Atlantis’te Din Büyü ve Bilim
Günümüz toplumunda karşılaşılan sorunların çoğunun kaynağı “mantıklı olan” ile “sezgisel olan” arasında kesin sınırlar çekilmiş olmasıdır. Atlantis bilimi açısından “Fizik” ile “Metafizik”, “Astroloji” ile “Astronomi” arasında fark söz konusu değildir. Bunların hepsi Atlantis rahiplerinin konularıydı ve rahip adayları genellikle beynin hem sağ, hem sol yarılarına hitap eden çalışmalara yoğunlaşmaları gerekiyordu. Öte yandan, Dünya’nın doğasını anlayabilecek ve doğa olaylarına müdahale edebilecek bilgiye de sahiptiler. Ayrıca kozmosun sonsuzluğundaki diğer yaşamların da farkındaydılar ve bunların bir bölümünü gözlemleyebilecek kadar da sezgileri güçlüydü. Atlantisli rahiplere göre dünyadaki yaşamın en önemli amacı ruhun maddeyi tanıma ve maddeyi geliştirme süreciyle ilgilidir. Böylelikle dünyaya doğan ruhsal varlık burada geçirdiği maddesel tecrübelerle hem kendi bilgisinin deneyimini yapmakta, hem de maddeyi evrimleştirmektedir. Atlantisli bilgelerin temel yaşam felsefelerinin altında yatan gerçek budur. Böyle bir hayat felsefesinin altında yatan anlayış ise, “Fizik”-“Metafizik” ayrımı değil “Fizik”-“Metafizik” birlikteliğidir. Atlantisliler Güneş Sistemimiz’deki oniki gezegenin zekalarına hakkettikleri saygıyı göstermekle kalmamış, bu gezegenlerdeki tüm canlı varlıkların büyüme ve evrimini etkileyen diğer yıldızlardaki semavi zekaları da kabul etmişlerdi.
Büyüsel (majik) çalışmalar Atlantis’te ayrı bir araştırma alanı olarak değil doğal bilimsel araştırmaların bir parçasıydı ve bu çalışmalar kozmik yasalara göre işliyordu. Bu yasaların çoğu ve özellikle de metafiziksel alanlara ait olanları oldukça iyi kavranmıştı. Bu yüzden batıl inanç diye bir şey yoktu. Her şeyin mantıklı bir açıklaması vardı. Erken dönem Atlantis mantığı dogmalarla kirletilmemişti. Atlantisliler bugün kuantum mekaniği olarak adlandırılan alanın doğasını biliyorlardı; ses bilimi ve genetik hakkında da gelişmiş bilgiye sahiptiler. Fizik kurallarina oldukça hakim olan bilim rahipleri her bir kişinin genetik, sonik, fiziksel ve dalga frekanslarını tam olarak ölçebilmekteydi. Bu bilgi daha sonra bir tür “enerji grafiği aygıtına” aktarılmaktaydı. Grafik daha sonra entelektüel olarak en gelişmiş bireylerle en kısıtlı bireylerin grafiklerinden türetilmiş benzer bir grafikle karşılaştırılmaktaydı. Bu şekilde kişi, yetenekleri doğrultusunda en uygun olacağı makama getirilmekteydi.
Atlantisli rahipler ayrıca “Zaman”ın gerçek doğasını ve enerjisininde farkındaydılar fakat bu bilgi tehlikeli olduğundan sadece potansiyeli olan çok az sayıdaki bir azınlığa verilmekteydi. Fonksiyonlarını tam olarak bilmeyen biri, Zaman’ın çarkları arasına girdiğinde bir zaman kayması veya zaman ışınlamasında kaybolma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilirdi. Atlantisli bilim rahipleri böyle bir olayı olabilecek en korkunç durum olarak değerlendiriyorlardı. Çünkü kişi kendisini, dünya zamanıyla asırlar sürebilecek ruhsal izolasyon içinde bulabilirlerdi. Bu yüzden Atlantis’te bu bilgi tamamen gizli tutulmuştu. Ancak Bu bilginin bir bölümü bazı bilinçaltı simgelerine işlenmiş olduğundan ve belli bir ruhsal veya kozmik olgunluğa erişebilmiş olan kişilerce çözümlenebilecek ve yorumlanabilecektir.Zira bu simgeler bir zamanlar herkese açıktı ve gizli tutulmamışlardı. Hatta bazıları kökeni Atlantisli kolonicilere dayanan bazı inisiyatik merkezler aracılığıyla günümüze dek ulaşmıştır. Bu merkezlerin en önemlilerinden biri eski Mısır’dı. Bu kutsal simgeler dünyanın tarihi ve evrimindeki gelecek zamanlarda açılarak keşfedilecek zaman kapsülleridir. Bu kapalı semboller ancak insanın ruhsal olgunluğuna paralel bir ölçüde kendilerini deşifre eder. Ezoterik kaynaklara göre yedi kat gizlenmiş olduğu söylenilen bu sırların kaçıncı dereceye kadar açılabileceği, tamamen bu simgelerle karşılaşanların potansiyeline bağlıdır.
“Quasi Kristalleri”rin keşfedilmesi bile kendi içinde bir zaman kapsülünün açılmasını içerir. 1984 yılında ABD bilimadamları daha önceleri imkânsız olarak niteledikleri bir dizilimi olan garip bir madde keşfettiler. Bu madde bir özelliği dışında kristallerin taşıdığı özellikleri taşımaktaydı. Simetrisi, kristal yapılarına ilişkin temel teoremi ihlâl etmekteydi. Atomları herhangi bir kristal madde için fiziksel olarak imkânsız bir dizilimde düzenlenmişti. Bu sebeple bu maddeye “Sözde Kristal” anlamına gelen “Quasi Kristali” adı verilmiştir. O dönemlerde normal kristal ile “Quasi Kristali kullanılmış olsa da “Quasi Kristali”nin gerçek doğası Zaman, Kozmos ve Sirius’la olan ilişkisi sebebiyle Atlantis rahiplerin en iyi saklanan sırlarından biri idi. Ve bu kristal sayesinde büyük enerji merkezleri kurmuşlardır. Bu Kristal Enerji Merkezleri sayesinde kozmostan enerji topluyorlar ve bunu çeşitli alanlarda kullanıyorlardı. Kristaller Atlantis döneminde kullanılmakta olan en güçlü nesnelerdi. Temel enerji kaynaklarıydılar ve tedavideki güçleri muazzamdı. Fakat bu güç ve enerjiler de Atlantis’in son dönemlerine doğru, olumsuz amaçlar için kullanılmaya başlandı. Atlantis Uygarlığı’nın çöküşüne yol açan da bu güçlerin kötü amaçlar için kullanılmasıydı. Aynı zamanlarda kristaller aracılığıyla yayılan yapıcı pozitif enerjiler Dünya’dan çekildiler.
Atlantis’in bazı merkezlerdeki kristaller, kozmik enerjileri toplama ve dağıtım işlemlerinde etkin bir şekilde kullanılıyordu. Dev bir yansıtıcı gibi işlev gören bu merkezlerde büyük enerjiler odaklandırılıyor ve yansıtılıyordu. Bu enerji merkezleri, önce “göksel –ruhsal bağlantı” için kullanılmaktaydı. Bu enerji merkezlerinde psişik olarak insanlar yenilenmekte ve fiziksel olarak da bedenlerini rejenere edebilmekteydiler. Kristal Enerji Merkezleri” olarak adlandırılan bu ünitelerden, Atlantisliler daha sonraları enerji yayan bir kaynak yaptılar ve bunu geliştirerek ulaşım, iletişim ve yaşamın çeşitli alanlarında bu üniteleri kullandılar. Hatta doğa olaylarına bile, bu enerjilerle müdahalede bulunabilmekteydiler. Edgar Cayce, Atlantis Başkenti’ndeki “Büyük Tapınak”ta bulunan ve “Ateştaşı” olarak bilinen dev bir kristalden söz eder. Bunun tüm ülkenin güç kaynağı olduğunu belirtir. Güneş’in ışınlarının bu objenin birçok prizmasından geçmesi o kadar büyük bir yoğunlukta gerçekleşmekteydi ki, “tüm diyarda görülebilir radyo dalgaları gibi yeniden oluşturulup yayınlanabiliyordu.” Cayce’ye göre Atlantis’in nihai yok oluşuna katkıda bulunan bu enerji kaynağının yanlış kullanımı idi. Cayce ayrıca insan vücudunun Güneş ışınları ile iyileştirilmesi için kristallerin kullanımından bahsetmektedir.
Atlantis’in son devirlerinde ellerindeki bu teknolojiyi negatif alanda kullananların çıktığı ve böylelikle doğanın dengesinin bozulduğu birçok ezoterik kaynak tarafından belirtilmiştir. Bu imkanları olumsuz alanda kullananları ezoterik kaynaklar “Belial’in Oğullan” olarak nitelerler. Edgar Cayce ise bunlara “Şeytan ” anlamına gelen “Satan Oğulları” adını vermiştir. Bu merkezlerin “Satan Oğullan” tarafından kullanılması volkanik püskürme ve depremlere neden oldu. ‘Satan Oğulları’ bu enerjileri yıkıcı güçlere dönüştürdüler. Böylece yeraltında, yerin derinliklerinde büyük patlamalara sebep oldular. Doğanın güçlü enerji deposundan gelen büyük volkanik patlamalar ve depremler sonucu kıta önce beş adaya bölündü. Cayce’ye göre Atlantisliler İ.Ö. 10500 yılından önce Mısır’a göçtüler ve Atlantis’in 40 bin yıllık kayıtlarını da aldılar. Cayce, bu kayıtların, Sfenks’in yakınlarında, henüz keşfedilmeyen ve tamamen toprağın içindeki bir piramidin Kayıtlar Salonunda bulunacağını söyledi.
Atlantis’te Güneş gücünün kullanılması ile, lazer gücü, sesler ve kristallerde depolanan enerjilerle ilgili bilgiler Metafiziksel Öğretiler’de sıklıkla dile getirilmiş olmasına rağmen, “Quasi Kristali” nden fazla bahsedilmemiştir. Bunun sebebi “Quasi Kristali”nin kullanımı ile ilgili bilgilerin son derece gizli tutulmuş olmasından kaynaklanıyor olabilir. Bu bilginin Atlantis’te Dünya Dışı Varlıklar’la iletişim aracılığıyla kozmosun doğasını araştıran rahipler tarafından da kısıtlanmış olma ihtimali çok yüksektir. Orta dönem Atlantisliler’i ayrıca “Dünya Dışı Hafıza Kayıtları”nın varolduğu genlerin tanımlanması ve izole edilmesi konularında da uzmandılar. Dünya Dışı Genlere sahip olan bireyler, Mısır’da Tehuti, Yunanlılar’da Hermes adı verilen Atlantis Tanrısı Ta-Khu’nun rahipliği için yetiştiriliyordu. Bu eğitim merkezinin adı “Okun Takipçileri” idi. Atlantis’in çöküşünden sonra, Atlantisliler’in kozmoloji, kuantum mekaniği ve astrofizik ile ilgili bilgilerini yansıtan pekrçok kelime ve ibare, kolonilerin kozmoloji ve din kavramlarında anlamları yok olmuş bir şekilde var olmaya devam etti. Bunun bir örneği antik Mısırlılar’ın Öbür Dünya için kullandıkları “Douat” kelimesinde görülmektedir. Bu kelime Atlantisli bilim rahipleri tarafından yarı atomik diyarları yani süptil maddeden oluşan mekanları ifade etmek için kullanılmıştır.
Atlantisliier’e göre Güneş enerjileri herkesin görebileceği, kullanabileceği ve hissedebileceği bir konumdaydı. Güneş tüm canlılara ısı, ışık, enerji ve yaşamın daha birçok güzel şeyini veren kristalleri beslerken, herkes tarafından günlük hayatta dokunulabilir, hissedilebilir ve görülebilir Tanrısal gücün yansımasını da temsil etmekteydi. Atlantisliler’in feng-shui ve dünya güçleri bilgisi son derece gelişmişti. Tapınaklarını yaprken bu bilgilerini kullanıyorlar ve böylelikle uygun enerjilerin odaklandığı yerlerde uygun modellere sahip mabetler inşa edebiliyorlardı. Mesela şifa tapınağı dünyevi güçlerin yeniden dengelemeyi desteklediği bir yere kurulurken, eğitime ilişkin mabetler beyinsel faaliyetleri pozitif yönde tetikleyecek nitelikteki dünya emisyonlarının olduğu yerlere kurulurdu. Başta dünyanın telürik enerji akımları olmak üzere, elektromanyetik ve elektrostatik alanlar aracılığıyla işleyen hem dünyevi hem de kozmik güçler tarafından etkilenen tüm olaylar bilimsel olarak değerlendirilebiliyordu. Bu da elemental dünya ile hayvan, bitki ve mineral diyarları ile aynı frekansta olmayı sağlıyordu. Tüm bu enerji akımlarının insanlar üzerindeki ruhsal ve fiziksel etkileri, biyolojik saatler, Ay etkilerinden kaynaklanan fizyolojik ve psikolojik rahatsızlıklar ve Güneş lekelerinin etkileri gibi olaylar bilimsel olarak ele alınabiliyordu. Atlantis’te dünyevi enerjiler 2 şekilde incelenmekteydi Dışa akan ve içe akan, yani aktif ve pasif. Bunlar elementler açısından ateş ve hava ile su ve toprak olarak sınıflandırılmaktaydı.”Beşinci Enerji”nin eklenmesiyle, dünya dışı kozmik enerjilerin de dünyaya çekilmesini sağlayabiliyorlardı. Tüm fiziksel olguların “düşünceden” etkilendiği bilindiğinden, Atlantisli rahipler bilimin yalnızca fiziksel yanını değil, bu fiziksel güçlerin işlemesini sağlayan zekaların psikolojisini de araştırıyorlardı. Bu araştırma sonucunda Atlantis rahiplerinden bazıları “Tanrılarla iletişim kurma”, ya da diğer bir tanımlamayla, evrenin oluşumu ve evriminden sorumlu zekalarla telepatik iletişim kurma yeteneğini geliştirdiler. Evrenin her köşesinde geçerli olan “Benzeşim Yasası”na göre, kişi sadece kendi ruhsal benliğinin yani yüksek benliğinin ait olduğu frekanslara yakın varlıklarla iletişim kurabilir. Buna göre yüksek seviyeli bir ruhsal varlığa dua edildiğinde, duanın cevabı kişisel gelişim aşamasına uygun olarak duanın o varlığa ulaşması oranında kabul görecektir. İnsan eğer bu temel ezoterik yasayı ihlâl etmeye çalışırsa, zihinsel veya fiziksel olarak tükenir.
Atlantisliler’in büyüsel inançları bilimsel temelleree dayanmaktaydı. Bilimsel çalışmalara metafizik alan da dahil edilmiş durumdaydı. Bu sebeple evren boyunca yayılmış tüm hayat formlarının Düzen/Kaos sisteminin egemenliğinde olduğunun bilincindeydiler ve insanlığın kozmik sarkacın devinimleri sırasında iki uç noktadan birini seçmekle yükümlü olduğunun farkındaydılar. Bununla ilgili tehlikelerden tamamen haberdar olan Atlantisliler, dünya tarihinde de görüldüğü üzere, Kaotik İlkelerin izlenmesi halinde çekilecek acıların farkında olarak son dönemlerin dışında, Düzen ya da İstikrar Yolunu izlemek için gayret etmiştir. Atlantis’in son dönemlerinde uygulanmaya başlayan kara maji uygulamaları daha sonraki dönemde Satanizm’in ortaya çıkışına sebep olmuştur. Gerçek büyü uygulamaları Atlantis’te rahipliğin ilgi alanına giriyordu. Bu alanlara beden ve ruhun iyileştirilmesi, psişik güçlerin elde edilmesi ve Dünya güçlerinin Sirius ile dengelenmesi ile uğraşmakta olan “Kozmik Büyü” de dahildi. Atlantis sonrası dönemlerde ortaya çıkarak genel olarak aşk iksirleri, mali kazançlar gibi çıkarcı büyüler yoktu. fakat son dönemlerinde her şey değişmiş ve toplum yozlaşmıştı. Bu yozlaşmaya sonuna kadar direnen ve eskinin bilgeliğini sürdürmeye çalışan rahipler de bu durumu engeleyememişlerdi. Atlantis’in hem fiziksel, hem de ruhsal çöküşü bu sürecin sonunda meydana gelmişti.
Atlantis majik uygulamaları arasında simya çalışmaları da bulunmaktaydı. Simya çalışmalarının ana prensibi, ruhsal dönüşüm olmaksızın fiziksel dönüşümün olamayacağı ilkesine dayanmaktaydı. Bu dönüşümde düşünce enerjisinin özel tekniklerle belli bir yere konsantre edilmesinin oldukça önemli bir yeri vardı. Atlantisli rahiplerin tümü, bu durumun farkındaydı ve büyüsel çalışmaları da bu amaca hizmet edecek şekilde düzenlenmişti. “Dünya” ile “Ruhsal Dünya” arasındaki kapının açılmasında da majik uygulamalardan yararlanılmaktaydı. Görünmeyen dünyalara mantıkla yoğurulmuş sezgi kullanılarak erişiliyordu. Bu çalışmalarda ortaya çıkan halisinasyonlar ile gerçek parapisişik fenomenler rahiplerin denetiminde kolaylıkla birbirinden ayırdedilebiliyordu. Majik çalışmalar “yüksek seviyeli” ve “düşük seviyeli” olmak üzere iki kategoriye ayrılmıştı. Düşük seviyeli maji, günlük dünyevi hayattaki alanı içerirken, yüksek seviyeli olarak adlandırılan maji, ruhsal arayışa aracı olması için kullanılmaktaydı. Bu konuyla ilgili Ennemoser şunları söylemiştir: “Saklı sanatların bilimi olan ve insanoğlu ile ruhların dünyası arasında iletişim kuran Teurji’nin evladı olduğu sihir, sezgisel alanda varlığını sürdürürken, ruhların dünyasına bir pencere ve kapı olduğuna, bu dünya ile işbirlği ve görünmez bir bağ bulunduğuna dair somut bir bilinçliliği de içerir. Tüm uluslar tüm çağlarda böyle bir ruhsal ilişkinin varolduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu inancın doğal bir sonucu olarak da, bu ruhsal dünyanın varlıkları ile iletişime geçme arzusunu doğurmuştur. Tüm eldeki kanıtlar göstermektedir ki, eski çağlarda insanoğlu ruhlarla dolaysız temasa geçebilmekteydi.” Burada bahsedilen ruhlar, Tek Tanrılı Dinler’in melekleri ya da ölmüş olan insanların ruhları ile sınırlı değildi. Atlantis majisinin temelini oluşturan ruhsal bağlantı, kozmik boyuttaydı ve bu sebeple de bu gezegen ile sınırlı değildi.
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerinden bu yana, toplumların yanı başında yerlerini almış olan kristaller, günümüzde yeniden keşfediliyor. ‘‘Şifa dağıtan bir dünyevi sihir’’ olarak da adlandırılan kristallerin, efsanevi varoluşu ise Atlatis uygarlığına kadar dayanıyor. Kristallerin mağrur görüntülerine ilk vurulanların Atlantis uygarlığının Toltek kavmi olduğunu söyleyen doğal şifa uzmanı ve yazar Edmund Harold, Atlantis’teki rahiplerin bu ‘yaşayan taşlarla’ insanın fiziksel ve ruhsal aleminde olumlu değişiklikler sağladıklarını belirtiyor. Atlantis’te kadınlar tarafından korunan kristallerde keşfedilen özellik sezgileri güçlendirmesi. Harold, kuvars kristallerinin enerjilerinden yararlanarak telepatik iletişimi geliştirdiklerini söylüyor. Kuvars kristalleri Atlantis Uygarlığı’nda kentleri ve evleri aydınlatmak, ulaşım araçlarını çalıştırmak, daha iyi ürün elde etmek ve hastaları sağaltmak amacıyla kullanılıyorlar; bunun yanı sıra, insanlarda kişilik değişimi yaratmak, inisiyasyon ve kehanet amacıyla da programlanabiliyorlardı. Ancak kuvars kristallerinin kullanımı yalnızca Atlantis Uygarlığı ile sınırlı değil. Nitekim, bilim adamlarının son yıllarda yaptıkları araştırmalar, dünya yüzeyinde ve özellikle uzakdoğuda bulunan çoğu tapınağın kristal yatakları üzerine kurulmuş olduğunu gösterdi. Yine de en çarpıcı gelişmenin, Florida kıyılarında yaşandığını belirtiyor. Olayı ‘‘Kristal Mucizesi’’ adlı kitabın yazarı Edmund Harold şöyle anlatıyor: ‘‘Bir fırtınadan sonra Florida kıyısının deniz yatağını araştıran bir grup balıkadam, deniz altında birkaç yapı keşfettiler; aralarında bir piramit de vardı. Havanın tekrar bozması, bu yerin daha fazla araştırılmasını engelledi. Araştırmacılar iki yıl sonra tekrar dalarak, piramit harabelerden, üç hayalet gibi kristal küre çıkardılar. O zamandan bu yana Bermuda Üçgeni olarak bilinen bölgede herhangi bir olay meydana gelmedi.
Atlantis döneminde, kristal gücünün gelişimine rahipler öncülük etmişlerdi; bunlar insanların zihinsel, fiziksel ve ruhsal bedenlerinde değişiklik yaratmak için kristallerin doğal elektromanyetik enerjilerinden yararlanmışlardı. Edgar Cayce Atlantis’te kullanılan bu enerji merkezleriyle ilgili bilgilerin üç yerde bulunduğunu ve gelecekte bunların ortaya çıkacağını söylemiştir. Bunlar Mısır, Meksika ve Atlantis’in Poseidia bölgesinin su üstünde kalmış bulunan Bimini Adası yakınında. Edgar Cayce trans durumundayken, zihni yoğun bir biçimde değişime uğrayıp ruhu farklı boyutlara süzülebildiğinden ötürü “Uyuyan Kâhin” olarak anılır. Onun bu “yaşam okumaları” sırasında Cayce, Atlantis tarihini yeniden hatırlamıştır. Cayce batık şehrin tüm ayrıntılarıyla birlikte dünyasal ve ruhsal amaçlar için kullanıldıkları kabul edilen kristallerden birçok kez bahsetmiştir. Açgözlülükleri yüzünden kozmik güçlerle oynamanın getirdiği felâketi anlatan kahine göre “Büyük Kristal”in kötüye kullanılması, onların kendi kendilerini yok edişine sebep olmuştur. Cayce’nin anlattığına göre felâketten kurtulan insanlar kristal teknolojisi ile diğer kıtalara kaçarak sonraki uygarlıkların temellerini atmışlardır.
Kitap Önerileri
Atlantis Bilgeliği İnsanlığın Bilinmeyen Tarihi Murry Hope
Kristal Mucizesi Edmund Harold
Son Yorumlar