Astroloji Gerçek mi? Astroloji Nedir Neye Dayanır ve Neyi İnceler?
Astroloji (Burçlar İlmi ) ; kozmos içerisindeki güçlerin ya da genel olarak dünya üzerindeki enerjilerin evrensel etkilerle şekillenmesiyle, insanın ve insan topluluklarının üzerindeki etkilerini ve sonuçlarını yorumlayan bir düşünce sistemi ve yorum sanatıdır. Astroloji’nin matematiksel bir temele sahip olduğu, astronomi ile olan paralel çalışmalarında görülebilir. Bu ise astroloji’nin gerçek anlamda pozitif temellere dayandığını gösterir. Astroloji, yıldızların hareketlerini matematiksel olarak hesaplarken, etkin enerjileri oluşturabildiğini de kabul eder. Astrolojinin ilk kökleri eski gizem okullarında kaybolmuş olsa bile, astroloji, uzun süreden beri varlığını sürdürmektedir. Bununla beraber, yıldızların incelenmesinin, insanoğlunun, mevsimleri belli takım yıldızlarının varlığına bağladığı ve Ay’ın değişen yüzünü gözlemlediği zaman başladığını kabul edebilir. Son 2000 yıllık dönem boyunca astrolojinin, gökbilimciler, filozoflar ve bilim adamları tarafından kabul edildiği dönemler oldu fakat 18. yüzyılda Akıl Çağı’nın ortaya çıkmasıyla gözden düşmüştür. Ama son yüzyılın başında, Charles Carter ve Alan Leo gibi astrologların çalışmalarıyla ve Alice Bailey ve Madame Blavatsky’nin özel öğetileriyle yeniden kendinden bahsettirmeye başlamıştır.
Geniş anlamda astroloji insanın evren ve kozmik güçlerle olan ilişkilerini inceleyen, başarı ve başarısızlık oranlarını, hangi konularda şanslı, hangilerinde şanssız olduğunu anlamaya çalışan, hangi dönemlerde ne gibi kozmik etkiler altında kalarak, nelere uygun olduğunu araştıran bir sanattır ve bu sanat, Güneş Sistemi’mizdeki gezegenlerin, Ay’ın, Güneş’in, Güneş Sisteminin çevresinde bulunan takım yıldızların ya da diğer bir ifadeyle burçların içindeki haraketlerini ve birbirleriyle olan bağlantılarını inceleyerek çalışan bir sistemdir.
Birbiriyle örtüşen farklı astroloji yaklaşımları Hint, Eski Yunan, Arap, Uzakdoğu, Batı olmak üzere birçok kültürün kökeninde var. Harran Ovası’na gözlemevi kuran Sümerler, gökyüzü etkilerini anlamaya çalışıyorlardı. Ortaçağın bitişi ve Rönesans’ın başlamasına öncülük eden Kepler, iyi bir astrologtu. Tıbbın bir bilim haline gelmesini sağlayan Hipokrat, medikal astrolojinin de öncüsüdür ve her organın bir gezegenle ilişkili olduğunu öğrencilerine açıklamıştır. Ünlü psikolog Jung hastalarına konsültasyon yapmadan astrolojik haritalarını çıkartırdı. Gökbilimci ve matematikçi Timur İmparatoru Uluğ Bey, 12 yılını Semerkant Rasathanesi’nin yapımına harcamış, kendi ölümünü bile astroloji sayesinde bilmişti. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’da müneccimbaşılığa getirilen Ali Kuşçu iyi bir matematikçi, astronom ve astrologdu. Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar’ın halife ve padişah saraylarında, her zaman bir müneccimler heyeti bulunmuştur. Müneccimbaşı bu heyetin başıdır. Birçok konuda, özellikle savaş zamanlarında padişaha bilgiler vermişlerdir.Astronominin öncüleri olan Thyco-Brahe, Kepler, Kopernik ve Galile dahi astrolojinin maddi çekiciliğinden kaçınamadılar ama tüm astrologlardan nefret ediyorlardı, aynen El-Biruni ve İbni Sina’nın yaptığı gibi…Kepler şöyle diyor; “Astroloji, tamamen kaçık bir bir kızcağızdır ama Ey Sevgili Tanrı, böyle bir deli kızcağıza sahip olmasaydı akıllı annesi yani astronomi nerede barınabilirdi?
“Güneş, güneş alemin (sisteminin) merkezidir ve beyni görülen güneşin arkasında gizlidir. Buradan duyu, büyük bedenin bütün sinir merkezlerine ışınlanır. Hayat enerjisinin dalgaları her bir damarın içine akar… Gezegenler onun uzuvları ve nabızlarıdır.” H.P. Blavatsky
Bir yorum dalı olarak da tanımlanabilen Burçlar İlmi, yıldızların, galaksilerin, takımyıldızlarının ya da gezegenlerin hareketleriyle insan kişiliği, insan karakteri ve insan davranışları arasındaki ilişkiyi ve karakterlerin birbirleriyle uyum derecesini yorumlar. Doğumların ya da önemli olayların meydana geliş tarihine göre insanları gruplara ayırır. Karakter yapılarını doğum tarihlerine göre çözmeye çalışır. Bütün gök cisimlerinin ve burçların birer sembolü vardır. Astrolojik haritalar ve yazılımlarda bu semboller geniş ölçüde kullanılır. Horoskop, astrolojik amaçla hesaplanıp, çizilen gök haritalarına verilen isimdir. Kısaca gök haritası veya kişinin doğum anına göre çıkartıldığı için ‘Doğum Haritası’da denilebilir. Astroloji de kendi içinde alanlara ayrılır: Çin Astrolojisi, Vedic “Hint Astrolojisi”, Helenistik Astroloji, Rönesans Astrolojisi, Medikal Finansal Astroloji, Ezoterik ”Ruhsal” Astroloji gibi.
Yıldızların yaptığı çeşitli kümelenmelere takım yıldızlar ya da Astroloji’deki genel ifadeyle Burçlar ismi verilir. Uzayda bir çok burç veya takım yıldız vardır fakat bizi astrolojik bakımdan bunların sadece 12 tanesi ilgilendirir. Bu 12 burca Zodyak kuşağı adıverilir. Zodyak’taki oniki burç ise Astroloji’yi meydana getiren Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Arslan, Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova ve Balık burçlarıdır. Bir insanın doğumu sırasında Güneş hangi burçtaysa, insanın o burçtan olduğu kabul edilir. Astroloji’de burçların her biri 30 derece kabul edilir. Gerçekte bu burçların bazıları 30 dereceden uzun, bazıları daha kısa olabilir. Ancak astrolojik yorumlar bakımından bir şey farketmez. Örneğin ikizler burcunun özellikleri ve kişiye verdiği karakter yorumlanırken gerçekte İkizler Burcu değil, Güneş’in, Astronomik olarak İkizler burcunda olduğu zaman değil, Zodyağın 60 ile 89. dereceleri arasında bulunduğu sırada verdiği etkiler yorumlanmaktadır. ‘Ben Yay Burcuyum’demek aslında ‘Ben 240 derece ile 269 derece arası doğumluyum’ anlamına gelir. Böyle bir anlatım pratik olmaktan ziyade anlatması ve anlaşılması zor bir şeydir. Bu nedenle astrolojideki burç isimleri gerçek takım yıldızları değil, Zodyağın belli bölümlerini ifade etmek için kullanılan isimlerdir.
Eskilerin ‘’Yıldız Name’’ dedikleri husus, burçlar konusunda bilgili ve tecrübeli kişilerin yıldız kümelerinin hareketlenmelerine bakarak, insan davranışlarını tahmin edebilme yeteneğidir.” Astroloji de, güneş, canlılık kaynağı olup insana verdiği enerji ve hareketlilik ile bilinmektedir. Ay ise daha çok duygusal yapıyı ve hisleri etkiler. İnsanın doğum günü iç yapısını yani ana burcunu, doğum saati ise dış yapısını yani yükselen burcunu gösterir. Yükselen burç tabiriyle, kişinin dünyaya geldiği anda yükselmekte olan burç kastedilir. Burç olarak ifade edilen sistem, Samanyolu galaksisi içerisinde bulunan, dairesel olarak dizilmiş 12 takımyıldızdan meydana gelir. Her takımda 500 milyon ile 1 milyar arasında yıldız bulunur. Güneş, her sene gökyüzünün yirmi sekiz yerine taksim edilmiş olan bu on iki burcun tamamından geçer, ay’a ise her ay uğrar. Evren, sayısız katmanlardan oluşan yoğun bir enerji kütlesinden ibarettir. Bu yoğun enerji, evrene devamlı olarak farklı frekanslardan ve dizilimlerinden oluşan titreşimler yayar. İşte milyarlarca yıldız kümelerinden oluşan burç sistemlerinden dünya’ya farklı dalga ve frekanslarda kozmik ışınlar gelmektedir. Dünyaya ulaşan kozmik ışınlar beynimizle iletişime geçer ve bu ışınlar, ruh halimizi ve davranışlarımızı olumlu veya olumsuz olarak etkiler. Bu nedenle insan doğduğunda dünya, hangi burç sisteminin etkisinde ise, o yıldız takımının yaydığı kozmik dalgalara maruz kalmaktadır. Hatta yıldız etkileşimleri sebebi ile insan beyni ile etkileşime giren ışınlar çok yoğun olduğunda, bünyeye zarar verebilmektedir. Aynı burçtan olan insanların bazı kişilik özelliklerinin ve karakterlerinin uyuşması, bu kişilerin yeni doğduklarında henüz korumasız olan kognitif beyin merkezlerinin aynı yıldız kümelerinden etkilenmesine bağlıdır. İnsanlar doğduklarında, beyin henüz tekâmüle ulaşmamıştır ve dış faktörlere karşı son derece duyarlı durumdadır. Bu yüzden beyinin prefrontal korteks bölgesindeki ve limbik merkezlerdeki davranışları düzenleyen hassas yapılar, doğumdan hemen sonra burç sistemlerinin etkisi altına girmektedir. Burç sistemlerinden en fazla etkilenen beyin bölgesi, duygu ve düşüncelerimize şekil veren ve psikosomatik davranışlarımızı belirleyen prefrontal korteksdir. Prefrontal korteksin; dikkatin sürdürülmesi, planlama, muhakeme etme ve ahlaki yargı, dürtü kontrolü, organizasyon, kişinin kendini izlemesi ve özeleştiri, etkin problem çözme yeteneği, eleştirel analitik düşünme yeteneği, ileriye yönelik düşünme yeteneği, deneyim ve hatalardan öğrenme, duyguları tanıma ve yaşayabilme, limbik sistemin kontrolü, empati ve kısa süreli bellek gibi görevleri de vardır. Bu özelliklerin hepsi kişiliğin gelişmesinde, karakterin şekillenmesinde rol oynar. Prefrontal korteks, bütün sinir sistemi aktivitelerinden gelen bilgileri dikkatlice toplar, bütünleştirir, formülleştirir, uygular, denetler, değişiklikler yapar ve yargılar. Dolayısıyla düşünce oluşumundan başlayıp hareket organizasyonuna, sonrasında icra’ya geçen zincirde, önemli bir işleve sahiptir. Ağırlıklı olarak frontal ve prefrontal beyin korteksini etkileyen burç sistemleri, insanın davranış disiplinine, olaylara karşı tutum ve tepkilerine, duygu durum yapısına ve genel itibariyle kişilik ve karakter özelliklerine damgasını vurmaktadır. Burçların bitiş ve başlangıç dönemlerinde doğanlar nispeten farklı sistemlerden etkilenmekte, böylece daha az spesifik burç özelliği taşıyan kişiler olabilmektedir. Bu sebeple ‘’her bireyin mutlaka burcunun özelliklerini göstermelidir’’ diye bir kural söz konusu değildir. İnsan davranışları üzerinde yükselen burcun da etkisi vardır. Yükselen burcun saptanabilmesi için doğduğunuz ay, gün ve yılı bilmenin yanı sıra doğduğunuz saati ve doğum yerinizi de bilmeniz gerekiyor. Çünkü yükselen burç; doğduğunuz anda, doğduğunuz yere göre ufuk çizgisinde yükselmekte olan burç demektir.
Astrolojinin Tarihi ve Doğuşu
Astrolojinin Mezopotamya’daki bilinen en eski astrolojik doküman olan “Enuma Anu Enlil (yeryüzü ve gökyüzü tanrılarının kitabı)” adlı antik Babil tabletinin yazılış tarihi MÖ.1700 senelerine kadar uzanır. 7.000 göksel işaret ve gözlemden oluşan bu tabletler yeryüzü ile gökyüzünün birbirleriyle olan çok sıkı bağlantılarını işaret eder. 12 burca ait özellikleri içeren bir çeşit zodyak şeması MÖ. 6. yüzyıl tarihli Kambis tabletlerinde yer almıştır. MÖ. 687’e ait Mul Apin adlı Babil belgesi İlk yıldız katalogu olarak bilinir. MÖ. 410 senesinde ilk horoskop Babil Kralı Shuma-Usur’un oğlu için yapılmıştır. MÖ. 280 İlk Astroloji Okulu Kaldeli rahip Berossus tarfından Kos adasında kurulmuştur.
Astroloji ilk kez, milattan önce 3000’li yıllarda, Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır. Rahipler sınıfı aynı zamanda da ilk astrologlardı. Çok sayıda tanrıya tapan Sümerler için küçük bir tanrı ve tanrıça grubu daha fazla önemliydi; Ay Tanrısı Nanna, Güneş Tanrısı Utu ve Venüs olarak adlandırdığımız parlak yıldızın tanrıçası İnna. Ay, Güneş ve Venüs, Sümerler tarafından diğer tanrı ve tanrıçalar gibi, insan formunda, duyguları ve gereksinimleri olan varlıklar olarak tanımlandılar. Şehrin kralının bu tanrı ve tanrıçalar tarafından yönetime getirildiğine ve onların yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanılırdı. 3.000 yıllarında Lagash kentinin tanrısı Ningırsu’ya tanrıların en üstünü ilan edildi ve Orion Takımyıldızı ile bütünleştirildi.
M.Ö. 2.400 yıllarında Akad Kralı Sargon tanrılar adına Ziggurat olarak anılan büyük basamaklı kuleleri inşa ettirdi. Babylon’da olan büyük ziggurat astronomik gözlemler için de kullanılıyordu. Zigguratların bu denli yüksekte inşa edilmesi; o kentin tanrı ya da tanrıçasının insanlarıyla konuşabilmesi için yeryüzündeki iletişim noktası olarak düşünülmesi daha doğru olacaktır. M.Ö.3.000’lerde, çeşitli Astronomik gözlemler gerçekleştirilmiş ve yıldızların etkileriyle ilgili kuramlar geliştirilmiştir. Yıldızların Sümerler tarafından gözlemlenmesi dinsel bir olaydı. Bir Sümerli, gökyüzüne baktığı zaman tanrıların bakışı ile karşılaşır, merak, şaşkınlık ve saygı duyardı. Sümerler düzenli olarak gökyüzünü gözlemlediler ve gözlemlerini kil tabletlere yazdılar. Ayın sabit bir yörüngede gittiğini “Ecliptic” ve bazı yıldızların yön değiştirdiklerini saptadılar. Bu yıldızlar yani planetler ya da gezegenler, diğer yıldızlardan ayrılırlardı. Görülebilen öteki gezegenlere yani Merkür, Mars, Jupiter ve Satürn’e Sümerliler daha az ilgi gösterdiler. Ama onları tanıyorlardı. Ayın, düzenli bir şekilde büyümesi 14.5 gün sürüyordu ve küçülmesi de aynı zaman süresini kapsıyordu. Sümerler için bir ay denilen bu zaman dilimiyle zamanı ölçüyorlardı.
Hayatın gerçeklerini anlamaya çalışan Sümerli rahipler yıldızların hareketlerini incelediler. Yeryüzünde meydana gelen bir olayın, gökyüzündeki yıldızların hareketleri ile eş zamana rastladığını fark ettiler. Bu eş zamanlamanın daha sonra yenilenmesi ile olaylar arasında bir ilişki olduğunu düşündüler. Bunun sonucunda Sümerler, matematiksel gerçekleri farketmeye başladılar. Gökyüzündeki yıldızların hareketi, ay tutulmaları, Venüs’ün görülmesi ve yok olması hep önemli olaylar ile eş zamanlardaydı. İşte bu an, astrolojik tahminlerin başladığı ilk andı. Sümerlerin astrolojik çalışmalarını daha sonra Asurlular da sürdürdüler. Ama yıldızlardan edinilen bilgiler sadece krala aitti. Kaldeliler de ciddi olarak yıldızları incelediler ve bugün bilinen astrolojinin temelini oluşturdular. Güneşin de diğer gezegenler ve Ay gibi belirli bir eksende döndüğünü fark ettiler ve Sümer zodyağında 18 olan burç sayısını 12 ye indirdiler. Günümüzdeki burçlar astrolojisi’ni ortaya çıkardılar, güneşin insan karakteri ve duyguları üzerindeki etkilerini incelediler. 12 zodyak işaretini yani her burcu, 30’ar derecelik açılara böldüler ve böylece, güneş, ay, ve gezegenlerin pozisyonları daha gerçekçi olarak sağlandı. Kaldeliler bu yeni zodyakdaki yıldızlara yeni isimler verdiler ve biz de bunları bugün kullanıyoruz.
Perslerin Mezopotamya’daki hakimiyetleri döneminde kişisel horoskop (yıldız haritası) ortaya çıktı. Güneş, Ay ve gezegenlerin yerlerinin ve hareketlerinin zodyakta bulunmasından sonra bireyin doğuşu, karakteri ve kaderi simgelenmiş oldu. Aslında hiç kimse bu büyük adımın ne zaman ve nasıl atıldığını bilmemekle birlikte, bu noktadan sonra astrolojinin krallara ve yöneticilere ait bir ayrıcalık olmadığı kesin olarak ortaya çıkmıştır. Kalde’denin en ünlü astrologlu M.Ö. 3000’de yaşayan Berosus’du. Berosus’dan kalmış bir örnek ele geçirilememiştir, bulunan bazı astrolojik kayıtların ona ait olduğu sanılmaktadır. Sonuç olarak Kalde Astrolojisi Yunan ve Roma astrolojisinin kökeni olarak kabul edilir. Dünyanın en eski kaynakları Hindu kaynaklarıdır. Bulunan belgelerde çok gelişmiş bir astroloji bilgisinin milattan önce 6500’e kadar ulaştığı anlaşılmıştır. Hala korunan aktüel yazmaların tarihi M. Ö. 3700’e aittir. Bharatlı Mihracelerin kitaplıklarında bulunan bazı yazmalarda, tarihsel kayıtların günümüzden 8500 yıl öncesini gösterdiği görülmektedir. Çok eski bir Veda yazması, Pita Maha adlı bir astrolog tarafından yazılmış ve sonradan Pita Maha Siddhanta astrolojisinin kaynağı olmuştur. Pita Maha’nın M. Ö. 3.000’de yaşadığı tahmin edilmektedir; Antik Yunan yazarlarına göre, Hint Astrolojisi tahmin yönünden oldukça başarılıdır. Tarihçi Philostratus, Yunanlı düşünür Tynalı Appollonius’un astronomi ve astroloji çalışmalarını yaparken, Hint efsanelerinden ve kaynaklarından faydalandığını ve hatta bizzat Hindistan’a giderek çalışmalar yaptığını yazmaktadır.
Hindistan’ın geçmişi büyük sırlarla doludur. Örneğin eski Hindular, gezegenin ekinoksunu algılamışlar ve tüm galaktik dönüşü hesaplayarak 25.870 yıllık kozmik dönemi belirlemişlerdi. (Tüm burçların dolaşılması) Bu sayı modern astronomların gözlem ve araştımalarına oldukça yakındır, yaklaşık 24.500 yıl olarak kabul edilir. Temel Hindu inancına göre kişinin hata yapmaması ancak kendi kökenin sırrını anlayabilmesiyle mümkündür; buna da hesaplamalarla ulaşılır” demektedir. Eski Mısırlılar da astrolojiyi biliyorlardı. Bilinen en eski isim M.Ö. 800’de Firavun Nicepsos döneminde yaşayan Petosiris adlı bir rahiptir. Antik Mısır Astrolojisi, modern astrolojinin temelini ve özellikle de Claudius Ptolemy’nin çalışmalarını oluşturmuştur; Ptolemy, Mısır’da M. S. 70’de doğdu ve İskenderiye Okulu’nda yetişti. Ünlü kitabı Tetrabilos’da bazı bilimsel yanlışlar olsa da, modern sistemlerin kaynağı olarak kabul edilir. İran’da bilinen en eski kaydın sahibi Kral Darius döneminde yaşayan ve birçok kitap yazan El Hakim’dir. El Hakim’in asıl ünü kehanetlerinden gelmektedir; en ünlü kehaneti ise, Hz. İsa’nın doğacağını söylemesidir. Astroloji Arap dünyasında da büyük ilgi görmüştür. Bu insanlar sürekli gezerek bilgilerini Eski Yunan’a ve Roma’ya yaydılar, çalışmaları günümüzde bile parça parça olsa da pratik olarak kullanılmaktadır. Teknikleri yüksek ve düzeyliydi. Ancak Arapların göçebe olmaları sebebiyle yeterince örnek günümüze ulaşamamıştır. Mısır’ın Arapların eline geçmesinden sonra birçok eski kaynağı başta İskenderiye Kitaplığı olmak üzere yok ettiler ve bu dönem astroloji’nin Antik Çağ döneminin sonu oldu.
Osmanlı sarayında müneccimbaşılar, aslen ilmiye sınıfına mensup, medrese mezunu kişiler arasından seçilirdi. XVI. asırda müneccimbaşıların astronomi ve astroloji alanında saraya ait birçok görevi bulunmaktaydı. Müneccimbaşılar XVI. yüzyıldan itibaren saray ve ileri gelen devlet adamları için takvim, imsakiye ve horoskop gibi işler yapmaya başlamışlardır. Müneccimbaşının en mühim görevi takvim hazırlamaktı. Takvimler 1800 yılına kadar Uluğ Bey Zîci’ne (Ephemeris) göre, bu tarihden sonra da Jacques Cassini Zîci’ne göre hesaplanmıştır. Ayrıca her Ramazan ayından önce imsakiye ve zâyiçe (horoskop) hazırlamak da müneccimbaşıların görevleri arasındaydı. Başta cülus olmak üzere savaş, doğum, düğün, denize gemi indirilmesi, padişahın yazlık ve kışlığına gitmesi, has atların çayıra salınması, gibi birçok önemli, önemsiz konuda müneccimbaşılar uğurlu saat tesbit ederlerdi. Diğer taraftan kuyruklu yıldızların geçişi, deprem, yangın, Güneş ve Ay tutulmaları gibi önemli astronomi olayları ile fevkalade olayları da müneccimbaşılar takip eder ve yorumları ile birlikte saraya bildirirlerdi.
Müneccimler, yıldızları gözetler ve onlardan hükümler çıkarırlardı. Eski müneccimler, gezegenler arasında Günesi cihan sultanı addederek diğer gezegenlere o sultanın mâiyetinde birer hizmet izâfe etmislerdir. Buna göre Ay sultanın veziri, Venüs çalgıcısı, Merkür kâtibi, Jüpiter kadısı, Satürn hazinedârı, Mars da seraskeri olarak kabul edilmiştir. Müneccimbasları, kız isteme, düğün, seyahat, savas, ev yapımı, devlet işleri gibi konularda uğurlu zamanı belirlerler; hatta hastalara ilaç verme saatlerini bile tayin ederlerdi. Fakat bir süre sonra bunlar yüzünden devletin önemli işleri aksamaya başlamış, hatta iddialara göre savaslar kaybedilmiştir. Yani müneccimler, gelecekten de haber vermeye başlayınca bu iş yasaklanır. Bu derece itibar gören bir mesleğin temeli olan gezegenler ve burçlar hakkında bilgilerin, edebiyata yansıması da kaçınılmazdır. İnsanların duygu, ahlâk, sosyal hayat ve sağlıkları üzerinde bu kadar etkili olduğına inanılan astroloji, Eski Türk Edebiyatı eserlerinde sıkça yer alır. Marifetname’de Erzurumlu İbrahim Hakkı, gezegenlerin yeryüzüne etkisini anlatır ve sonunu ise, İslam’daki geleceği bilmenin yasak olduğu temeline dayandırarak “Herşeyi bilen Hak’tır, bir anı bil sonra unut gayri” diyerek bitirir.
Takiyüddin, 1570 senesinde İstanbul’a gelir ve gözlemevi kurma arzusunu gerçekleştirmek üzere Vezir Sokullu Mehmet Paşa ve Hoca Saadettin tarafından desteklenir. Bu ikisi, Sultan III. Murat’ı Takiyüddin’in yönetimi altında bir gözlemevi kurulması konusunda ikna etmişler ve böylece Takiyüddin görevlendirilmiştir. Yapımı 1577 yılında tamamlanan ve bir süre gözlemlere ev sahipliği yapan İstanbul Gözlemevi’nin ömrü uzun olmamış; bina 3 sene sonra 1580’de yıktırılmıştır. 1577 senesinin Kasım ayında, İstanbul semalarında ünlü kuyrukluyıldız gözlemlenmişti. Takiyüddin Sultan Murat’a dair kehanetlerde bulunmuş ve bu olayı iyi haberlerin müjdeleyicisi olarak yorumlamıştı. Fakat ardından 1578’de İstanbul’da bir veba salgını baş göstermiş, gözlemevine karşı olumsuz bir tavır oluşmaya başlamış ve saraydakiler bu fırsattan yararlanarak, bir gözlemevinin kurulduğu her yerde felaketlerin birbirini kovaladığını kanıtlamaya çalışmışlardı. Devrin şeyhülislamı Ahmed Şemseddin Efendi padişaha bir rapor sunmuş ve bu raporunda “gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesini küstahça öğrenmeye cüret edenin akıbetinin meçhul olduğunu ve eğer bir memlekette horoskop hazırlanacak olursa, o memleketin harap hale geleceğini ve devletin binalarının zelzele ile yıkılacağını” bildirmişti. Bunun üzerine Kaptan-ı Derya Kılıç Ali paşa’ya bir emir gönderilmiş ve gözlemevini yıkılmıştır.
Osmanlı döneminde yıldızname adıyla bilinen, birçok İslam âliminin eserlerinde de bahsi geçen burçlara, Kur’an’da ne şekilde yer veriliyor? Gökyüzüne, yıldızlara ve gök cisimlerine Kur’an’da sıkça yer verilir. Burçlardan ise ‘Buruc’ ifadesiyle toplam dört yerde bahsedilir. Aynı zamanda Kur’an’da ‘gökyüzünün burçlarına yemin’le başlanan 85’inci surenin de adı olan ‘Buruc’u, tefsircilerin çoğu, ayetlerdeki burç kelimesinin astronomideki karşılığıyla ‘takımyıldızı’ olarak yorumluyor.Bir bilim olan astronomi, teknik ve yöntemleri bakımından ‘takımyıldızı’ olarak tanımlanan burçların fiziksel özellikleri üzerinde dururken Kur’an’da daha çok bunların ne için var olduğundan ve yaradılış hikmetinden bahsediliyor. Fakat yalnızca Hicr Suresi’nin 16’ncı ayetinde burç kavramı farklı bir ele ele alınıyor. Bu ayet-i kerimede ‘Allah Teala’nın gökyüzünde burçlar yarattığı ve yine o burçları onlara bakanlar için süslediği ve taşlanmış her şeytana karşı koruduğu, oradan kulak hırsızlığı yapanlar bulunursa onları takip eden bir alev topunun olacağı’ ifade ediliyor. Bu ayetteki ‘kulak hırsızlığı’ ifadesine dikkat çeken yorumcular, Saffat, Cin ve Şuara surelerinde, bu tabirin cinlerin ve şeytanların bilgi hırsızlığı yapıp yeryüzündeki insanlara yalan yanlış yaydığını bildirmek için kullanıldığını belirtiyor. Gezegenlerin hareketlerinin genel olarak yeryüzünde bir etkisinin olabileceği, gezegenlerin bulunduğu konuma bağlı olarak kişilerin doğum anında bundan etkilenebileceği, birçok İslam âlimince kabul görmüşse de, bundan farklı olarak astrolojideki burçlar çeşitli kehanetlerde bulunma aracı olarak kullanılması bakımından dine ters düşüyor.
İnsan Beyni Kozmik Işınların Etkisi Altındadır
Burçlar İlmi insanın yapısıyla iç içedir ve insanın yapısına temel teşkil eden bir daldır. İnsan beyni her an burçlardan gelen sayısız kozmik ışınların etkisi altındadır. Bir belirli fikir getirmiyor. Ancak, geldiği konumu itibariyle beyindeki hangi açılımlara hitâb ediyorsa, hangi açılımları etkiliyorsa, ona göre insandan bir davranış ortaya çıkıyor. Astroloji evrende uyum ve simetrinin mevcut olduğunu, herkesin bu uyum ve simetrinin bir parçasını oluşturduğunu öğretir. Bu yüzden astrolojiyi hayatı açıklamaya yardım eden bir felsefe gibi düşünülebilir. Astroloji kader değildir, her şey insanın kendi elindedir. Astroloji dönemleri inceler; şanslı zamanları, fırsat alanlarını, olabilecek hastalıkları, doğum haritasında kişiyi kısıtlayan, zorlayan alanları ve gecikmeleri gösterir. Sonuçta nasıl hareket edileceği, neler yapılacağı insanın iradesine aittir.
“Küçük insan, Büyük Alemin (makro-kozmos) bir minyatürüdür… İnsan varlığı, alemden daha da küçük olsa da, o Büyük Alemin bütün hakikatlerini kendisinde toplamaktadır. İbn’ül Arabi, Fusüs Ül-Hikem’”
Astroloji, insanı bekleyen olay veya psikolojik süreçler hakkında olasılık bilgileri sağlar. Karakteristik özellikler, yetenekler, mesleki potansiyeller, bedensel ve psikolojik sorunlar, eğitim hayatı, anne karnındaki süreçten hayatın son anına kadar geçen sürede karşılaşabilecek olaylar, bu olayların kaliteleri ve bu olaylar karşısında nasıl davranmılması gerektiği konusunda insanlara yol gösterici bir haritadır. Oxford tanımına göre bilim fiziki ve doğal evrenin yapısının ve hareketlerinin birtakım yöntemler aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan entelektüel ve pratik çalışmalar bütünüdür. Astrologlar bu konuda ikiye bölünmüş durumdalar, bazılarına göre astroloji tamamen matematiksel hesaplamalara dayanan, insanın anne karnına düştüğü andan itibaren gezegenlerin etkilerini araştıran bir bilimdir, bazılarına göre ise astroloji bir bilim değil, bir sanattır, ustalık tecrübe ve sezgi söz konusu olan bir iştir.
İnsanlığın oluş düzeni ve sistemi, Burçlar İlminde mevcuttur. Muhyiddini Arabi burçların etkileriyle ilgili olarak şöyle demiştir: “Dünyada ve cennetlerde oluşan her şey burçların tesirleriyle meydana gelir. Hak Teâlâ burçlarında olan hazinelerden ve etkili bilgilerden bir şey almak için 12 melâikenin elinde bulunan bu yıldızlardan her bir yıldızı Atlas Feleği içinde yerleştirmiştir.”
Gerçek astroloji bir fal aracı değil makrozmos (evren) ve mikrokozmos (insan) arasındaki etkileşimin önemli bir göstergesidir. Astroloji ezoterik konularla içiçedir. Astrolojide kullanılan unsurlar birçok okült bilimde de bulunur ve önemli anahtarlarıdır. Burçlar olarak isimlendirilen takımyıldızlar Babil’liler tarafından saptanmış ve tasnif edilmiştir. 12 Burç olarak nitelendirilen takımyıldızların bu durumuna ait bilgi bazı kaynaklarda o çağda yaşadığı ileri sürülen İdris peygamberin hikmeti olarak da belirtilmiştir. Daha sonra bu ilim Yunan’lılara, Mısır’lılara ve İslâm dünyasına aktarılmıştır. Kadim inanışa göre dünyadaki olayları “burçlar” olarak adlandırılan kümelerdeki yıldızlar meydana getirirdi. Güneş sistemimizdeki gezegenlerde bu kümelerdeki yıldızlarla birlikte insan kaderi üzerinde rol oynardı. İnsanların bu görüşleri güçlendirecek bazı kanıtlar elde etmesiyle yıldızlara tapınma dönemi başlamış oldu. Bu dönemdeki inanışa göre her burç birer tanrı ve insanlar hakkındaki kararlar onlardan çıkmaktadır.
İdris peygamber, insanlara, dünyadaki olaylar üzerinde gök cisimlerinin etkilerini anlatmış ve “Burçlar İlmini” açıklamıştı. Ama, bu açıklamayı yaparken, bütün bu güçlerin idaresinin de Allah’ın ilim, irade ve kudretiyle meydana geldiğini bildiriyordu. Fakat konunun derinliğini anlayamayan insanlar etkilerini kesinlikle saptadıkları astroloji ilmine sarılıp, her şeyin yaratıcısı ana kudret olarak yıldızları kabul ettiler. Bu yanlış kavrayış daha sonraları, bu insanların, gök cisimlerine ilahlık atfetmelerine ve birer tanrı kabul ettikleri gezegen ve burçlara tapınmaya kadar gitti. Burçların etkilerinin farkına varıp, ama ilâhî sistem içindeki yerini değerlendiremeyen insanlar geçmişte Ay’a, Güneş’e ve diğer yıldızlara tapmaya başladıkları için, astrolojinin üzeri kapatılmaya çalışılmıştır. Diğer bir deyişle esas amaçtan sapıldığı için, astroloji ilmi, hak etmediği bir noktaya indirilmiştir.
Takımyıldızlar yaklaşık 500-600 milyon ile milyarı aşan sayılarda biraraya gelip güneş benzeri yıldızlardan oluşmuş olup Evrene, kendi yapılarına uygun bir biçimde çeşitli kozmik ışınlar yayarlar. Bunların yaydıkları ışınlar ise Güneş çevresinde dönmekte olan dünyayı ve üzerindekileri, tüm sistemle birlikte sürekli büyük etki altında tutarlar. Takım yıldızların, yaymış olduğu kozmik ışınlar, sürekli olarak birbirlerini ve dünyamızı da etkiler. Yalnızca güneş ve ay değil, güneş sistemindeki tüm gezegenler ve onların çevresinde bulunan takım yıldızlar ve diğerleri her an henüz niteliği bilinmeyen güçte kozmik ışınlar ile dünya üzerindeki varlıkları etki altında tutmaktadır. Bunların yolladıkları ışınlar, gerek insanların, gerek hayvanların ve gerekse bitkilerin yapıları ve davranışları üzerinde önemli ölçüde etkili olmaktadır. Bir beyin astroloji haritası çizildikten sonra, planetlerin düştükleri burçlara, birbirleriyle aralarında oluşturdukları açılara göre kişinin çeşitli yönleriyle yetenekleri, karakteri, mizâcı hakkında oldukça fazla şey söylenebilir. Ancak burada çok önemli bir durum söz konusu tarih ve doğum saatinin kesin gerçek olmasıdır. Bilimin hâlâ çözemediği tür ve ırk sıçramalarının, temelinde hep mutasyon diye adlandırılan, kozmik ışınım etkileri, yâni, astrolojik etkiler yatmaktadır.
İslâm araştırmacısı mutasavvıf ve yazar, Ahmed Hulusi’nin Burçlar İlmi hakkındaki görüşleri için ALLAH VE SİSTEMİ adlı siteye bakabilirsiniz.
Muhyiddin A’râbî’nin âlemin ve burçların oluşu hakkında Fütuhatı Mekkîye adlı eserinde şöyle yazıyor:
“Hak Teâlâ, kendinde bir şey yok iken, mevcûdiyet sıfatıyla sıfatlanmıştır. Diyebilirim ki, Hak Teâlâ, mevcûdiyetin ta kendisidir. Rasûlullâh sallullahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Allah vardı ve onunla beraber hiçbir şey yoktu.” buyurmuşlardı. Hak Teâlâ kendi nefsi ve hüviyeti yönünden bilinmez; bu bilinmezlik ve görünmezlik keyfiyetine de “İLİM” denmiştir.
Hak Teâlâ’nın evvelki şekli, buluta benzer bir duman şeklinde olmasıdır. Burada âlem, “Bâtın” hükmüyle mevcuttu. Bâtınî hükümden ise âlemin zuhûru imkânsızdır.
İşte bu ilk duman da Rahman’ın “Zâhir” adı olmuştur. Bu durumda kendi nefsini görerek ilmî ve özel bir tecellî ile ruhî şekillerden birini seçmiştir. Bundan sonra Zâtıyla nefsine bakınca nefsini sayısız sıfatlarla muttasıf olarak buldu. İşte bu buluşu meydana getiren ilk bakış, İLİM’di.
İlimde mevcût olan bu sıfatlara da “mâkûlât” dendi. Aynı zamanda “Aklı Evvel” adını bu bakışı yapması hasebi ile aldı. Bu akıl, âlemlerin duman ve bulut içinde gizli olan sıfatlar olduğunu, bunun da kendi nefsi olduğunu seyreyledi. Ve bu sanki gölge olan aklın zâtından uzanan varlık, o tecellinin nûrundan oluştu. Buna da “Levhi Mahfuz” veya “Zâti Tabiat” denildi. Bununla beraber bu boyutta bunun tümüne Hayat, İlim, İrade, Kelâm denildi.
Bundan sonra “Akl-ı Evvel”, çehresini o dumana çevirerek, kendisinden neler kaldığını görmek istedi. Fakat bu sıfatların varlığının dışında hiçbir şey göremedi. İşte bütün âlemin sûret ve şekilleri bu zulmet ve gizlilik içinde bulunmaktadır. Hak Teâlâ’nın ARŞ’I da bu zulmet içindedir. Arşın etrafında da kürsü, felekler, cennetler, semâlar, rükûnler ve doğurucular vardır. Bu varlığın babası Akıldır, anası Nefs.
“Şunu da bil ki, Hak Teâlâ daha evvelce anlattığımız kürsü içinde şeffaf dairevî bir cisim yaratmıştır. Bunu da 12 eşit parçaya ayırmış ve bu parçalara BURÇLAR adını vermiştir.”
Bu burçlar toprak, su, hava, ateş gibi unsurlardan olup, tıpkı dünya ehlinin unsurlarına benzer. Hak Teâlâ her bir burçta cennet ehlinden bir melâikeyi orada iskân ettirir. İşte bu burçlardan cennetlerde tekevvün edecek şeyler tekevvün eder. Değişiklikler ve karışıklıkların tümü bu burçların değişmesiyle ve kurulan düzenin bozulmasıyla olur.
Gerçek olarak âlemimizin öncülüğünü bu 12 burçta bulunan 12 melâike yapmaktadır. Böylelikle bu 12 burç, âlemlerimizin gerçek olarak imamlığını yapmaktadır. Arşın esası 4 kaide üzerine oturtulduğundan, bu burçlar 12 olmasına rağmen, 4 mertebe üzerine bulunurlar. Konaklar üçtür. Dünya, Berzah, Âhiret. Bu konaklardan her bir konağın dört menzili vardır. Bu konaklarda bunların hükmü geçer. Üç konağı dört menzile çarparsak 12 eder bu da 12 burca delâlet eder.
Şu anda bize cennet gibi gelen dünyamız, âhıret günü itibariyle ateşe döneceği için Berzah da bu dört menzilin hükmü altındadır. Cennet de bu dördün etkisindedir.
Bunlardan Koç, Aslan, Yay aynı mizaç ve mertebededir.
Boğa, Başak ve Oğlak başka mertebede ve aynı mizaçtadır.
İkizler, Terazi ve Kova başka mertebe ve aynı mizaçtadır.
Nihâyet Yengeç, Akrep ve Balık başka mertebede ve aynı mizaçtadır. Bunlar dört hâkim vali olarak bir menzilde bulunurlar.
Dünyanınki ise Yengeç burcudur.
Berzah âlemi ise Başak burcunun hüküm ve etkisi altındadır. Ayrıca bir de dünyanın ateşe dönmesi durumunda sahibi Yengeç Burcu olmaktan çıkar ve Terazi burcunun hükmüne girer. Cehennem ateşine düşenlerin azâbı sona erdiğinde ise ikizler burcu dünyayı teslim almış olur.
Cenâb-ı Hak Teâlâ oniki burcun mümessili olan her bir melâikeye otuz ilim hazinesi vermiştir. Bu burçlardaki melâikeler kâinatta lüzumlu olan şeyleri bu ilim dolabı olan burçlardan olarak indirirler ve bir sene ile yüz sene arasında dünyada bırakırlar. Cennet ve Cehennem ehline nezâret hakkı da bu 12 burca verilmiştir. Cennetteki hükümler hep bu 12 burçtan çıkar.
Cennetlerdeki meydana getirişlerden tutun da; yemek ve içmek, nikâh ve hareket, değişiklik ve şehvet gibi şeyler hepsi o hazinelerden inen 12 burcun temsilcileri eliyle ve Allah’ın izniyle olur. Adn cenneti hariç, diğer cennetleri bu 12 burcun mümessilleri bina etmişlerdir.
İnsanın âhıret neşeti, berzah neşeti gibidir. İnsanın bâtını, kendisine göre bir hayâldir.
Mükevkep felek cennetin tabanı, atlas felekte cennetin semâsıdır. Hava, âlemin hayatıdır. Bu nemli sıcak bir havadır. Hava içindeki nisbetler ve dereceler yükseldi mi buna ateş adı verilmiş olur. Hararet ve rutubet derecesi düştüğünde ise su adını almış olur. Havadan gayrı süratle değişecek bir şey yoktur.
En azâmetli burçlar da hava tabiatlı İkizler, Terazi ve Kova burçlarıdır. Dünya ve dünya semâsı içindeki aydan sonra ikinci semâda Merkür, üçüncü semâda Venüs, dördüncü semâda Güneş, beşinci semâda Mars, altıncı semâda Jüpiter, yedinci semâda da Satürn vardır. Bu gezegenlerin her biri meydana geldikten sonraki zaman içinde, burçlardaki hazineler bu gezegenlere melâikeler tarafından indirildiler ve bütün bu uydulardaki rükûnlere tesir etmeye başladılar. Zaman, tümüyle izâfî bir şey olup gerçek varlığı yoktur. Güneşin görünmesiyle gündüz ve kaybolmasıyla gece olur ki bu izâfî hükümlerden aylar, mevsimler seneler doğar.
Allah her semâyı imâr edecek ruh âlemleri ve melâikeler yaratmıştır. İnsanlardan evvel, Allah, yeryüzünde ateşten yaratılmış olan cinleri var kılmıştı. Dünyadan ayrıldıktan sonra, artık uyku diye bir şey yoktur. Çünkü kıyâmet günüdür.
Mükevkep felek ateşe döndüğünde, bu feleğin içi Mukaar yâni sonsuz ateş derinliği olduğundan “cehennem” adını almıştır. Sırat ise, arzımızın üstünden mükevkep felek doğrultusunda ve belirli bir yükseklikte cennet surları dışındaki geniş ve çimenli alana doğru kurulur.
Dünyada insan bir hayâldir.
Bugün dünya evi denen bu yerler kıyâmet günü Cehennem evi hâline gelecektir.”
Son Yorumlar