Bilimin Çözemediği Sırlar ve Olaylar
Asırlardır gizemi anlaşılmaya çalışılan, varlığı ve yokluğu tartışılan, somut kanıtlara sahip olunamadığı için sır olarak kalmayı devam ettiren, bilimin bir türlü kesin bir açıklama yapamadığı gizemli olguların listesi.
Önsezi
İster altıncı his, ister önsezi denilsin herkesin yaşamında en az bir ya da birkaç kez sezgilerini rehber alarak hareket ettiği olmuştur. Bazen kimi insanların altıncı hisleri doğru alarm verir. Psikologlar bu durumu açıklarken insanların bilinçaltlarında, farkında olmadan çevresindeki dünya hakkında bilgi topladığını belirtiyorlar. Bu şekilde biz aslında sadece ‘görünüşte bilmediğimiz’ bazı şeyleri biliyor ya da hissediyoruz. Ancak söz konusu bilgiler bilinçaltımızın derinliklerinde yaşadığı için, bunun nasıl olduğunu bir türlü anlayamıyoruz. Bu açıklama bazıları için tatmin edici olsa da birçok araştırmacıya göre önsezi ispatlanması ve üstünde çalışılması zor bir konu.
Asla Bulunamayan Kayıplar
İnsanlar bazen ortadan kaybolur. Bazıları büyük çaplı ve cesetlerin tanınamadığı kazalarda yitip gider, bazıları cinayet kurbanı olur. Kayıplar ölü ya da diri bulunur. Ancak bazı insanlar vardır ki neredeyse tek bir iz bırakmadan ortadan kaybolurlar, adeta buharlaşırlar. 1872 yılında Portekiz yakınlarında bulunan “hayalet gemi” Marie Celeste’in mürettebatı, Amerikan işçi lideri Jimmy Hoffa bu şekilde kayıplara karışan insanlardan sadece bazıları. Kaybolan insanlar, normal şartlarda polis soruşturması, itiraflar ya da tesadüf sonucu bulunuyor. Ancak ortada hiçbir olay ve kanıt olmadığı zaman insan ister istemez psişik detektiflerin işe ele atması gerektiğini düşünüyor.
Ölümden Sonra Hayat
Ölümden sonra hayatın varlığı insanların en fazla merak ettiği konuların başında gelir. Bazı insanlar inançları gereğince bunun varlığından emindir, bazısı da şüphe duyar. Ölüme yakın deneyim geçiren bazı insanlar, karanlık bir tünelde yol alıp, sonunda beyaz bir ışık huzmesine kavuştuklarıyla ilgili bilgiler anlatırlar. Bunlar arasında sevdiklerine kavuşmak, tuhaf bir huzur hissetmek gibi anlatımlarda vardır. Bu deneyimler oldukça etkileyici olmakla birlikte hiç kimse “öbür taraf”tan elinde bir kanıtla ya da doğrulanabilir bir bilgiyle geri dönmeyi başaramıyor. ‘Öbür dünya’ olaylarına şüpheyle bakanlar, söz konusu deneyimlerin travma geçirmiş bir beynin gördüğü halüsinasyonlar olduğunu söylüyorlar. Genellikle ölümle ilgili sorulara verilen yanıtlar dini inanışlara göredir. Ünlü kök hücre araştırmacısı Dr. Robert Lanza’nın kuantum teorisi üzerine yaptığı araştırmalar sonucunda bu soruya verdiği bir cevap var. Dr. Robert Lanza’ya göre ölümden sonra bilincimiz kaybolmuyor, başka bir evrene transfer oluyor. Beden ölümünün yaşamın sonu olmadığını söyleyen Lanza, ölümün algımızın bir parçası ve farkındalığımızın yarattığı bir ilüzyon olduğunu ifade ediyor. Lanza’ya göre hayat sona ermiyor, başka bir boyutta sonsuza kadar devam ediyor.
Déjà vu
Fransızca’da Dejavu “daha önce görüldü” anlamını taşır. İlk kez 1876’de Fransız Fizikçi Emile Boiraç tarafından kullanıldı. Anlatmak istediği durum ise şöyle: Özel bir anı ya da birtakım koşulları, aynı şekilde daha önceden de yaşamış olduğunuzu hissetme hali. Herkesin hayatında bir veya birkaç kez yaşadığı bu duygu, şaşırtıcı, gizemli ve ürkütücüdür. Birçok insan “déjà vu” hissini psişik bir deneyim olarak algılar. Bazılarına göreyse bunlar önceki hayatlarımızdan davetsiz çıkıp gelen anlık karelerdir. Araştırmacılar “déjà vu” ile ilgili bazı açıklamalar yapmaya çalışsalar da de bu esrarengiz hissin nedeni bir sır olmayı sürdürüyor.
Dejavunun sebebi tam olarak bilinmiyor. Araştırmalara göre insanların üçte ikisi hayatında en az bir olayı, daha önceden yaşadığı hissine kapılıyor. Diğer hafıza proplemlerinin aksine, gençlerde daha fazla görülüyor. 20.yy boyunca psikiyatrlar, dejavuyu Freud’çu açıklamalarla bastırılmış duyguların geri çağrılmaya çalışılması olarak ifade ettiler. Şimdiye kadar ileri sürülen teoriler arasında, tıpkı göz seğirmesi gibi istem dışı olarak beynin hafızaya aşinalık sinyali göndermesi olabileceği de bulunuyor. St Andrews Üniversitesi’nden Dr Akira O’Connor, bu görüşün epilepsi ve demans hastalarının daha fazla dejavu hissini yaşamasını da açıklayabileceğini söylüyor. Colorado State Üniversitesi’nden Profesör Anne Cleary ise, dejavunun, bir odanın şekli gibi gerçekten aşina olan birşeyin, hafızayı yanıltması olabileceği görüşünde. Bilim adamları, 23 yaşındaki İngiliz bir erkeğin yaşadıklarının dejavunun neden olduğuyla ilgili açıklamalara yardımcı olabileceğini belirtiyor. İngiliz genç, “Her şeyi daha önceden gördüğü için” televizyon izlemekten, radyo dinlemekten ve gazete okumaktan bile kaçınacak duruma geldi. Bu olayı inceleyen bilim adamları ilk kez dejavunun nedenleri arasında anksiyeteye işaret ettiler. Araştırmayı yapan uzmanlarda Bilişsel Nöropsikolog Dr. Chris Moulin, hastanın geçmişte depresyon ve aşırı stres yaşadığını ve bir kez de uyuşturucu madde olan LSD’yi kullandığını söyledi. Dr. Moulin’in açıklaması şu şekilde: “Çok çarpıcı bir vaka. Genç adam dejavu dışında olanların farkında. Ama aklının sürekli olarak kendisine oyun oynadığı duygusu yüzünden travma yaşıyor. Hasta artık dejavunun dejavusunu görmeye başladı. Bu vaka tek başına anksiyete ile dejavu arasında bağ olduğunu kanıtlamaya yetmese de, gelecekteki araştırmalar için ilginç bir kapı aralayacak”.
Hayaletler
“Ölü insanlar görüyorum” repliğiyle zihnimize kazınan “Altıncı His” filminden ya da birçok insanın katıldığı ruh çağırma seanslarından, çocukken dinlediğimiz korkulu hayalet hikâyelerine kadar ruhlar üzerine hep konuşulur. Hayaletlerin varlığı hakkında kanıt olmamakla birlikte, onları gördüğünü, onlarla konuştuğunu, onların fotoğraflarını çektiğini ısrarla anlatan tanıklar mevcut. Hayalet vakalarının ilk belirtisi genellikle sesler oluyor. Tıklama sesi ve tıkırtılara sıkça rastlanıyor. Genellikle ayak sesleri duyuluyor. Görünmeyen birinin üstü başı dallarla kaplıymış gibi ya da yerde birini ya da bir şeyi sürüklüyormuş gibi sesler var bir de. Bozuk para şıngırtısı oldukça yaygın. Ev boş olduğu halde birinin mobilyaları çektiğinin duyulması, seslenme ve çığlık sesleri, bir kahkaha sesi, gazete hışırtısı gibi sesler de duyulabiliyor.
Duyu Ötesi Algı
Duyu ötesi sözcüğü normal duyularımızı kullanmadan olayları algılamamızı sağlayan bir tür yetenek ya da yetenekler dizisini ifade eder. Hem Doğu hem de Batı toplumlarında, bazı insanların bir tür psişik güçleri olduğuna inanılır. Bugüne dek psişik yetenekleri olduğunu söyleyen kişiler, araştırmacılar tarafından birçok teste tabi tutuldu. Ancak elde edilen sonuçlar bazen olumsuz bazen de muğlak ve kuşkuluydu. Altıncı hissin gücüne inanan kişiler, psişik güçlerin test edilemeyeceğini, çünkü bir nedenle kendilerine şüpheyle yaklaşanların ya da bilim adamlarının yanında azaldığını vurguluyor. Eğer bu tespit doğruysa, bilimin psişik güçlerin varlığını, gelecekte de ne ispat edebilmesi ne de çürütebilmesi mümkün görünmüyor.
Beden/Zihin Bağlantısı
Latince bir kelime olan Plasebo’nun anlamı “hoşnut olacağım” demektir. “Plasebo Etkisi” zihinle beden arasındaki ilişkinin en basit kanıtı. Bu etki kendini şu şekilde gösteriyor: Sahte, yani aslında ilaç olmayan bir ilaç aldıklarını bilmeyen habersiz denekler, bir hap ya da şurup içtiklerinde ve dolayısıyla iyileşeceklerini düşündüklerinden kendilerini çok daha iyi hissediyorlar. Üstelik etki kimi zaman bununla da kalmıyor, tıbbi belirtilerde de bir düzelme görülüyor. Plasebo deneklerine bakınca, insan zihni neye inanırsa bedeninin de onu yaşadığına hüküm getiriyor. Bu inanılmaz bağlantı çok sınırlı biçimde açıklanabiliyor. Ancak birçok uzman, zihnin yardımıyla bedenin kendi kendini iyileştirebilme gücünün, modern tıbbın yaratabileceği bir “mucizeden” çok daha büyüleyici olduğuna inanıyor. Uzmanlar, plasebo etkisini senelerdir biliyor ve ilaç testlerinde kontrol aracı olarak kullanıyor. Şimdi de plaseboyu, beyni bedene, inancı deneyime bağlayan nörokimyasal mekanizmaya açılan bir pencere olarak görüyorlar.
İnsan beyninin hastalıklar için kendi reçeteleri ve kendi eczanesi var. Bir Parkinson hastası ameliyat ediliyor. Beynine ilgili merkeze elektrot yerleştiriliyor. Bu ameliyatların bazen bilerek sahtesi yapılıyor ve hastaların tedavi oldukları gözleniyor. Mike Pauletich, Parkinson semptomlarını geriletmek amacıyla ameliyat edildiğine inanıyordu. Oysa sahte bir ameliyat olmuş ancak buna rağmen önemli bir iyileşme yaşamıştı. “İster plasebo ister ilaç etkisi olsun, benim için önemli değil” diye konuşuyor. Bilim adamları, “Plasebo etkisi” denilen hastaları tedavi olduklarına inandırmanın yarattığı etkinin sanılandan çok daha fazla olduğu sonucuna varıyorlar.
UFO’lar
UFO denildiğinde genellikle insanların aklına uçan daireler, uzay gemileri gelse de UFO’nun açılımı ‘Tanımlanamayan Uçan Nesne’. Bu nedenle UFO diye bir şey var. Çünkü dünyanın her yerinde, gökyüzünde ne olduğunu tanımlayamadıkları birtakım objeleri gördüğünü söyleyen insanlar mevcut. Fakat bu obje ve ışıklar, aslında uçak mı, meteor mu yoksa gerçekten uzay gemisi midir, bu bir türlü açıklığa kavuşamıyor.
UFO fenomenleri bazen yalnızca gözlemcilerin iddiasından, bazen de çeşitli kayıt cihazlarıyla elde edilen görüntü ve seslerden ibarettir. Daha öncesinde de UFO gözlemleri yapılmış olmakla birlikte, gözlem raporları 1950’li yıllardan itibaren, özellikle ABD’de büyük bir artış göstermiştir. UFO’larla ilgili kayıt ve iddiaları inceleyen kişilere ufolog, bu uğraşa ise ufoloji adı verilir. Ufologların hepsi UFO olaylarının tümünü Dünya dışı canlılara bağlamazlar, ufologların bir bölümü bazı UFO olaylarının sosyopsikolojik nedenleri üzerinde dururken, bir kısmı da bazı UFO fenomenlerinin ruhsal mahiyeti olan paranormal fenomenler olabileceği görüşündedir.
Taos Uğultusu
ABD’nin New Mexico eyaletindeki Taos şehrini ziyaret eden insanlar, senelerdir, çöl havasında esrarengiz, güçsüz, düşük frekansa sahip bir uğultu ve titreşim duyduklarını söylüyorlar. Bazıları bunun çöldeki tuhaf bazı akustik sorunlarından kaynaklandığını ifade ederken, bazıları da bir çeşit kitle histerisi veya uğursuz bir sır olduğun düşünüyor. 1991’de yerel halk düşük frekanslı, gümbürtü benzeri bir sesten şikayetçi olmuş. New Mexico eyaletindeki Los Alamos Ulusal Laboratuvarı’ndan araştırmacıların yanı sıra, yerel uzmanların yaptığı inceleme bir sonuç vermemiş.
İngilizce’de “Hum” olarak ifade edilen uğultu, dünyanın en gizemli olaylarından biri olduğu gibi, insanları intihara sürükleyen bir soruna dönüşmüş durumda. Bu uğultuya maruz kalanlar, baş ağrısı, mide bulantısı, halsizlik, burun kanaması ve uyku bozukluğu gibi rahatsızlıklar çekiyor. İngiltere’de bugüne kadar en az 1 kişi “Hum” yüzünden intihar etti. Akustik mühendisi Geoff Leventhall’ın yaptığı bir araştırmaya göre, “Hum” bulunan bölgelerdeki nüfusun yalnızca % 2’si bu uğultuyu duyuyor. Bu sese maruz kalanlar ise genellikle 55-70 yaş arası insanlar. İngiltere’nin Leeds kentinde gürültüye maruz kalan Katie Jacqures yaptığı açıklamada, “Bu bir nevi işkence. Bazen gerçekten çığlık atmak istiyorsunuz. Geceleri çok daha kötüleşiyor… Uyumak zorlaşıyor çünkü arka planda sürekli bu sesi duyuyorsunuz. Sürekli dönüp duruyor ve kafanızı daha fazla bu sese takıyorsunuz” şeklinde konuştu.
Bilim adamlarının araştırmalarına rağmen, esrarengiz uğultunun neden yanızca belli bölgelerde, populasyonun belli bir kısmını etkilediği hala gizemini koruyor. İlk kez 1950’li yıllarda gündeme gelen gizemli uğultu, ilerleyen senelerde daha fazla bölgede düşük frekanslı, bir “zonklama ve gümbürdeme” tarzı bir gürültü olarak daha fazla yerleşim biriminde duyulmaya başlandı. İngiltere’nin Bristol şehri; ABD’nin New Mexico eyaletindeki Taos ve İskoçya’nın Largs kasabası, “Hum” eziyeti çeken yerleşim birimlerinden bazıları. Diğer yerleşim birimleri arasında Ontorio eyaltinin Windsor ve Avustralya’nın Sydney kenti sınırlarındaki Bondi bölgesi bulunuyor. Telegraph gazetesine konuşan Avustralyalılar, çaresizlikten ya fanlarını ya da müzik setlerini açık tutmaktan başka bir çözüm üretemediklerini söylüyor. Bu çaresizliğin en büyük kurbanı ise Amerika’nın Indiana şehrinde bulunan Kokomo kasabası. Bir zamanlar 47 bin kişinin yaşadığı kasaba, “Hum” sebebiyle 2003 yılında boşaltıldı. Hakkında birçok komplo teorisi ortaya atılan ve bazıları tarafından gizli bir psikolojik silah olduğu iddia edilen “Hum”, birçok görüşün doğmasına neden olmuş durumda. Ancak bilinen bir tek gerçek var: O da şimdiye kadar hiç kimsenin bu tuhaf sesin kökenini ortaya çıkaramadığı. İngiliz araştırmacı Leventhall, gizemli olayın yakın zamanda çözülebileceğinden şüpheli. Leventhall, “Bu 40 yıldır süren bir gizem. Daha uzun bir süre de böyle kalacağa benziyor” dedi.
Son Yorumlar