve bir yıldız gibi, bir yıldız büyüklüğünde, fakat o kadar parlak olmayan bir ışıktı.»
1847 — İngiliz Astronomi Derneği’nin bir raporu, bir «ay tutulması» sırasında Ay’ın üzerinde «parlak noktalar» ya da ışıklara tanık olduğunu ileri sürüyordu.
1867 — The Astronomical Register dergisine göre, Thomas Elger, 9 Nisan 1867 günü, saat 19.30 civarında birden bir ışık gördüğünden söz ediyordu. Işık, saat 21.30’da görülmez olmuştu. Elger, «Daha önce de Ay’ın üzerinde ışıklar görmüştüm, fakat hiçbiri bunun kadar net değildi,» diyordu.
Yine 19. yüzyılın sonlarında, Capetown Gözlemevi’nden, «Ay’ın karanlık yanında» yanlarında daha küçük ışıkların bulunduğu beyaz ışıklar görüldüğü rapor edilmişti.
Şunu unutmamalıyız ki, Ay’ın üzerinde görülen ışıklar ve parıltıların en yaygın açıklaması volkanik patlamadır. O zamanlar Kırım Astrofizik Gözlemevi’nde çalışan, günümüzün ünlü Sovyet astronomu Nikolai Kozyrev, 1958 yılında, Alphonsus Krateri’nin merkezî zirvesinin üzerinde ya da yakınında parlak bir «bulut» gördüğünü rapor ettiğinde bazıları bu gözlemi «volkanik faaliyet» olarak bir kenara atmışlardı. Kozyrev’in kendisi ise «bulut»u kraterin merkezî zirvesinden neşrolunan fluoresan gazlara atfediyordu. Kozyrev, 3 Kasım 1958 gününün gecesi, sözkonusu bölgenin yakınındaki kırmızımsı bir lekenin spektrumunu tespit etmeyi başardı. Kırmızımsı ışık, «hareket ediyor gibi görünmüş ve bir saat sonra ortadan kaybolmuştu.»
Bu gözlem de bir diğer volkanik olay olarak geçiştirildi. Bu husus çok ilginçti, çünkü birçok bilim adamı hâlâ daha, Ay’ın ölü, soğuk bir dünya olduğu ve muhakkak ki, volkanik faaliyet yaratabilecek kadar sıcak olmadığı kanısındaydılar. Ay’ın volkanik olarak faal olduğuna inanan «sıcak – aycılar» ın arasında bile, Ay’ın üzerinde hâlâ daha volkanik patlamaların meydana geldiğini düşünenler sadece birkaç kişiden ibarettir! Her halükârda, «volkanik» ve fluoresan – gaz açıklamaları birçok bilim adamı için kolay çıkış yolu haline geldi.
Bütün bu raporların, lav parıltıları ya da güneş ışınlarının altında fluoresan volkanik gazlar olarak geçiştirilebildiklerini kabul etsek dahi, «hareket halinde» olarak tarif edilen ışıkları nasıl açıklayabiliriz ki? Az önce gördük ki, Sir John Hershel, uzun meslek yaşamı boyunca gördüğü ışıkların çoğunun kendisine «Ay’ın yukarısında» hareket ediyorlarmış gibi geldiğini öne sürmüştü. Belki de en acaip ve en açıklanamaz türden bir gözlem de 1869 yılından başlamak üzere görülen ani bir esrarengiz ışıklar gösterisiydi. Bunlar öylesine muntazam tertipler içerisinde ve o kadar sık tezahür eder olmuşlardı ki, İngiltere Kraliyet Astronomi Derneği (Royal Astronomical Society of Great Britain) bu konuda üç yıl süren bir araştırma yaptı. Bu tuhaf, şaşırtıcı ışıkların çoğunun, O’Neill ile H.P. Wilkins’in 1950’lerde yirmi kilometrelik o devasa köprüye rastlayacakları Crisium Denizi bölgesinde görülmüş olmaları çok ilginçti. Tek başlarına, dairevî gruplar halinde, üçgen gibi ya da düz tertipler halinde, sanki bir zekâ tarafından idare ediliyorlarmışçasına hareket ederek ve neşrettikleri ışığın şiddetinde değişimler göstererek tezahür eden bu esrarengiz ışıkları düzinelerce astronomgözlemlemişti.
13 Mayıs 1870 tarihinde, Plato Krateri içerisinde, bu ışıkların en az dördü, en fazla da 28 tanesi bir arada görülmüştü. Gözlemcilerden biri, bu ışıklardan birinin şiddeti ve parlaklığı artarken bir diğerininkinin azaldığını farketmişti. Işıklar birbiri arkasına, münavebeli olarak parlayıp, sonra sönüyorlardı. Harold Wilkins’in, «Uçan Daireler Saldırıda» (Flying Saucers on the Attack, New York, Citadel Press, 1954) adlı kitabında yazdığı gibi, sanki, «Ay’daki esrarengiz bir elektrik pilleri ve ışıkları, operatörünün bazı levyelere dokunması ile» harekete geçiyorlardı!
Işıklar, harikulade bir şekilde, üstüste her gece ortaya çıkmaya devam ettiler. 1870 yılı sonuna kadar bu esrarengiz ışıkların adedi ve tertipleri hakkında dikkatli notlar tutuldu. Zamanla belirli bir mesajın ortaya konulacağını ümit ediyorlardı. Hemen hemen 2000 gözlemden sonra, bu tuhaf, esrarlı ışıklar artık tezahür etmez oldular. Sözkonusu ışık sinyalleri ve eğer varsa anlamları bugüne kadar bir muamma olarak kalmıştır.
1877 yılında Ay tekrar bir ışıklar istilâsına uğradı. Aynı yılın 20 Şubat gecesi, Paris yakınındaki Meudon Gözlemevi’nden Bay Trouvelot, Ay’ın kuzey-batı kesiminde yer alan ve geçen yüzyılın içerisinde birçok esrarengiz ışık sinyali görülen Eudoxus Krateri’nde bir ışık farketti. İngiliz astronomu C. Barett de tam bir ay sonra, Proclus Krateri’nde parlak bir ışık gördü. Bu ışığın Güneş’in bir yansıması olmadığı hususu üzerinde ısrarla duruyordu.
New York’lu Profesör Henry Harrison, 17 Haziran 1877’de, hareket eden bir aynadan gelen bir yansımayı andırır bir ışık farketti. İşin tuhafı, İngiliz Frank Dennet de aynı tarihde, Bessel Krateri içerisinde ışıktan ufacık bir nokta görmüştü. 1877 yılının ikinci yarısında, Fransız bilim dergisi L’Astronomie’de yazan Dr. Klein, «Plato Krateri’nin tabanında parlak bir üçgen gördüm. Bu, yansıyan güneş ışığından başka bir şey olmayabilirdi.» Ancak, Klein’in bu gözlemi yaptığı gece, çeşitli yönlerden Plato Krateri’ne doğru ilerliyormuş gibi görünen, esrarengiz ışık sütunları gözlemlenmişti. Diğer gözlemciler de aynı kraterin tabanında görülen «bir ışık üçgeni» nden bahsediyorlardı.
Bir astronomi gözlemcisi olan Maxwell Cade, «Bizimkilerden Başka Dünyalar» (Other World Than Ours, New York, Taplinger Pubîications, 1969) adlı kitabında bu konuya değinmektedir: «Yüksek dağların tepelerini aydınlatan güneş ışınlarına atfedilemeyecek olan yıldız benzeri ışıklar yüzlerce gözleme konu olmuşlardır. Aslında, Nisan 1871’e kadar, sadece Plato Krateri’yle ilgili 1600 civarında gözlem yapılmıştır. Bu ışıklar herzaman tek başlarına ya da muntazaman olmayan ufak gruplar halinde bulunmuyorlardı, çünkü raporların çoğu «geometrik tertipler» den söz etmektedirler. Bu sinyal verme çabaları, Ay sakinleri tarafından mı yoksa Ay’daki ziyaretçiler tarafından mı ortaya konuluyordu? Bu kavramların her ikisi de enazından, son derece ihtimal dışıdırlar. Fakat bu ışıkların ne olduğunu gerçekte hiç kimse bilmemektedir.»
Bu tuhaf ışıklar ve daha da tuhaf olan hareketleri ile ilgili raporlara şöyle bir bakınca anlaşılmaktadır ki, bunların volkanik patlamalar ya da sert Ay yüzeyine çarparak çakan meteorlar olması imkânsızdır. Fakat, açıklaması çok daha zor olan bir gözlem türü de Ay boyunca ya da ay yuvarlağının çok yakınından geçip giden esrarlı «objeler» ile ilgilidir. The Journal of the Franklin Institute dergisine göre, 7 Ağustos 1869 tarihinde, yani İngiliz Astronomi Derneği’nin incelediği gözlemler istilâsıyla aynı tarihde, Illinois eyaletinin Mattoon kentinden Profesör Smith, bir güneş tutulmasının son safhasının başlamasından yirmi dakika kadar önce ay yuvarlağı boyunca geçip giden birtakım objeler gözlemlemişti. Ay’ın yüzeyi boyunca tek bir yön izliyor ve sanki bir tertip içerisindeymişçesine paralel hatlar halinde gidiyor gibi görünüyorlardı.
Paris’te yayımlanan Journal Les Mondes dergisi, Profesör Hines ve Profesör Zentmayer’in de bu objeleri gördüklerini rapor ediyordu. Bu objelerin düz ve paralel hatlar boyunca hareket ediyor gibi görünmelerini bu gözlemciler de farketmişti. 1874 yılında ise, bir başka Fransız gözlemcisi olan Bay Lamey’in Ay’ın yüzeyi üzerinden geçen birçok siyah obje gördüğünden bahsediliyordu. Aynı yılın 24 Nisan günü, bugün Çekoslovakya sınırları dahilinde yer alan topraklarda yaşayan Profesör Schafarik, «Öylesine tuhaf mahiyette bir obje gördüm ki, nasıl değerlendireceğimi bilmiyorum. İnsanın gözünü alan bir beyazlıktaydı ve yavaşça Ay’ın yüzeyi üzerinden geçti,» diye rapor ettiği bir gözlem yapmıştı ( Astronomical Register, XVIII, 206). Hollandalı astronom Muller de aynı şekilde, yatay bir yön boyunca ay yuvarlağı üzerinden yavaşça geçen karanlık, yuvarlak bir obje görmüştü. Gözlemin yapıldığı tarih 4 Nisan 1892 oluyordu. Tam dört yıl sonra, 1896 yılında, Amerika’daki Smith Gözlemevi’nden W.R. Brooks da buna benzer bir fenomen gözlemledi. Bu objenin Ay’ın çapının onüçte biri kadar olduğunu belirtiyordu. Objenin Ay’ın yüzeyini katetmesi için üç – dört saniyeden daha uzun bir zamanın geçmediğini farketmişti.
1899 yılında, Ay’ın yüzeyi üzerinde yol alan bir başka parlak obje daha görülmüştü. Görünürde Ay’ın yüzeyine yakındı. Bu gözlemi yapan Dr. Warren E. Day, olayı Arizona, Prescott’daki Amerikan Hava Bürosu’na (U.S. Weather Bureau) rapor etmişti. İşin en ilginç yanı, aynı objenin, Arizona’nın Tonto kentinden G. Scott tarafından da rapor edilmiş olmasıydı.
Teleskop çağından beridir Ay’ın üzerinde ve çevresinde gözlemlenenler, «hareket halindeki ışıklar» ve «objeler»den ibaret olmayıp, en şaşırtıcı gözlem raporları arasında, hiç değişmediği varsayılan bu dünyanın yüzeyinde meydana gelmiş olan değişimlerden ve tuhaf yapılardan söz edenleri de mevcuttur. Üzerinde hava ve rüzgâr bulunmayan Ay’ın nispeten erozyonsuz olduğunu unutmayalım.
Alman astronomu Johann Schroeter, 1843 yılında, adına Linne dediği, 10 km. çapındaki bir krateri kayda geçirdi. Kraterin derinliğini 360 m. olarak tespit etmişti. Schroeter, yıllarca çalışarak yüzlerce Ay haritası çizmişti. Gözlemlerini kayda geçirirken bu kraterin de giderek ortadan kaybolduğunu gördü. Bugün Linne, pek derinliği olmayan ufacık bir parlak nokta, beyazımsı birikintilerin çevrelediği ufak bir çukur halindedir.
Schroeter’in gözlemlerinden çok daha şaşırtıcı olan tuhaf bir fenomen de Satürn’ün dokuzuncu gezegeni Phoebe’yi keşfeden ünlü astronom W.H. Pickering tarafından gözlemlenmişti. Pickering, her kamerî dönem şırasında pozisyonlarını değiştiren bazı özel karanlık alanlar gözlemlemiş ve bunların özellikle Eratosthenes Krateri’nde yer aldıklarını farketmişti. Ay’ın havasız ortamında bitkilerin, ağaçların ve çiçeklerinin mevcut olmalarının imkânsızlığını gayet iyi bilmesine rağmen, sözkonusu karanlık alanların bir tür «bitki örtüsü» olmaları gerektiği sonucuna vardığını açıklayarak şöhretini tehlikeye atmıştı. William Corliss, «Evren’in Sırları» (Mysteries of the Universe, New York, Crowell, 1967) adlı kitabında, Pickering’in şu sözlerini aktarmaktadır: «Ay’ın ve muhtemelen Mars’ın üzerinde dünyasal bitki örtüsünün bulunmayacağı aşikârdır. Fakat, her halükârda, bu her iki göksel cismin de üzerinde, aşina olduğumuz herhangi bir şeyden az ya da çok farklı olmalarının yanısıra, İngilizce’deki kelimeler arasında en iyi «bitki örtüsün (vegetation) ile tarif edilebilen birşeyler mevcut olsa gerek.»
Pickering, ayrıca Ay’ın yüzeyi üzerinden geçen «seyahat eden karanlık objeler» gördüğünü de ileri sürüyordu. Yine “Evren’in Sırları” adlı kitaptan öğrendiğimize göre, bu tuhaf fenomen hakkında da şunları söylemişti: «Ay’ın üzerinde canlı yaşamın mevcudiyeti lehinde ya da aleyhinde sonuca ulaşıcı savlar bulmaya çabalarken, sadece bunun görünürde izlediği rotaları etüd etmekle kalmayıp, bu seyahati gerektirecek olan sebepleri de incelemek zorunluluğunu hissettim.»
Böylece, bu tutucu astronom da bilimsel şöhretinin karşılaşacağı büyük tehlikelere rağmen, kaçınılmaz olarak hissettiği bir sonuca, bu “seyahat eden karanlık objeler”in göç eden böcek sürülerinden ya da diğer bir canlı yaşam biçiminden başka birşey olamayacağı sonucuna varmıştı. İddiasına göre, bunlar, 12 günde 35 km. kadar yol katediyorlardı. Acaba, Pickering gerçekte ne görmüştü? Bunu kimse kesinlikle bilemez. Fakat, çağdaş bilim adamları bunların herhangi bir canlı yaşam biçimi ya da böcek sürüleri olmadığı üzerinde anlaşmaktadırlar. Öte yandan, Pickering’in dürüstlüğü ve işinin ehli olması da herhangi bir tartışma konusu olamaz. Pickering bir şeyler görmüştü. Bunların ne olduğu ise hâlâ daha sırrını koruyan bir husustur.
Yıllar boyunca, sözüne inanılır gözlemcilerin Ay’ın üzerinde bazı inanılmaz şeyler gördükleri kuşku götürmez. Zaman zaman Ay’da bazı tuhaf şeylerin olageldiği hakkında hiçbir kuşkumuz yoktur. Amerikan hükümeti de —NASA programı gibi oldukça yakın bir zamanda— bu hususu kabul ederek, belirli bazı gözlemevlerinden gönüllü olarak yapılan gözlemlerden oluşmuş bir programı: «Ay Parıldama Operasyonunun (Operation Moon Blink) destekledi.
Ay Parıldama Operasyonuna kanıt olarak on tuhaf fenomeni ortaya koydu. Bunlardan üçü, program dışı gözlemciler tarafından da bağımsız olarak ve ayrı ayrı onaylanmışlardı.
Dahası da var! Bilim çevrelerince takdir edilen Astronomical Register’ın 20. cildinde şu rapor yer alıyordu:
«Birt Krateri yakınında… kılıç biçiminde bir obje vardır… [ve] ay krateri Eratosthenes’in içerisinde haç biçiminde geometrik bir obje mevcuttur. Gassendi Krateri’nde köşeli hatlar ve Littroto Krateri’nin tabanında Yunan harfi Gamma biçiminde yedi nokta bulunmaktadır.»
Ay’ın ilginç yüzey şekilleriyle ilgili olarak astronotların da gözlemleri kaydedilmeye değer. Birçok astronot Fra Mauro Krateri’nde haç şeklinde büyük işaretler görmüşlerdi»
Bütün bu tuhaf fenomenler mütalaa edilerek varılacak en kestirme sonuç (bilim adamlarının yerel Ay yaşamının mevcut olmadığına dair düşüncelerinin doğru olduğunu varsayarsak!), Ay’ın dünya – dışı varlıklar tarafından bir «uzay üssü» olarak kullanılıyor olmasıdır. Nitekim, tanınmış yazar Robert Charroux da bu sonuca ulaşmaktadır. Charroux, «Unutulmuş Dünyalar» (Forgotten Worlds, New York, Walker and Co., 1973) adlı kitabında uydumuz Ay hakkında şunları söylemektedir:
“Ay’ın kimliği belirsiz uzay araçları için bir üs olarak hizmet görmesi ihtimalini akla getiren gözlemler yapılagelmiştir. Astronomlar, zaman zaman, Aristarchus Krateri’ndeki parlak ışıkları, Eratosthenes Krateri’ndeki X harfini, Littroto Krateri’ndeki Yunan harfi Gamma’yı ve Plato Krateri’ndeki dama desenini farketmişlerdir. Bu Ay kraterlerinin dünya – dışı astronotlar tarafından sık sık ziyaret edildiği sonucuna mı varmalıyız?… Bu ihtimal, özellikle içerisinde birçok esrarengiz ışıklar gözlemlenmiş olan Plato Krateri sözkonusu olduğunda reddedilemez.”
Charroux’un öne sürdüğü gibi, Ay’ın meskûn olması, diğer dünyalardan gelen zekî varlıklarca bir uzay -üssü olarak kullanılması mümkün müdür? Eldeki kanıtların oldukça etkili olduklarını kabul etmek gerekir ve incelenmesi gereken kanıtlar bu kadarla da bitmez. Şunu da unutmamak gerekir ki, radyo çağının henüz başlangıcı sırasında, 1927, 1928 ve 1934 yıllarında, çeşitli radyo araştırmacıları dostumuz Ay’ın civarında bazı esrarengiz radyo sinyalleri tespit etmişlerdi. 1935 yılında ise, Van der Pol ve Stormer adında iki bilim adamı Ay’ın üzerinde ve çevresinde radyo sinyalleri keşfettiler. Marconi ile Tesla da yanıp sönen Ay ışıklarından bahsetmişlerdi.
Daha yakın zamanlara gelirsek, 1956 yılında Ohio Üniversitesi, Dünya’nın başka yerlerindeki gözlemevleriyle birlikte, «Ay’dan gelen, şifreye benzer bir radyo konuşması»nı rapor ediyordu (Sağa, April 1974).
En nihayet, Ekim 1958’de, Amerikalı, Sovyet ve İngiliz astronomları, saatte 40.000 km.’den daha büyük bir hızla Ay’a doğru yaklaşan bir cisim tespit ettiler! Bu tuhaf objeyi görmekle kalmayıp, hiç kimsenin yorumlayamadığı türden radyo sinyalleri neşrettiğini de işitmişlerdi!
Bütün bu hususların, komşumuz Ay üzerindeki dünya-dışı varlıkların mevcudiyetini kanıtladıkları kanaatinde olan bir diğer UFO yazarı da Harold Wilkins’tir. Wilkins, «Uçan Daireler Ay’da» (Flying Saucers on the Moon, London, Peter Owen Publishing Co.) adlı kitabında, «Ay’ın uzun bir süre boyunca, adına uçan daire dediğimiz uzay gemileri için bir durak mahalli olduğunu ve hâlâ daha böyle olabileceği ihtimalini ortaya koymuştum,» demekte ve şunları söylemektedir:
«Uydumuz Ay’ın, uçan daire fenomenlerinden sorumlu olan esrarengiz kozmik ziyaretçilerce, Dünyamız ile ilgili olarak, ileri seviyeden bir gözlem üssü şeklinde kullanıldığı ve muhtemelen hâlâ daha kullanilageldiği teorisini öne sürdüğüne göre, bütün bu ışık merkezlerinin Ay’ın kuzey – batı kesiminde ya da çeyrek bölümünde bulunmaları hususunun tuhaflığı üzerinde de durmam gerekir.»
Bir diğer UFO araştırmacısı olan Majör Donald Keyhoe da uydumuz Ay’ın üzerinde dünya-dışı astronotların mevcut olduklarına kanaat getirmiştir. Keyhoe, «Uçan Daire İhaneti» (Flying Saucers Conspiraey, New York, Holt, 1955) adlı kitabında bu inancını doğrulamaktadır:
«Tüm kanıtlar, sadece bir Ay üssünün mevcudiyetini değil, zekî, bir ırkın operasyonlarının halihazırda başlamış olduğunu da göstermektedirler. Eğer bu doğruysa, sözkonusu varlıklar kimler olabilir? Başka planetlerden mi gelmektedirler, yoksa Ay kökenli midirler?… İhtimallerin çok çeşitli olduğunu kabul etmek gerekir… Yüzeyde yaşayan varlıklar Ay’ın atmosferi incelmeden çok önce orada yerleşmiş olabilirler. Bu takdirde, sentetik bir «yeraltı atmosferi» yaratarak değişen şartlara uymuş olabilirler… Fakat, Ay Irkı’nın —eğer böyle bir ırk mevcutsa— her zaman için yeraltında yaşayarak sürekli meteor bombardımanından korunmuş olmaları daha muhtemeldir.»
Cesur bir teori gibi görünen bu düşünce, o tuhaf geometrik ışık tertiplerini ve yüzyıllardan beridir biz Dünyalilar’ın tanık olageldiğimiz diğer birçok muammayı açıklayabilecek mahiyettedir. Eğer bu tuhaf raporlar doğruysa, uzun, çok uzun bir süreden beridir Ay’ın üzerinde ‘zekî bir ırkın mevcut olduğunu kabul etmek gerekecektir.
1980 tarihinden sonra ay ile ilgili gözlem yapan astronomlar olmadımı.Nedense 100 yıl öncesi insanların gözlemleri yada hikayelerini gerçekmiş gibi yayınlamak inandırıcılıktan uzak bir durum.