Kirlian Fotoğrafçılığı Nedir? Düşüncenin Fotoğrafı Çekilebilir mi?

Bu yazılar ilginizi çekebilir...

3 Responses

  1. Mustafa Çekiç dedi ki:

    İKİNCİ NOKTA:
    Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki:
    İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a’zâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hacetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. Öyle de:
    وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
    Cenab-ı Hakk’ın madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve a’zâsında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz. O Hâlık-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşeyi bilir ve hâkeza…
    (Risale-i Nur Külliyat – Sözler Sözler Yay. sh: 666 Envar sh:688)

  2. Nuri Karaman dedi ki:

    gühantan dolayı insan bedenine giren şeytanları acaba görüntülemek mümkün mü.. mesela omurilik hizasına yılan suretinde yerleşen bir şeytan (Allah’a adanan hayvan adağının yerine getirilmediğinden dolayı) gözükür mü. tabi bunu yılan suretinde görmemiz gerekiyor

  3. Mustafa ÇEKİÇ dedi ki:

    “ŞU GECENİN SABAHI VE ŞU KIŞIN BAHARI NE KADAR MÂKUL VE LÂZIM VE KAT’Î İSE, HAŞRİN SABAHI DA, BERZAHIN BAHARI DA O KAT’İYETTEDİR.” BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
    “EY BÎÇARELER! MEZARİSTANA GÖÇTÜĞÜNÜZ ZAMAN; “EYVAH! MALIMIZ HARAB OLUP, SA’YİMİZ HEBA OLDU. ŞU GÜZEL VE GENİŞ DÜNYADAN GİDİP, DAR BİR TOPRAĞA GİRDİK.” DEMEYİNİZ, FERYAD EDİP ME’YUS OLMAYINIZ. ÇÜNKÜ SİZİN HERŞEYİNİZ MUHAFAZA EDİLİYOR, HER AMELİNİZ YAZILMIŞTIR; HER HİZMETİNİZ KEYDEDİLMİŞTİR. HİZMETİNİZİN MÜKÂFATINI VERECEK VE HER HAYIR ELİNDE VE HER HAYRI YAPABİLECEK BİR ZÂT-I ZÜLCELÂL, SİZİ CELB EDİP, YER ALTINDA MUVAKKATEN DURDURUR, SONRA HUZURUNA ALDIRIR. NE MUTLU SİZLERE Kİ, HİZMETİNİZİ VE VAZİFENİZİ BİTİRDİNİZ. ZAHMETİNİZ BİTTİ, RAHATA VE RAHMETE GİDİYORSUNUZ..HİZMET, MEŞAKKAT BİTTİ; ÜCRET ALMAĞA GİDİYORSUNUZ.”SAİD NURSİ (Mektûbat: Envâr Neşriyat : 227 Sözler Yayınevi :216)
    Bediüzzaman Said NURSİ Mektûbat adlı eserinde : Cehennem Nerededir?
    Elcevap: …
    Cehennem ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride suğrâ, kübrâya inkılâb edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabaktü’l-arzca mâlumdur ki: Ekseriya her otuzüç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz , altı bin küsür kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti câmi’, yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadîs’e muvafık bir ateş bulunuyor. …
    Hem perde-i gayb içindeki âlem-i Âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tâyin edelim. … Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecer-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. … (Mektûbat Envâr Neşriyat : 8 Sözler Yayınevi : 8)
    Siz yaşadığınız şehrin hapishanesini gördünüz mü?
    Eğer görmediyseniz o şehirde hapishane yok diyebilirmisiniz!
    Deseniz dahi vakide olan hapishaneyi ortadan kaldırmış olurmusunuz? Elbette hayır!
    Şu teknoloji ve iletişim çağında dünyamız haricindeki yıldız ve gezegenlerin ya bir ateş parçası veya buzullar kütlesi hatta içi mağma cehennemi olduğunu bildiğimiz halde Cennet ve Cehennemi inkar etmek aklı dağıtmanın en açık göstergesidir!
    Kavurucu soğukların, yani zemherinin de Cehennemin bir bölümünü teşkil ettiğini Bediüzzaman Hazretleri belirtmektedir.
    Bütün kainatı vazifesizlik ve başıbozuklukla ittiham eden ateistler hiç de masum değildir.
    Bütün kainata hakaret eden ateistler kainat kadar belki zerreleri sayısınca davacılar karşısında suçludurlar.
    Küçük cehennem yani, cehennemin kibriti manasındaki cehennem mağma tabakasıdır.
    Peygamberimiz(A.S.M.) kıyameti tarif ederken güneş batıdan doğacak; denizler yanacak diyor. Dünyamız batıdan doğuya olan dönüşünü bir yıldız veya gezegene çarpınca ters yapmaya başlayacak ve bize göre doğudan görünen güneş batıdan görünmeye başlayacak. Ve çarpışma esnasında kabuk parçalanacak ve mağma tabakası etrafı kaplayacak.
    200 bin derecelik ısıyla bir anda muhatap olan denizlerdeki suyu oluşturan hidrojen ve oksijen gazları ayrışacak ve denizler yanmaya başlayacak!
    Dünyamız, güneş sistemimizle birlikte bir vidanın yivleri gibi yükselerek gittiğini bilim söylüyor. Asansör gibi istenilen seviyeye gelice; ehl-i şirki cehenneme döker, ehl-i şükre haydi cennete buyrun der!
    Dünya ahiretin tarlasıdır.
    Tarlada ne ekerseniz harman ve ambar da da onu bulabilirsiniz!
    Dünyadaki nimetlerin ve suretlerin anaları ve asılları; dar-ı lezzet olan Cennette en kamil ve Cennete layık bir tarzda bulunacaktır.
    Harmandaki bir buğday çecini bir ölçekle ölçerek başka bir yere aktarmak gibi her an dünya tezgahında dokunan zişuurun fiilleri ve Esma-i İlahiyenin tecellileri olan güzellikler Cennete ve ahiret alemlerine gönderiliyor.
    Şu anda şefkati, sevgiyi, nefreti, kini,öfkeyi v.s. ölçebilecek barometre, termometre v.s. bunlar gibi bir ölçüm aracı mevcutmudur? Değilse bu duygular ölçülemediği için yok mu sayılacak! Buna kargalar da güler.
    Yokluk aleminden varlık sahasına çıkmış, inkâr edilemeyen, hatta ölçümü yapılabilen bir şeyi varlık saymayanların varlığından şüphe ederiz. MRI kaç yılında bulundu? MRI dan önce bu duygular asırlardır yokmuydu? İyiki MRI keşfedildi, çok ahmaklar elle tutup, gözle görmediğim bir şeye inanmam diye küfür inadı hastalığına saplanıyorlardı. O anlayışın ne kadar körü körüne bir saplantı olduğunu, helal olsun MRI belgeledi. Dolayısıyle akılllarını gözlerinin komutasına hasredenler ilim ve teknik ilerledikçe çok şeyleri kabullenmek zorunda kalıyorlar ve kalacaklardır. Ha, hayalometre de keşfedildi mi? Henüz keşfedilmemişse; demek ki hayal denen bir şey yoktur, tabiki inkar edenlere göre!
    Bizim bildiklerimizin hangisinin yanlış olduğunu ispatlamışlar ki, bütün bildiklerimizin yanlış olduğu ihtimalini varsayalım. Bak işte MRI asırlardır ruhu, aklı, sevgiyi, öfkeyi v.s. yok sayan inkârcıların cehaletlerini belgelemiş oldu. Biz zaten var diyorduk, inkarcılar yok diyordu. Kimin doğru söylediği ortaya çıktı.
    İnsanlarda midenin yaratılmış olması, yiyecek şeylerin de yakın çevrede yoksa dahi bir yerlerde var olduğunun delilidir. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Herkes kendi uyanık vicdanını dinlese ebed ebed sesini işitecektir.
    İnsani vasfını kaybetmemiş bir insan, bir fakire yaptığı ikramı geri elinden almaya ar eder. Sonsuz hazineler sahibi; sosuz merhamet ve ikram sahibi Rahman-ı Rahim olan Zat-ı Zülcelal, insana verdiği ruhu ondan geri alıp bütün kainatın meyvesi olan insanı ebedi yokluğa atar mı? Hem ilm-i İlahinin dışı yokki oraya atılsın. Belki alem-i şehadetten, alem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme geçer. Kıyametten sonra, baharda yeniden dirilen mahlukat gibi haşrin sabahında her insanı ismiyle, cismiyle resmiyle iade edecektir.
    Kader ilim ilim nev’indendir. İlim mâluma tabidir. İsa(A.S.) mu’cize olarak asırlar öncesinde ölmüş olanları diriltirdi. Bediüzzaman Geçmiş Peygamberlerin(Aleyhümüsselâm) mu’cizeleri insanlığa ilmi çalışmalarda hedef gösteriyor, diyor. Hatta ölüme de geçici bir çâre bulunacak diyor.. Geçici bir çâre.İsa(A.S.)’ın diriltikleri bir süre sonra tekrar ölüyorlardı. Ölümün gerçek Çâresi îmandır. Peygamberimiz(A.S.M.): Ölüm ıtlak-ı ruhdur, diyor. Yani ruhumuz beden kafesinde kapatılmıştır; ölümle kafesin kapısı açılıp serbest bırakılıyor. Beden kafesini büyümüş yavrular gibi terkediyor, uçuyor. Bâzen aynı yuvaya gidip geliyor, irtibatı var ama kabir hayatı boyunca ruhun hayatı, uykuya dalmış bir kimsenin rüyalarla meşguliyeti gibi bir ruhani hayat devam ediyor.
    Kabirde uyku gibi ruhani hayat devam eder; ameli güzel olanlar Cennet bahçelerinden bir bahçede sevinç ve saadetle lezzet alırlar, ameli kötü olanlar Cehennem çukurlarından bir çukurda ruhani yani kabuslu rüyalar görenler gibi azap çekerler. Kıyamet kopunca, yani dünya imtihanı bitip imtihan salonu kapanınca uykudan uyanan insanlar ve de kışın kup kuru odun gibi bitki ve ağaçların baharda yeniden filizlenip, yeşermesi gibi ruhumuza maddi beden elbisesi yeniden giydirilip büyük mahkemeye sevkediliriz.
    Yani kendi imhan kâğıdını hocaya teslim edenler, diğerlerinin de imtihanı bitene kadar, kabir hayatı denen bekleme salonuna alınıyorlar. İmtihan tamamlanıp, kıyâmet kopup, Sur’a üfürülünce; kuru odun parçalarına dönmüş bütün ağaç ve otların, kış uykusuna yatan hayvanların; yeniden uyanıp yeşillenip eski neş’eli hayattar vaziyetlerine kavuşmaları gibi; her insan ve cin ismiyle, cismiyle, resmiyle iade edilecek, maddi cesetleriyle dirilecekler. Ekrana yazıp, hafızaya aldığın yazı ve şekillerin bir tuşla yeniden ekranı doldurduğu gibi. v.s. Etrafımızda gördüğümüz binlerce canlı örnekler bunu ispat ediyor.
    Bekleme dönemi olan kabir hayatında doğruları yanlışlarından fazla olanlar ruhani mükafatlara mazhar olacaklar. Yanlışları fazla olanlar ruhani azaplara maruz kalacakjlar. Hatta Haşir meydanında büyük mahkemede Cenâb-ı Hak(C.C.) rahmetiyle kıymettar bir iyiliğine karşı çok günahlarını affedecek. “Rahmetim gadabımı geçti.” diyor. İnanmadığı halde iyilik yapmış, faydalı hizmetlerde bulunmuş kimselerin ise iyiliklerine karşılık Cehennemdeki cezaları hafifletilecek. Hatta bazen Cehennem içinde; doğudaki kış şartlarının yanında Iğdır ovası gibi mikroklimik; Cehennem içinde Cennet hayatına yakın bir mükâfatla mükâfatlandırılacağını; Bediüzzaman Said NURSİ Hazretleri (R.A.) müjde veriyor.
    Nasılki Cenneteki mertebeler alınan doğru puanlara göredir; Cehemdeki azaplar da ceza puanlarına göredir. Yani Cehenneminde dereceleri var. Müslüman görünen münafıklar; özellikle âhir zamanın, hatta düyanın en büyük münafığı en alçak mevkiye, en dehşetli azaba çarpılacak. Bir de İslâm’da “Essebebi Kelfail” vardır. Yani kim neye sebeb olmuşsa o onu yapmış gibidir. Hayra sebeb olmuşsa, onun izinden gedenler adedince sebebiyyet derecesine göre, sevab; şerre sebeb olmuşsa, onun izinden gidenlerin işlediği günahlar kadar,sebebiyyet derecesine göre günah; amel defterine eklenir. Katlanarak gidiyor, ışık hızıyla alçalıyor. Allah(C.C.)’ın sonsuz azabını kendine çekiyor.
    Cihangirbir padişahı muti ahali, ihsanperver bir sultan olarak tanır; adliye dairesi onu hakim-i adil olarak tanır; askeriye onu kumandan-ı azam olarak tanır; elçi ve ziyaretçiler onu gayet misafir perver olarak tanır; eşkıyalar onu çok acımasız bir intikam alıcı olarak tanır; v.s. Sultan-ı Zülcelâl’in her birine bakan ve herbirine farklı muameleyi gerektiren esma ve sıfatı vardır. Aklı başında olanlar gadabını değil rahmetini celbeden işler yapar.Yoksa hasiret dünya vel ahiret!….
    Allah(C.C.) İnşirah-ı sadr nasip etsin. Siz bildiklerinizi yaşarsanız Allah(C.C.) bilmediklerinizi de bir vesileyle size öğretir. İnkarcılar imansızlığın verdiği dünyevi cehennem içinde kıvranıyorlar. Dünyanın ahiretin tarlası olan ve Allah(C.C.)’ın isimlerine ayinelik yapan güzel yüzünü göremedikleri için cehennem azapları daha cehenneme gitmeden vicdanlarını kavurmaya başlamış. Nasıl bir insan büyük bir ikramiyeyi kazansa daha almadan uçar.
    İsim ve sıfatları sonsuz olanın ikram ve hediyeleri de sonsuz olacaktır. Peygamber Efendimiz(A.S.M.) Mi’râca çıkınca dünya gözüyle Cenâb-ı Hak’kı gördü.Cennet ve Cehennemi gördü ve içindekilerle görüştü.Bediüzzaman hazretleri birkaç dakikalık zaman-ı mi’râç dünyamızın binler senesini içine almıştır; diyor. Mi’râçla beka âlemine girdi; beka âleminin bir kaç dakikası dünyanın binler senesi hükmünde. Dönünce Cenneti tarif ederken:”Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de kalb-i beşere hutur etmiştir.”diyor.
    Onun için nefse uyup günah işlesek de o günahımızın başkalarına zarar vermemesine dikkat etmeliyiz. Bizim günahımız bize yeter, bir de başkasının günahına ortak olmamaya özellikle dikkat etmeliyiz. Ve hemen irademize hakimiyeti kurar kurmaz, tevbe edip, istiğfar getirip; elimizden gelirse iyilik yapmalıyız. Bir daha o günahı işlememek için o ortamdan uzaklaşmak da mânevi hicrettir. Bununla beraber Allah(C.C.)’ın affedemeyeceği günah yoktur. Bediüzzaman Kul hakkı mes’elesinde o hatakârın sevabı verilir; o da yoksa Allah(C.C.) dilerse; Hazine-i Hassa’dan verilir; günahkâr affedilir; hak sahibi de hakkını almış olur, diyor. Bütün mes’ele Allah(C.C.)’ın rızasına erebilmektir.
    Günahlarımızın soru kitapçığındaki puan derecelerine göre ceza puanı alırız. Allah(C.C.)’ı inkar edersek, o zaman bütün kainat O’nun varlığının delili olduğu için; bütün o delilleri yalanlamış duruma düşeceğimiz için çok büyük bir kabahat işlemiş oluyoruz. Bütün kainatın şehadetlerini yalanlayan, diğer bir deyişle hepsinin hukukuna tecavüz eden bir adamın ebedi azaba çarptırılması mantığa ters düşmez, adalettir. Yoksa bütün kainat o boş boğaz hakkında davacı olacaklardır.

    Bir de Allah(C.C.) müslümanların günahlarının karşılığında sevaplarını alacak.Sevapları yetmezse karşılığında ceza görecek. Bazan bir iyiliğine karşılık çok günahlarını silecek. Allah(C.C.) bizlere rahmetiyle muamele etsin. Sonra yine Cennet’e girecekler. Cehennem’de sonsuz kalacaklar: Allah(C.C.)’a ortak koşanlar la inkar edenlerdir. Onlar da ölmeden önce tevbe eder makbul bir iman getirirlerse eski günahları affedilir ve onlar da Cennete girerler. Tevbe eden affa müstahak olur.

    İslâmiyet insanı hem dünyada, hem de ahirette huzura kavuşturuyor. Her akşam yatıp, sabahleyin yeniden uyandığımız gibi; ölüm uykusundan da haşrin sabahında Sur’a üfürülünce cesedlerimizi giyinerek kalkacağız. Ceket, pantolon vücudumuzun elbisesi; vücudumuz da ruhun elbisesidir. Kabir hayatı ise Sur’a kadar ruhani bir hayattır. Sur’la cismaniyet başlar.
    Ahiretin varlığı dünyanın ve kainatın varlığından daha kesin ve kat’idir. Çünki şu kainatın bütün kaide ve kuralları, kayıt ve muhafazaları bir mahkeme-i kübranın geleceğini akıl gözüne gösteriyor. Eğer ahiret gelmez se bütün bu masraflar, icraatlar, kayıtlar, haksızlıklar, zulümler, ikramlar, ihsanlar boşu boşuna gidecek demektir. Allah(C.C.)’ın adaleti buna müsaade etmez.
    Cennet ve cehennem O Kadir-i Zülcelal’in mevcut, hazır ülkesidir. Anahtar teslimi beklemektedir. Kıyamet kopunca dünyamızdan münasip maddeler de herbirirne gönderilecek ve tam tekmil edilecektir. Melekler ve ruhaniyat cennetin salonlarında gezdiklerini insanların kamilleriyle görüştüklerinde haber vermişler.
    Burada bir kuş daldan dala, ağaçtan ağaca uçtuğu gibi, imtihan kapanınca ehl-i cennetin vucutları ruhun hafifliğinde, hayal süratinde, kainat genişliğinde, kalbin bütün arzularında lezzet ve saadete mazhar olduğu gibi; Cenab-ı Hak’kı da cismani gözleriyle görmeye muvaffak olurlar.
    Ehl-i cennet dünya maceralarını cennet koltuklarına yaslanıp çok boyutlu, gerçek görüntülerini seyretmeyi elbette arzu edecek, seyretse çok lezzet alacak.
    İnsanın saadetinden binler derece yüksek lezzet ve sürur; bütün, cin, ins, melek ve ruhaniyatı herbirine has hizmetlerde çalıştırıp, onların isdidat ve kabiliyetlerini kuvveden fiile geçirirp, filizlendirip sünbüllendirmesiyle onları memnun, mütelezziz ve minnettar etmekle tabirinde aciz olduğumuz kudsi bir hazzı Zât-ı Zülcelal alır.
    Kainatta tecelli ettirdiği Esma-i Hüsnasını çukur aynaların odak noktası gibi insanda toplamış. Koca çam ağacını küçük çekirdeğinde toplayan Allah insanı kainata çekirdek ve meyve yapmış. İnsan kainat ağacının en güzide meyvesidir. Ona verilen ruh ve duygular vasıtasıyla kainat kadar genişleyebilir.
    Mazinin derelerinden gelip ; istikbalin dağlarına doğru kafile-i beşer sevkedilmektedir. Kainatta tekamül kanunu vardır. Yüz sene önce ruhumuz alem-i ervahta idi; yaklaşık yüz sene sonra haşir meydanında olacaktır. Bir de; herşey O değil, herşey O’ndandır.” Vacibül Vücuda benzemeye çalışınız.” Felsefenin bir düsturudur. Hikmet-i Kur’aniye ise: “Tahallaku bi ahlakıllah.”der. Yani Allah(C.C.)’ın ahlakıyle ahlaklanınız, yani Allah’ın model olarak yaşattığı Hz.Muhammedin(A.S.M.) Sünnet-i seniyyesiyle süsleniniz, demektedir. Zaten fani, aciz insanın nihayetsiz Azamet ve kibriya sahibi Kainat sultanına benzemeye çalışması ne kadar tezattır.
    Muhyiddin-i Arabi Hazretleri gibi ruhen yükselip, kainatı arkasına atamayan, tevhidde garkolamayan bir ruh; ehl-i tevhidin istiğrak halinde kullandığı ifadeleri kullanırsa çok yanlış eder. Minarenin başında olanların gördüklerini ve halet-i ruhiyelerini, kuyunun dibinde olanlar anlayamazlar ve o halet-i ruhiyeyi yaşayamazlar.
    Elbetteki sıradan bir iş değil şu âhir zaman çağlayanları ve derin girdaplarında kulaç sallayabilmek, karşı sahile ulaşabilmek; hem de onu takip eddenleri de Ehl-i Sünnetin çizgisinde sevkedebilmek. Bu ancak “Bir tek kişinin dahi Cehennemden kurtulması için kendimi feda edebilirim” diyen şefkat kahramanı Bediüzzaman Said NURSİ’ye müyesser olmuştur.
    Kur’ânın surlarının yıkıldığı, şairin “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yokmudur kurtaracak bahtı kara mâderini.”diye feryat ettiği, tekkeler, zâviyeler, hatta camiler, Kur’ân kursları, medreseler, hilâfet merkezi kapatıldığı; ezan okumak ve Allah(C.C.) demenin yasak olduğu bir zamanda, herşeyini feda eden, bütün ömrü boyunca bu çizgisinden zerre taviz vermeyen, İslâmın eşşiz kahramanına açılır o sırlar. İstanbul’u ancak Fatih ruhunda olan biri fethedebilirdi; ve fethetti.
    Bediüzzaman Peygamberimizin haber verdiği; ümmetin bin yıldır beklediği Mehdi (A.S.) olduğu için şimdiye kadar sorulmuş ve kıyamete kadar sorulacak can alıcı sorulara İlham-ı İlâhi ile cevaplar vermiş. Yani inkâr asrını ispatla fethediyor. Nice inatçı dinsiz feylesoflar, binbir türlü sapık fikir ve görüş sahipleri, ırz ve namus düşmanları bu iman abidesi karşısında eridiler. Sanki yeniden yaratıldılar. Said Nur ve talebelerini seyrederken insan asr-ı saadetin yaşar gibi oluyor.
    Eğer okulda öğrencilere ders verecek öğretmen yoksa; okul, talebe ve bütün eğitim ve öğretim araç ve gereçlerinin mevcut ve mükemmel olması bir mana ifade etmeyecektir.
    Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, manasız bir kağıttan ibaret kalır! Kainat Peygamberimizin mesajlarıyla abesiyetten, manasızlıktan, karmakarışıklıktan, başıboşluktan, kıymetsizlikten, neticesizlikten kurtulmuş; kitâb-ı samedâni mertebesine yükselmiştir. Bu yüzden “Ey habîbim sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Hadis-i Kudsî’si hak ve hakikattır.
    Ressam umumun rağbetini kazanmış en güzel tablosunu elbette ki herkesten çok sever. Ve bütün diğer sanat ve süsleme vesilelerini onda toplar; O’nu en rağbetli bir model yapar.
    Karamanın koyunu , sonra çıkar oyunu. İslami ölçülerde kalmayan kadın olsun erkek olsun istisnasız denecek kadar derecede ekseriyetle yaşlanınca suratlarına bakılmayacak derecede çirkinleşiyor ve insanı ürkütüyor.
    İntihar etmek için yüksekçe bir yere çıkmış atlamak üzere olduğunu gören her insaf ve merhamet sahibi orada toplanıp ellerinden geldiği kadar saatlerce bir şeyler yapmaya çalışırlar. Belki atlasada ufak tefek kırıklarla kurtulabilir. Fakat zamanızdaki iman fukaralarının dururmu ona hiç benzemiyor, Allah(C.C.)’ı inkâr eden adam ölmeden önce tevbe edip iman getirmediği sürece ebediyyen Cehennemde kalacaktır.
    Deney canlıları değil Allah(C.C.)’ın en mükemmel yaratıklarıyız. Çok kıymetli misafirleriyiz; bizi Cennetine davet ediyor. Muhataplarıyız. Kelâmında dağı taşı galaksileri muhatap almıyor. İnsan ve cinleri. Basit bir insan dahi bir fakire verdiği sadakayı, bağışı geri almaktan ar eder. Elbette ki insana veriği başta ruh olmak üzere maddi, manevi cihazları geri almayacak daha mükemmel haliyle yani 33 yaş dinçliğinde ebediyyen iade edecektir. Çok şükür ki insan yaratılmışız. Varlıkların en üstünü.
    Daha borcunu ödememiş bir kimsenin yeni şeyler istemesi adalet ve mantıkla bağdaşmaz. Şu ana kadar ki; bize verilen ve istifade ettiğimiz nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyemeyiz. Yeterki bunca nimetlerle ellerimizi, eteklerimizi dolduran, insanları çok seven yaratıcımız rahmetiyle bol bol affedeceğini, puanlamada çok cömert davranacağını bildiriyor; biraz gayret gösterelim. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olursa; bütün bu sahip olduğumuz maddi, manevi nimetlere karşı teşekkür etmeliyiz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: