Reenkarnasyon Nedir? Yaşanmış Reenkarnasyon Hikayeleri
“Ben bu olayı daha önce de yaşadım galiba” dediniz mi hiç? Ya da ilk defa gittiğiniz bir yerde “Ben buraya daha önce de gelmiştim?” duygusuna kapıldığınız oldu! mu? Çoğumuz böyle hislere kapılmışızdırzaman zaman… Ama üstünde durmadan, gülüp geçmişizdir. Bilinmeyenler dünyasını araştıranlar ise böyle düşünmüyorlar. Onlara göre bu hisler daha önce dünyaya başka bir kimlikle geldiğimizin bir göstergesi olabilir.
Reenkarnasyon Gerçek mi?
Reenkarnasyon, yani eski Türkçe şekliyle ‘tenasüh’ ruhun bir canlıdan ötekine, bazen de insandan hayvana ya da hayvandan insana geçmesi anlamına gelen tarih kadar eski bir dini inanç. Felsefede buna ‘ruh göçü’ veya ‘ruh sıçraması’ deniyor. Özetle, insanın bedeni ölünce, ölümsüz ruhu başka bir canlıya geçiyor. Ölen birinin kişiliğinin bazı durumlarda başka bir canlının vücuduna girerek yeniden dünyaya gelmesi, dünyada en eski ve en yaygın inanışlardan biridir. Dinlerin bir çoğunda bu olguya rastlamak mümkündür. Bu inancın bazı öğelerine Hinduizm, Budizm, Sihler, Konfûçyanizm gibi dinlerde rastlanmaktadır.
Ölümden sonra ne olduğu bilinemez. Gerek ölümden sonra tekrar doğulacağı, gerekse ölümden sonra ‘öbür dünyada’ yaşanacağı hakkında ‘bilimsel’ gösterge yoktur; ancak insanoğlunun bu konudaki inancı oldukça gerilere gitmektedir. Günümüzün 50.000 yıl kadar önce yaşayan Neandertal tipi insanlar ölülerini gömerken yanına yiyecek ve gerekli aletleri de gömerlerdi. Bu onların inanışı açısından ölümden sonraki yaşamın da kendi yaşamlarından farksız olduğu düşüncesinden kaynaklanmaktaydı. Romalılardan önce İtalya’da yaşayan Etrüskler’in mezarlarında ise çeşitli ev eşyaları ve ruhun yolculuğunu kolaylaştırması için konulan at arabaları bulunmuştur.
Reenkarnasyon Hangi Dinde Var?
Eski medeniyetlerde devlet yöneticilerinden biri ölünce yapılan görkemli gösteriler o kişinin öbür dünyada da aynı görevi yerine getireceği inanışından kaynaklanmaktadır. Ur kentinde yapılan arkeolojik kazılarda Kraliçe Şubad’ın mezarının içinde ondan başka 68 kişinin daha iskeletine rastlanmıştır. Bunlar kraliçenin maiyetinde bulunan kişilere aitti ve yapılan araştırmalar, bu kişilerin ölümü zorla değil, gönüllü olarak kabul ettiklerini düşündürmüştür. Günümüzden 4500 yıl önce gerçekleşen bu bir anlamda kitle katliamının nedeni, kraliçenin öbür dünyada da maiyetiyle birlikte olması ve onların yardımına gereksinimi olmasıydı. 500 yıl önce Güney Amerika’da yaşayan İnka’ların da benzer inanışları vardı. Aynı zamanda tanrı da olduğuna inandıkları imparatorları ölünce, onu en güzet kıyafeti ile mumyalarlar ve festivallerde tapınmak üzere meydana çıkarırlardı. İnkalar imparatorlarının ruhunun başka bir dünyada yolculuk yaptığına inandıklarından onun cenaze töreninde en sevdiği eşlerini ve hizmetçilerini de öldürüp, onunla birlikte gömerlerdi.
Ölümden sonraki yaşama en çok önem veren medeniyet ise, eski Mısırlılardı. Her Mısır kentinin yanında bir de ölüler kenti bulunurdu. Ve ölümden sonraki yaşam konusunda daha demokratik bir anlayışa sahiptiler; yalnız imparatorlar değil, sıradan insanlar da ölümden sonra yaşama şansına sahiptiler. Ne var ki ruhun yaşayabilmesi için vücudun da yaşaması gerektiğini düşündükleri için oldukça gelişmiş mumyalama tekniklerine sahiptiler. Mezarlara ise yine yiyecekler, mücevherler ve çeşitli eşyalar konurdu. Mısır inanışına göre ölen kişilerin ruhları uzun bir yolculuktan sonra yeraltı tanrısı Osiris ve 42 yargıcın karşısına çıkardı. Kalpleri adaletin terazisinde tartılır ve yaşamları boyunca işledikleri günahlar teker teker tartışılırdı. Ölümden sonra yaşama şansına sahip olabilmesi için insanın ruhunun bu uzun sınavdan başarıyla geçmesi gerekliydi.
Perslilerin dini olan Zoroastrianizm’de de yine aynı şekilde ruhun yolculuğa çıkması ve karar günü inanışı vardı. Ölümün dördüncü gününde ruh bir köprüyle karşılaşır, köprünün ortası ise bıçak gibi keskindir. Yalnız hayatları boyunca günah işlememiş kişiler geçerken bu keskin yeri düzelir ve kişi karşıya geçebilirdi. Köprünün öbür ucunda ise çok güzel bir kız görünümündeki ruhsal varlık, insanı alıp cennete götürürdü.
Eski Yunanlılarda ölümden sonraki yaşam hakkında çeşitli teorileri vardı. Bunlardan en yaygın olanı ölen kişinin ruhunun yeraltı tanrısı Hades’in kentine gitmesiydi. Yunanlıların cehennemlerine Yartoros, cennetlerine ise Elsi Çayırları denilirdi. Şanslı ruhların gittiği bu çayırda hep ilkbahar mevsimi hüküm sürerdi. Bir başka eski Yunan inanışı ise Pitagoranizm idi. Ünlü matematikçi ve filozof Pitagor’un ortaya attığı bu görüşe göre ruh vücuda ‘düşerdi’ ve tekrar özgür kalabilmesi için önce uzun bir yolculuk yapması ve birçok kereler dünyaya gelmesi gerekiyordu.
Yeniden dünyaya gelme inancı en çok Asya ülkelerinde güçlüdür. Hindistan’daki en yaygın din olan Hinduizme göre insanın ruhu dünyadaki ruhunun bir yansımasıdır ve yaşamın temel amacı, ölümsüz yüce ruh olan Brahma ile birleşmektir. Ancak bu birleşme gerçekleşmeden önce insan ruhu çeşitli yolculuklar yapar ve birkaç kez dünyaya gelir. Bu dünyaya gelişler insan ya da hayvan biçiminde olabilir. Bütün bu yeniden doğuşlar çarkına “Sansara’nın Tekerleği” adı verilir, başı ya da sonu yoktur. Hindularda bir insanın yaşamı boyunca sürdüğü hayat tarzı bir sonraki yaşamını etkilerdi. Örneğin bir insan kötü ve günahkâr bir yaşam sürmüşse bir sonraki hayatında bir köpek olarak dünyaya gelirdi. Ama eğer iyiliklerle dolu bir yaşam sürmüşse, Hintlilerce kutsal kabul edilen inek biçiminde ya da tüm kast sisteminin en üst kademesinde yer alan bir Brahman olarak dünyaya gelebilirdi. Bütün bu yeniden dünyaya gelişler arasında, ruh çeşitli cennet ve cehennem katlarında da bulunabilirdi. Cehennemlerin bazısı buz gibi soğuk, bazıları ise kaynar derecede sıcaktı. Cennette ise müzik ve güzel kızlar vardı.
25 yüzyıl önce ortaya çıkan Budizm dininde de Hinduizmde olduğu gibi reenkarnasyon inanışı vardır. Bütün bu reenkarnasyonların sonucunda kişi nefsini kontrol edebilmeyi, mutluluğun ve hatta yaşamın peşinden koşmayı bir kenara bırakabilmelidir. Bütün dünyevi zevklerden elini eteğini çekip acıya ya da zevke aynı kayıtsızlıkla bakabildiğinde, Nirvana’ya ulaşmış sayılır. Ruhun büyük bir olgunluğa ulaşması demek olan Nirvana’ya ulaşıldığında ruh artık reenkarnasyon çarkından kurtulmuş olur. Artık o Batılıların anladığı anlamda bireysel bir ruh değildir. Bir bütünün parçasıdır. Taoizm’de yeniden doğuş şöyle anlatılır; Doğum başlangıç değildir, ölüm de son değildir. Varoluş sınırsız, sonsuzdur; bir başlangıç noktası olmayan süreklilik sözkonusudur. Sınırı olmayan varoluş uzaydır. Başlangıç noktası olmayan süreklilik zamandır. Doğum da vardır, ölüm de; biri dışarı doğru olan sonuçtur, diğeri içeriye doğru olan sonuçtur. Böylece, biçimini görmeksizin, ‘İlâhî Olanın Kapısı’ndan bir içeri bir dışarı geçilir.”
Ünlü gökbilimci, astrobiyolojist, kozmolog, astrofizikçi ve yazar Carl Sagan bu olguyu konu alan bilimsel araştırma ları yok saymıyordu; aksine bazılarının ‘ciddi araştırmaları’ hak ettiklerini düşünüyordu – önceki hayatlarından detaylar anlatan çocuklar, rastgele sayı üreteçlerini düşünceyle etkileyebilen insanlar gibi durumlar araştırmayı hak ediyordu. Uluslararası bir regresyon terapisi uzmanı olan Dr. Janet Cunningham, ‘Hepimizin başka zamanlara ait hatıraları vardır. Bazı geçmiş yaşam hatıraları. Ruhumuzun içinde yürüyoruz’ diyor. Yale ve Harvard üniversitelerinde klinik psikolojisi profesörlüğü yapmış olan ve halen Arizona Üniversitesinde Psikoloji, Psikiyatri ve Nöroloji Profesörü olarak çalışan Dr. Gary E. Schwartz medyumlarla ve Arizona Üniversitesi bünyesindeki laboratuvarda öğrencileriyle birlikte yaptığı çok sayıda deney sonucunda ‘Beyin bilincin yaratıcısı değil, alıcıdır. Tıpkı televizyon gibi. Bilinç, beynin ölümünden sonra devam ediyor’ şeklinde bir sonuca varmış.
Avustralyalı psikolog Peter Ramster’ın, 1983 yılında çektiği ve’Reenkarnasyon Deneyleri’ adını verdiği belgeselde geçmiş hayatların varlığına dair önemli kanıtlar elde edildi. Katılımcılardan biri Fransız Devrimi döneminde geçen bir yaşamı anımsadı. Kadın transa geçtikten sonra Fransızca olarak tüm soruları yanıtladı. Bu deneyin ardından bilim adamları, bilinçaltının ne kadar güçlü olabileceği yönünde araştırmalar yaptılar. Bilinçaltı hiç yaşanmamış bir olayı, insan beyninde senaryolaştırabilen şaşırtıcı bir gerçekçiliğe büründürebiliyordu. Fakat daha önce öğrenilmemiş bir dilde konuşulması bilinçaltının başarabileceği bir şey değildi. Araştırmalar deneğin gerçekten de Fransızca bilmediğini gösteriyordu, peki trans halinde nasıl Fransızca konuşabiliyordu? Kimilerine göre Ramster Deneyi ölümden sonra yaşamın tekrar ettiğinin kanıtıydı. Kimilerine göre ise insan beyninin ne denli şaşırtıcı olduğunu gösteriyordu. Virginia Üniversitesinden psikiyatrist Jim Tucker, Journal Explore dergisinde 2008 yılında yayınlanan makalesinde, insanların geçmiş yaşamlarından deneyimlerini anlattıkları tipik reenkarnasyon vakaları tanımladı. Bu vakaların ortak noktalarından biri, tümünün yaklaşık 35 aylık çocukları içermesi. Bahsedilen deneyimler genellikle detaylı ve kapsamlı. Tucker’ın anlattığına göre, çocukların çoğu deneyimlerini anlatırken güçlü duygusal hareketlerde bulunuyorlar; kimi ağlıyor kimisi ise yoğun öfke gösteriyor. Çocuklar önceki ailelerine götürülüyorlar ve bilmeleri imkânsız olan geçmiş yaşamların özelliklerini ve niteliklerini anlatıyorlar. Reenkarnasyon hakkında araştırmalar yapan bilim insanları dünya üzerinde şimdiye dek 69 ile 96 milyar arasında insanın yaşayıp öldüğünü tahmin ediyor. Araştırmacı Joe Fisher tarafından yazılan “Reenkarnasyon için Savunma” (The Case for Reincarnation ) adlı kitaba göre şu anda yaşayan 6 milyar kadar ruh en az 15-20 kez yeniden hayata dönmüş olabilir.
Reinkarnasyon olayı daha çok küçük çocuklarda ortaya çıkmaktadır. Bu konuda geçerli sayılabilecek kanıtlar şöyle sıralanabilir:
• Çocukların ortaya attığı ve kendi bilinç yapılarını aşan, önceki yaşamlarını belirleyen normal üstü (paranormal) bilgiler.
• Buna bağlı olarak söz konusu çocuğun bir önceki yaşamı olduğu söylenen kişilikte gözlemlenmiş karakter özellikleri.
• Doğuştan kendiliğinden var olan ve tüm beden yapısında görülen çeşitli işaretler.
Parapsikolog Ertan Kura, 1981 yılında Milliyet gazetesinde çıkan bir yazısında şöyle demektedir: “Her reinkarnasyon olayı, araştırmacılar tarafından araştırılmıştır. Olayların verileri, bulunan karakteristik noktaları ortaya çıkarmak için bilgisayar ile analiz edilir. Tüm olayların analizinde şu faktörler dikkate alınır:. “Sahtekârlık ya da yalancılık olup olmadığı, bellek yanılmaları, çocuktaki altıncı duyu durumu, çocuğun hayalinde belirlediği önceki kişiliğin kendi tarafından yaratılıp yaratılamayacağı, çocuğun öne sürdüğü önceki kişiliğin çocuk üzerindeki etkenliği ve buna bağlı davranışların incelenmesi. “Geniş kapsamlı araştırmalar sonucunda ortaya çıkan olayların bilgisayar ile yapılan analizlerinde dünyanın çeşitli yerlerindeki reinkarnasyon olayları arasındaki benzerlikler, ayrıcalıklar, bağlantılar araştırılır ve bulunur. Çeşitli sosyo-ekonomik ve kültürel ayrıcalıklar gösteren yerlerde rastlanan olaylarda ortak özellikler ortaya çıkarılmıştır. Bunlann analizleri olayların evrensel özelliklerini vermiştir. Buna bağlı olarak belirli kültürlerdeki olaylar, kültürel bakımlardan farklı olan yapılardaki olaylardan bir ayrıcalık göstermektedir. “Reinkarnasyon olaylarında geçmiş yaşamın bir süre sonra unutulması nasıl oluyor? Aslında bu doğal bir olaydır. Gündelik yaşantımızdaki birçok olaydan buna basit örnekler verebiliriz. Hepimiz yürümesini ve konuşmasını biliriz. Oysa çok azımız yürümeyi ve konuşmayı öğrendiğimiz çocukluk günlerini anımsayabiliriz. Buna bağlı olarak reinkarnasyon tipi olayların konuları, anımsandığı ileri sürülen önceki yaşamların bellek imajlarında büyük ölçüde değişiklik göstermektedir. Bazıları olayı çok az anımsamaktadır. Diğerleri ise önceki yaşamın hemen hemen tümünü ammsayabilmektedirler.”
Yaşanmış Reenkarnasyon Hikayeleri
Yüzyıllardır gelen bu dini inanışların günümüz insanına etkisi elbette yadsınamaz. Bu nedenle doğumdan sonra tekrar dünyaya gelme fikri dinle alâkası az olan kişilerde bile sıkça rastlanan bir olgudur. Parapsikologlar ise yıllardır bu konuda incelemeler yapmışlardır. Araştırmacılar genellikle bir kişinin daha önceki yaşamına ilişkin bilgi edinmek için hipnotizma tekniğine başvurmaktadırlar. Hipnoza geçen kişi, belli bir aşamadan sonra daha önce yaşadığı hayat hakkında bilgi verebilmektedir. Bu konuda geliştirilmiş bir başka teknik de Ruhsal İrdelenme Tekniği‘dir. Kısaca RİT diye adlandırılan bu teknik hipnotizmadan farklıdır. Ron Hobbard bu konuyu şöyle açıklamaktadır:
“Hipnotizmada amaç kişiyi uyutmak ve onu verdiği cevaplardan sorumluluk duymayacak hale getirmektir. RIT’te ise bunun tam tersi geçerlidir. Kişi uyandırılır, giderek daha çok uyandırılır, daha sorumlu daha açık sözlü hale getirilir.” Bu yöntemle birçok kişinin ‘geçmiş hayatı’ ile temasa geçilmiş ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu denemelere katılan bir müzisyen, kendi başından geçenleri “Olağanüstü Parapsişik Araştırmalar” kitabında şöyle anlatıyor:
“Ne zaman arabamla bir tünel içinden geçsem ya da tüneli andıran bir yere girsem, içimde başıma korkunç şeyler geleceğine dair duygular uyanıyordu… Bu yüzden çok sık soluk alıyordum, başım dönmeye başlıyordu. Doktorla konuştuğum zaman bana ‘Hipervantilasyon’dan söz etti. Bu da çok fazla solumanın ve kanıma göre gereğinden fazla oksijen almamı süslü biçimde anlatımı oluyor. Bana bir ağrı kesici yazdı. O ilaçtan bir tane yuttuğum zaman çok sinirli bir hale geliyordum. Sonunda ilaçları kaldırıp attım ve ‘Demek bu da hayatın anlaşılmaz olaylarından biri’ deyip geçtim. “Pennsylvania’nın kömür yöresinde oturan erkek kardeşimi ziyarete gittiğimde aynı şey tekrar başıma geldi. “Çocuklarımızdan bazılarını yanımıza almış, madenleri dolaşıyorduk. Taşıma arabasıyla bir maden tüneline girdiğimiz anda çok büyük bir korkuya kapıldım. Benliğimi silen bir korkuydu bu. O korkuyu maskelemek için tüm cesaretimi toplamam bile yeterli olmuyordu. Başımı ellerimin arasına almış, gözlerimi parmaklarımla kapatıyordum. Yanımdakilere ‘midem rahatsız’ diye bir bahane uydurdum. Ama bu korkuyu yaratan şeyin yalnızca madene girmek olmadığını biliyordum. O günden sonra taş çatlasa bir daha madene filan girmeyeceğime yemin ettim. “RİT’e girdikten bir müddet sonra geçmiş hayatımda Pennsylvania yöresinde yaşamış olduğumu keşfettim. İşin garibi o yaşamımda bir maden kazasında göğsümün üzerine bir kütük devrilmiş, göğsümü ezmiş, ölümüme neden olmuştu. Ne zaman madeni andırır koşullar içine girsem, derin soluk almaya çalışıyordum. Çünkü o hayatımda en son yaptığım şey oydu…” “Seansın sonunda tünellerle ilgili korkumdan tümüyle kurtuldum. Ama gerek bu deney ve gerek öbür geçmiş hayat tecrübeleri sayesinde kendimin gerçekten ruhsal bir varlık olduğumu daha önce de yaşamış olduğumu ve herhalde daha sonra da mutlaka yaşayacağımı anlamış oldum.”
Yeniden dünyaya gelme konusunda yapılan araştırmalar sonunda şaşırtıcı düzeyde çok sayıda vakaya rastlanmıştır. Bunlardan bazıları şöyledir:
Arthur Guirdham, İngiltere’nin güney batısında yaşayan bir topluluğun (kendisi de dahil) Katarlar adı verilen bir dinsel ortaçağ tarikatının üyeleri olduğunu öne sürmüş ve önceki yaşamına ilişkin ayrıntıları anımsamıştır. Katarlar, işkence görmüş ve sonunda güney Fransa’dakiengizisyon onları tümüyle yok etmişti. Bu tarikat üyelerinin duruşmalarına ve idamlarına ilişkin ayrıntılı kayıtlar, kiliselerde bugüne kadar saklanmıştır. Guirdham’ın öne sürdüğü adlar ve olaylardan birçoğu, bazıları şimdiye kadar hiç yayınlanmamış olan bu kayıtların incelenmesi sonucunda doğrulanmıştır.
Hipnoz altında kişilerin geçmiş yaşamlarına dönmeleri konusunda yapılan çeşitli seanslardan biri “Nokta” dergisinin 52. sayısında yayınlandı. Bir ekminezi (reenkarnasyon araştırmalarında kullanılan hipnozla geri götürme tekniği) seansında medyum, sanatçı Füsun Ünal’dı. Onu uyutup bir önceki hayatına geri götürüyorlar. Füsun’un yaşamından tarihler vererek bazı sorular soruluyor. Örneğin ‘4 Temmuz 1978 saat 14.30 Neredesin? Ne yapıyorsun?’ Trans halindeki genç kadın hemen yanıtlıyor soruyu. Seansta en çok dikkati çeken şeylerden biri, tarihlerin birer, ikişer sene ara ile geriye gitmesi idi. En ilginci 27 mayıs 1960 tarihiydi. O gün saat 14.00’te ne yaptığı sorulduğunda Füsun sevinçten zıplamaya başladı. 12-13 yaşında bir çocuk sesiyle marşlar söyledi. Gözlerinden yaşlar aktı. Füsun’un babası askermiş.. “Daha sonra büsbütün gerilere gidildi. Füsun’un doğum gününe kadar. Füsun doğum anındaki bütün sıkıntıları, sancıları çekti. Ahh, başım, başım’ diye bağırdı. Sonradan öğrendik, doğumu zor olmuş, forsepsle almışlar. Başından şikâyeti de bundanmış. Füsun’a doğum tarihinden bir gün öncesini soruluyor. Yanıt : ‘Karanlık…’ Bir kaç gün daha geriye gidiyor. Önal hiç bir şey hatırlamıyor, sadece karanlık, karanlık diye sayıklıyor. Tarihler biraz daha geriye gidilince Füsun’un doğum anında incelen, viyaklayan sesi birden değişti. Aksırık, tıksırık içinde yaşlı bir kadın oldu çıktı. Sorulara cevap veremiyor, hırıldıyor ve öksürüyordu. “Birkaç ay ve yıl geriye gidildiğinde Emirgân’da yaşayan bir paşanın karısı Ruhsar Hanım olduğu ortaya çıktı. Ben… Ben Ruhsar..’ diyor. Kesik kesik yanıtlar veriyor ve anlatıyor: Denizci olan eşini uzun süre önce kaybetmiş. Üç çocuğu var. Çok aksi ve inatçı bir kadındı. Füsun bu kadının kimliği altında seansı yöneten kişiye çok aksi davrandı ve hatta hakaret etti. “Daha gerilere gidildi ve 1890’lara inildi. Füsun çok yorulduğu için Ruhsar Hanım’ın doğumu ve ondan önceki yaşantısı anlaşılamadı…”
Yeniden doğuş olayına ülkemizde, özellikle güney ve güneydoğu yörelerinde oldukça yaygın bir biçimde inanılır. Virginia Üniversitesi Psikiyatri Profesörü ve Parapsikoloji Bölümü Başkanı Dr. İan Stevenson ülkemizdeki ve dünyadaki yeniden dünyaya gelme olaylarını inceleyen bilim adamlarının başında gelmektedir. Ünlü profesör ülkemizde ortaya çıkan 2000’e yakın olaydan 134 tanesini yerinde incelemiş, bunlardan 6 tanesini 1980 yılında yayınladığı “Lübnan ve Türkiye, Yeniden Bedenlenme Tip Olayları” adlı kitabına almıştır. Virginia Üniversitesi’ndeki Kişilik Bölünmeleri Çalışmaları departmanının başında görev alan Stevenson, senelerce birçok akademisyenin alay konusu oldu. Fakat 40 yıllık süre içinde geçmiş yaşamlarından anılarını hatırladıklarını öne süren dünyanın dört bir yanında 3 bin kadar çocuk üzerinde çalışmalar yürüttü ve dünyaya reenkarnasyonun gerçekten de var olabileceğini kanıtlamaya çalıştı. Stevenson, araştırmalarını geçmiş yaşamlarından izler taşıdığı öne sürülen 2-5 yaşları arasındaki çocuklar üzerinde yürüttü. Psikiyatriste göre çocuklar bu anıları 8 yaşlarına geldiğinde tamamen unutmaya başlıyor. Virginia Üniversitesi’nin kayıtlarına göre, tüm dünyada 2984, Türkiye’de ise 142 Reenkarnasyon vakası tespit edilmiş.
Profesör Stevenson’un en çok ilgisini çeken konu, İsmail Altınkılıç olayıdır. Sırf bu olayı araştırmak amacıyla defalarca ülkemize gelip gitmiş, toplam otuzyedi kişi ile birçok kereler konuşmuştur. Milliyet gazetesinde 1981 yılında yayınlanan olay kısaca şöyledir:
İsmail Altınkılıç 1957 yılında Adana’nın Mıdık Mahallesi’nde dünyaya geldi. Doğumundan aşağı yukarı bir yıl kadar önce aynı kentin Bey Mahallesi’nde (İsmail’in evinin 2 km. kadar yakınında) Abit Süzülmüş adlı bir çiftçi karılarından biri ve çocuklarından ikisi ile birlikte vahşice öldürülmüştü. Mahkeme kayıtlarına göre bu cinayetler 31 Ocak 1957 akşamı saat 19.00 sıralarında olmuştu. Abit’in karısı altıncı çocuğuna hamileydi ve ölmeseydi iki üç güne kadar doğum yapacaktı. Cinayetler Abit Süzülmüş’ün tarlasında çalıştırdığı işçilerden ikisi tarafından hırsızlık amacıyla işlenmişti. Bu cinayetin duruşması Ankara’ da sürerken aynı yılın Eylül ayı içinde, İsmail dünyaya geldi. İsmail’in doğumundan bir süre önce Altınkılıç’ların komşusu Fatma Tanrıseven adındaki bir kadın, bir rüya görmüştü. Rüyasında Abit Süzülmüş, Altınkılıç’ların evinde oturmuş, İsmail’in babası Mehmet Altınkılıç’la konuşuyordu. Sokaktan gelen üç oduncu, Abit’i çağırıyorlar fakat ondan şu karşılığı alıyorlardı: “Hayır, ben burada oturacağım, çıkmak istemiyorum.”
Komşu Fatma Tanrıseven bu rüyayı gördüğünde Nebihe Altınkılıç’ın hamile olduğunu bilmiyordu. Ertesi gün soruşturup onun hamile olduğunu öğrendi. Mehmet Altınkılıç’a gidip, “Çocuğunun erkek olacağını ve Abit Süzülmüş olarak dünyaya geleceğini” söyledi. İki yaşında konuşmaya başlayan İsmail Altınkılıç, bir süre sonra da Abit Süzülmüş’le ilgili ilk bilgileri vermeye başladı. Kendisinin İsmail değil, Abit olduğunu, Hatice ve Şehide adında iki karısı, Gülseren, Zeki ve İsmet adında üç çocuğu olduğunu iddia ediyordu. Yine iki yaş civarında yaptığı bu konuşmalarda cinayet olayını tümüyle anlatıyor ve katilinin adını da biliyordu. Bu olay mahallede duyulunca, herkes Abit’in tekrar dünyaya geldiğine inandı; çünkü zaten bu yörede yeniden diriliş olaylarına karşı güçlü bir inanç vardı. Süzülmüş ailesiyle de karşılaşan İsmail’i Abit’in kızlarından Gülseren dışında herkes benimsemiş ve inanmıştı. İsmail üç yaşındayken babası onu Abit’ in evinin yakınlarına götürüp evi bulmasını isteyince, İsmail hiç tereddütsüz Abit’in evini buldu. Prof. Stevenson, İsmail iki yaşındayken konuyla ilgilenmeye, Türkiye’ye gelip gitmeye ve aileden ve çevreden kişilerle konuşup bu konuşmaları banda almaya başlamıştır.İsmail yedi yaşına gelince kendi ismiyle kendisine seslenenlere cevap vermemekte ve Abit olarak çağırılmasını istemektedir. Ayrıca sık sık babasının dükkânından ya da kendi evinden çeşitli yiyecekler ya da hediyeler alıp, Süzülmüş ailesine götürmektedir. 9 yaşındayken Abit Süzülmüş’ün de âdeti olduğu gibi akşamları rakı demlenmeye başlamıştır. Bu olayı tüm detayları ile inceleyen Prof. Stevenson, sonunda konuyu kitabına almış ve olayı anlattıktan sonra şöyle demiştir: “İsmail Altınkılıç konusunu kitabıma alma konusundaki kararım olayın, uydurma olmadığı’ konusundaki görüşümden kaynaklanmaktadır. Tahminim odur ki İsmail’in böyle bir olayı uydurma olasılığı son derece azdır. Bunun dışında ismail kadar küçük bir çocuğu bu kadar ciddi belirtiler gösterecek şekilde yönetmek pek mümkün değildir. Üstelik fakir bir kasabanın tüm zamanının küçük bir çocuğu profesyonel aktörler düzeyinde sahtekârlık yapmaya çalıştırması düşüncesi de saçmadır. Eğer çocuğun bu davranışları konusunda bir açıklamada bulunmaya çalışırsak, bunu ailesinin çocuk üzerindeki etkisi dışında aramak gerekir.”
Yine bu olayla ilgili olarak Adana’nın bir kenar mahallesinde doğan Çevriye Bayrı da Abit Süzülmüş’le birlikte öldürülen karısı Şehide olduğunu iddia ediyordu. O da yine 2-2.5 yaşına geldiğinde öbür kimliğiyle ilgili bilgiler vermeye, “Benim çocuklarım acaba şu anda yemeklerini yiyorlar mı?” diye dertlenmeye başlamıştı. Stevenson’un kitabına alınan bu konuda da çeşitli araştırmalar yapılmış ve küçük Çevriye önceki yaşamı ile ilgili tüm kişileri tanıyıp, sorularını cevaplamıştır. Hatta kendisine şaşırtmalı sorular sorulduğunda bile, hiç tereddütsüz doğru cevaplar vermiştir. 1967 yılında İsmail ile Çevriye karşı karşıya getirilmişlerdi. Önceki yaşamlarında karı-koca olduklarını ayrı ayrı ileri süren iki çocuk, daha önce hiç karşılaşmamışlardır. İlk kez karşılaştıkları zaman koşarak birbirlerine sarılmışlar ve çok sıcak bir şekilde öpüşmüşlerdir.
Edouard (37) kendini bildi bileli ‘boğazının kesilmesi’ fobisiyle yaşamış. İlkokula başladığında boynuna bir fular bağlamış ve bir daha çıkarmamış, bir bıçak ya da makas gördüğünde ölesiye korkuya kapılır olmuş. Psikiyatristler bu fobiye bir açıklama getirememişler. Derken, Edouard, bir Amerikan derneğinin ‘kişilik geliştirme semineri’ne katılmış. Stajın son günü, bir ‘şuuraltına dönüş seansı’ sırasında, garip bir rüya görmüş. Şöyle anlatıyor: ‘‘40 yaşlarında, 18’nci yüzyıl asilzadelerine benzer bir erkek, bir hapisane hücresinde volta atıyordu. Birden, kapı açıldı ve kötü giyimli, iri kıyım adamlar üzerine atlayıp, asilzadeyi halk kalabalığının doldurduğu bir meydana götürdüler ve bir giyotinin altına yatırdılar. Debelendi. Bıçak düştü.’’… ve Edouard kan ter içinde, çığlık çığlığa hipnozdan uyanmış ve ilk iş olarak, boynundaki fuları çıkartıp atarak, tedavi olduğunun ilk işaretini vermiş.
2005 yılında Nepal’deki bir ormanda ağaç kovuğunda hiçbir şey yemeden tam 10 ay boyunca yaşayan “küçük Buda” lakaplı 15 yaşındaki Ram Bomjon adlı çocuğu görmek için dünyanın dört bir yanındaki Budistler bu ülkeye akın ettiler. Bomjon‘u görmek için gelenlere bölgenin dini yetkilileri yol gösterirken, Budistler, Ram Bomjon’a gösterilen ilginin sebebini şöyle anlattılar: “Yaklaşık 2500 yıl önce Buda, onun yaşındayken bu bölgede bir ağaç kavuğunun içinde inzivaya çekilmişti. Şimdi Buda onun bedeninde yeniden hayat buldu. O Buda’nın reenkarnasyonu.” Bomjon’un annesi ise, oğlunun bir şey yememesinden büyük rahatsızlık duyduğunu, fakat “Tanrı’nın onu doyurduğundan” emin olduğunu söylüyor.
Reenkarnasyon olayına en önemli kanıt olarak gösterilen “Titu olayı” iki buçuk yaşındaki Titu Singh adlı bebeğin ailesine önceki hayatıyla ve öldürülmesiyle ilgili ayrıntıları anlatmasıyla ortaya çıktı. 1990 yılında BBC televizyonunda yayınlanan bir belgeselle büyük olay yaratan Hintli Titu Singh’in reenkarnasyon öyküsü tüm dünyada yankı uyandırmış ve tartışmalara neden olmuştu. Hindistan’da yaşayan Titu, ailesine önceki yaşamındaki hayatını ailesini ve Agra şehrindeki eski evini anlatmaya başladığında 2.5 yaşındaydı. Anıları o kadar ayrıntılıydı ki bir radyo dükkanında çalıştığını, isminin Suresh Verma olduğunu ve Uma adlı eşinden 2 çocuk sahibi olduğunu bile söylüyordu. Ailesi önceleri çocuğu ciddiye almıyordu fakat bazen bir yetişkin gibi davranan Tito bir gün silahla vurularak öldürüldüğünü, daha sonra cesedinin yakılarak küllerinin nehre atıldığını söylediğinde endişelenmeye başladılar. Titu, Agra’daki evini özlediğini söylerken abisi şehre giderek bu hikayenin doğruluğunu araştırmaya başladı. Uma isimli 2 çocuk sahibi dul bir kadın tarafından işletilen Suresh Radyo adlı bir dükkana rastladı. Uma, Singh ailesini ziyaret etmeye karar verdi. “Önceki aile”sine kavuşan Titu, Uma’ya önceki yaşamında gittikleri bir panayırı anlattı ve evlerini bahçesine gömdüğü altınlarda bahsetti. Şoke olan Uma, kocasının yeniden hayata döndüğüne inanmıştı. Dehşete düşen aile hikayeyi doğrulamak için Titu’yu Agra’ya götürdü. Küçük çocuk, Suresh’in 2 oğlunu hemen tanıdı ve ölümünden bu yana radyo dükkanındaki değişiklikleri de hemen fark etti. İngiliz BBC kanalına çıkarılan Tito, Suresh’in arabasında otururken başına yediği bir kurşunla hayatını kaybettiğini anlattı. Otopsi raporları da kurşunun Suresh’in sağ şakağından girdiğini kafasının sol tarafından çıktığını gösteriyordu. Daha sonra Tito’nun saçları canlı yayında tıraş edildi ve küçük çocuğun başının sağ kısmında tam da kurşunun girdiği kısımda ve sol tarafta kurşunun çıktığı kısımda 2 yara izi olduğu ortaya çıktı. Küçük çocuk Agra’daki bir mahkemeye cinayetin başka ayrıntılarını da anlatarak otoriteleri davayı yeniden açmaları için ikna etmeyi başardı. Titu’nun verdiği bilgiler sayesinde Suresh’in katili yakalandı ve mahkeme önüne çıkarılarak yargılandı.
Kitap Önerileri
1) Reenkarnasyon / Geçmiş Yaşamlar Ted Andrews
2) Reenkarnasyon Cem Çobanlı
3) Reenkarnasyon ve Telepati Kemal Osmanbey
Bazı başka reenkarnasyon olayları var. İlgilenirseniz:
angelfire.com/ri2.ruhiselman/rs07.html
evimizde bir kadın görüyorum bu nedir?
REENKARNASYON bu oluyorsa .Benim küçüklükden beri hiç unutmadığım bir rüya GERÇEK gibi…Eskiden kapı kapı dolaşan çeyizci arabaları vardı.Bir gün kap çanak dolu araba ile seyir ediyorum birden başımın arkasında SADECE BİR EL ve BIÇAK boynuma yönelerek kesmeye çalışıyor TAM o sırada uyanıyorum…Bu rüyayı 27 yaşımdayım SADECE 2 KERE gördüm ilkini ÇOOOK küçükken 7’yas veya öncesi tarih hatırlamıyorum. 2ncisi ise ÇOK SONRA YANİ ERGENLİK DÖNEMİME GİRDİKDEN SONRA gördüm..Acaba önceki yaşamda şahsın başına ne geldi acaba
tamamen saçmadır.