İnkaların Kayıp Şehri Machu Picchu
Peru Andları’nın 2 bin 430 metre yükseğinde yer alan ve Inka İmparatoru Pachacutec Yupangui tarafından 1450 yılları civarında inşa ettirilen Machu Picchu kenti Eski tepe anlamına gelir. Bu gizemli şehir And platosundan başlayarak balta girmemiş Amazon ormanlarının Urubamba Nehrine kadar uzanır. İnkaların devasa taşları nasıl taşıdıkları ve yerlerine nasıl yerleştirdiklerinin sırrı hala çözülememiş durumda. İspanyol işgali nedeniyle şehirlerini kaybeden İnka liderleri 1536 yılında az sayıda insanla beraber buraya yerleşti. İspanyolların İnka İmparatorluğunu işgalinden sonra şehir üç asır boyunca “kayıp” olarak kalmış ve 24 Temmuz 1911’de Hiram Bingham tarafından yeniden bulunmuştur. Hiram Bingham, bu keşfinden sonra “The Lost City Of The Incas’“adlı kitabını yazmıştır.
Tekerleği ve yazıyı bulamayan İnka uygarlığının Machu Picchu gibi bir mühendislik harikası bir kenti nasıl ve neden inşa ettiği hala gizemini koruyor. Kentin duvarlarında kullanılan ve ağırlığı 100 tonu bulan taşların hiçbir harç malzemesi kullanılmadan, mükemmel bir hesaplama ve işçilikle biçimlendirerek birleştirilmesi İnkaların matematik ve mühendislikte şaşırtıcı birbilgiye sahip olduklarını gösteriyor.
Kentin hangi sebeple yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Bir görüşe göre Güneş Tanrısı İnti’ye daha yakın olabilmek amacıyla bu kadar yükseğe yapıldı. Diğer bir varsayım ise kentin tanrılar ve seçkin insanlar için inşa edildiği yönünde. Kentin 700’den fazla İnka asil ve din adamına ev sahipliği yapmış olduğu düşünülüyor. Machu Picchu’da keşfedilen çok sayıdaki kadın iskeleti kentin özellikle “seçkin kadınların” yaşadığı bir yer olduğunu gösteriyor. Diğer bir görüşe göre şehir Güneşin Bakireleri için inşa edilmiştir.İnkalar için kutsal kabul edilen Azize Bakire Morena anısına bu tapınaklarda “Güneşin Bakireleri” denilen kızlar bulunurmuş. Güneş Tanrısı’nın hizmetine seçilen bu kızların bekaretlerinin bozulmaması için çok sıkı korunan bir yerde birlikte yaşadığı belirtilmektedir.Kurban törenleri sırasında bu kızlar mayalanmış Mısır içkisi Chicha’yı hazırlar ve kumaş dokurlarmış. İşgalci İspanyollar bir efsane olarak duydukları bu saklı kenti bulmak için çok uğraştı ancak başarılı olamadılar. İşgalden kaçan az sayıda İnkalı burada bir müddet daha yaşadıysa da bir süre sonra tamamı öldü. Son “seçkin İnkalı’nın” da ölümünün ardından kent derin bir sessizliğe gömüldü ve And Dağları’nın zirvelerinde yavaş ama sabırla gelişen orman tarafından sessizce yutuldu. İnkaların bu gizemli kentinin sessiz bekleyişi 1911 yılına kadar sürdü.
Yale Üniversitesi’nden Profesör Hiram Bingham Güney Amerika’da kayıp kültürleri araştırırken yolu onu And Dağları’na yönlendirdi. Machu Picchu yakınlarında Urubamba Vadisi’ne gelen Bingham’a yöre sakinleri yakınlarda eski kalıntıların olduğunu fakat söz konusu bölgeye gitmenin yabancılar için oldukça tehlikeli olduğunu söyleyerek yanlarına dokuz yaşlarında küçük bir çocuğu rehber olarak verdiler. Daha önceleri de buraya gelen Batılı araştırmacılar yükseklik hastalığı adı verilen bir rahatsızlık nedeniyle antik İnka kenti Machu Picchu’yu ararken hayatını kaybetmişti. Küçük çocuğun rehberliğinde ilerleyen ekip üzeri tamamen ağaç ve yosunla kaplı bir yapının önüne geldi. Bina eşsiz İnka taş işçiliğinin izlerini taşıyordu. Bingham hayatının en önemli keşfine yaklaştığının farkındaydı. Bingham yaklaşık 500 senelik bitki örtüsünü temizleyecek ne malzemeye ne de ekibe sahip olmadığı için çevrenin fotoğraflarını çekip ABD’ye döndü. Ertesi sene tam teçhizat ve çok sayıda işçiyle gelen Bingham, arkeoloji tarihinde yeni bir sayfa açmaya hazırlanıyordu. Bingham, “İnkalar’ın Kayıp Şehri” adlı kitabında keşfini şu şekilde anlatıyor:”Kazılar sonucu ortaya çıkan her yeni yapıyla birlikte şüphelerim biraz daha azalmaya başladı. Ancak Machu Picchu’yu bulmuş olmam yine de inanılması çok güç bir rüya gibiydi”. Şehir 200 farklı binadan oluşuyordu. Yapıların hepsi işlenmesi çok zor olan granit taşından yapılmış. İncelemeler taşların arasında çimento veya benzeri bir malzemenin kullanılmadığını gösteriyor. Bu iş öylesine büyük bir hassasiyetle yapılmış ki, iki taşın arasına kağıt bile girmiyor. İleri medeniyetine rağmen demiri keşfedememiş bir ırkın nasıl olup da böyle bir işçilik mucizesini gerçekleştirdiği ise hala bilinmiyor. Mimarinin diğer bir ilginç yanı ise şehrin etrafının sur değil taş ustaları tarafından yapılmış labirentle çevrili olmasıydı. Büyük bir ustalıkla inşa edilmiş olan labirentin yalnızca bir yolu şehre giderken çok sayıdaki diğer yollar Machu Picchu’yu çevreleyen 600 metre derinliğindeki uçurumlara çıkıyordu. Bu nedenle kutsal şehre hiçbir zaman yabancılar ayak basamadı. Machu Picchu’da her şey trapez ya da dikdörtgen olarak yapılmış. Belki İnkaların geometrik olarak daire şekline bir garezi vardı. Zira İnkaların kültüründe tekerlek de bulunmuyor! Ne yük ne de kraliyet arabası… İnkalar tekerleği olan hiçbir şey kullanmadı. 40 bin kilometrelik yol ağına sahip bir medeniyetin tekerleği keşfetmesi aslında hiç de fena bir fikir olmazdı. Nedeni belli değil ama görünen o ki onlar yürümeyi tercih etti. Her şey bir yana tarih sahnesinde yalnızca 350-400 yıl kalmalarına rağmen İnkaların kültürü, dünyanın gördüğü en benzersiz kültürlerinden biriydi.”
Son Yorumlar