Toplumlarda Ölü Gömme Çeşitleri ve Gelenekleri
Mezarlar ve ölü gömme törenleri insan için hep korku kaynağı olmuştur. Bu duygu, ölünün ruhunun yaşadığı ve geri dönebileceği inancından kaynaklanır. Bu konuda çeşitli kültürlerde farklılıklar gösteren âdetleri Nevzat Erkmen işledi.
Mezarlar her zaman merak ve korku kaynağı olmuştur. Bugün bile birçok kimse geceleyin mezarlığa gitmekten korkar, çünkü orada hayaletlerle karşılaşacağını sanır. Bu duygu çok eskidir. Eski insan, mezardaki ölünün ruhunun yaşadığına, bu ruhun bazen başka bir hayvan ya da ağaç şeklinde geri döndüğüne İnanır. Bu ruhların ürkütülmemeleri ve onlardan yararlanılması için aşağıda sözü geçen türden pek çok yöntemler uygulanmıştır.
Mezardan Çalınan Ruh
Eski insanlar, hastalık ve deliliği ruh kaybına bağlamışlardır. Madagaskar yerlileri, bu durumlarda bir büyücüyü, ‘bir ruh getirmesi’ için derhal mezarlığa gönderirlerdi. Büyücü, geceleyin bir mezarın başında dururdu. Ağaçtan yapılmış mezara bir delik açar, oradan içeriye seslenirdi: “Yalvarırım ey ölü, falanca kimse için bana bir ruh ver! Zavallı, ruhsuz kaldı.” Bunu söyler söylemez, büyücü, elindeki başlığı hemen deliğe koyar, ruhu başlığın içine sarmalayıp hastanın evine koşar, ona bir ruh getirdiğini söylerdi. Bunları derken, içinde ruh sarılı başlığı hastanın başına geçirirdi. Hasta, artık iyileştiğini, kaybettiği ruha kavuştuğunu bildirirdi.
Çeşitli Kültürlerdeki Uygulamalar
Siyam’da bîr cenaze töreninde ölü yakılmadan önce, boksörler birbirleriyle kıyasıya dövüşürler. Üç gün süren festival boyunca, rakiplerinin yüzlerini tanınmaz hale getirmeye çalışırlar. Kırgız Türkleri arasında zengin bir kimse ölünce, mezarının başında at yarıştırırlar, güreşler ve okçuluk yarışmaları yapılır. Bazen, başarılı yarışmacılara binlerce koyun, yüzlerce at, bir sürü köle ve değerli eşyaların ödül olarak verildiği olur. Tatarların bir kolu olan Başkırlar, ölülerini gömdükten sonra at yarışları düzenlerler. Sina Yarımadası’ndaki Bedeviler, Peygamber Salih’in mezarı başında her yıl deve yarışları yaparlar. Yarıştan sonra peygamberin mezarı etrafında toplanan Bedeviler, seçtikleri kimselerin kulaklarını keserek kanlarını mezarın üzerine akıtırlar.
Kafkasya’da Çerkezler, ünlü bir savaşçı ya da bir reis ölünce, mezarının başında at yarışları ve oyunlar düzenlerler, ödüller dağıtırlar.
Romalılar, bir cenaze töreninde, bazı kimselerin başlarını keserlerdi. İlan yoluyla, başları kesilecek insanları bulurlardı. Onların ailelerine para verirler, cenaze töreninde o kimselerin kellelerini uçururlardı. Törene katılanlar, bundan büyük bir zevk duyarlardı. Bazen, başının kesilmesi için müracaat edenlerin sayısı çok olurdu. O zaman, kurban adayları, seçilebilmek için yalvarırlar, başlarının kesilmesinden önce birtakım işkencelere de razı olacaklarını söyleyerek seçilmeye çalışırlardı.
Güney Afrika’da ise, Herero kabilesi yerlileri bir inekten ilk kez sağılan sütü bir mezarın üzerine dökerlerdi.
Eski Yunan ve Mısır kültürlerinde de bu tür ilginç âdetler görülür. Delfi’de Apollo ile Artemis’in mezarları yan yanadır. Genç erkek ve kızlar, evlenmeden önce saçlarını kesip bu mezarların üzerine bırakırlardı. Delos tapınağında kurban edilen kimselerin külleri de mezarların üzerine serpilirdi. Bu törenler sayesinde, ürünün bereketli olacağına inanılırdı. Eski Mısırlılar da Osiris” in mezarında kızıl saçlı erkekleri kurban ederlerdi. Osiris, Mısır (tahıl) Tanrısı’dır ve bu kurban törenleri de gene bol ürünü amaçlardı.
Kızılderili kabilelerinin ölüleriyle ilgili ilginç inanışları olduğu biliniyor. Sözgelimi bazı Kızılderililer, ölen kişinin çevresinde “Hayalet Dansı” adı verilen bir tören düzenlerler. Kabilenin büyücüsünün yönettiği bu tören ile ölünün ruhunun ruhsal dünyaya gideceğine inanılıyor.
Fiji’de mezar kazıcılarının, bir kabile reisini gömdükten sonra 10 ay, sıradan birini gömdükten sonra da 4 gün boyunca elleriyle yemek yemeleri tabudur. Onları, başkaları besler, ya da yemeklerini yere eğilerek ağızlarıyla yerler. Yeni Kaledonya’da mezar kazıcıları bir ölüyü gömdükten sonra birkaç gün karılarına dokunmazlar. Aynı şeyler, bir ölüye dokunmuş olan başka kimseler için de geçerlidir.Yine Toku-toku’da (Fiji) mezar kazıcıları, bir mezar kazarken tek ayakları üzerinde durmak zorundadırlar. Afrika’da bir Angoni kabile reisi ölünce, cesedi yakılır. Onun yerine geçen yeni reis, cesedin yakılmasını tek ayağı üzerinde durarak izler.
Çinliler, uzun ömürlü olmayı garantilemek için, bakire kızlara ipekli kumaştan, altın sırmalı giysiler diktirirler. Dikim, Çin takvimine göre en uzun aylarda yapılır. Böylece, Çinli uzun bir yaşam sürdüreceğine inanır. Festivallerde, önemli günlerde bu giysiler giyilir.
İsviçreliler, ölülerin kefenlerini dikerlerken, ipliğin hiçbir yerine düğüm atmamaya dikkat ederler. İplikteki düğümler, ölünün ruhunun bağlanması anlamına gelir. Transilvanya’daki Almanlar, ölüleri mezara yerleştirirken, başının altına ufak bir yastık koyarlar. Bu yastık dikilirken hiçbir düğüm yapılmaz. Düğüm bulunursa ölü, mezarında dinlenemez ve dul karısının yeniden evlenemeyeceğinden korkulur.
Yunanistan’ın Carpathus adasında, ölüler normal giysileriyle gömülürler. Ancak, giysilerindeki bütün düğmeler koparılır. Ölünün parmaklarında yüzük de bulunmamalıdır, çünkü düğmeler ve yüzükler, ölülerin ruhlarını bağlarlar. Ünlü geometrici Pisagor, halkın parmaklarına yüzük takmalarını yasaklamıştır. Gerekçe aynıdır: Yüzük, ruhu bağlar.
Kanlı Mezarlar
Avustralya’da Dieri yerlileri vücutlarında açtıkları yaralardan akan kanlarla atalarının mezarlarını sularlar. Böylece, yiyeceklerini oluşturan yılan türlerinin ve iguanaların (iri bir kertenkele) bol olmasını garantilerler. Yine Avustralya’da River Darling yöresindeki yerli erkekler, mezar başında birbirlerinin başlarını bumeranglarla yararak kanlarını mezara akıtırlar. Arusta kabilesinde aynı şeyi kadınlar yapar.
Mezarlar ve Ağaçlar
Çin’de mezarların üzerine servi ya da diğer çam ağaçları dikilir. Ağaçlar büyüdükçe, ölülerin ruhlarının mezardan kurtulduğuna inanılır.
Güney Afrikalı Maraveler, mezarlıklardaki ağaçları kesmezler, mezarlıkta dolaşan hayvanları öldürmezler, çünkü bu ağaçlar ve hayvanlar, onların atalarının ruhlarını taşımaktadırlar.
Yeni Gine’de bir ağacın her bir dalının bir ölünün ruhunu taşıdığı söylenir. Dallara kırmızı beyaz pamuklu bezler asılır. Ağaçlara, değerli yiyecekler sunulur. Ölülerin ruhları böylece beslenmiş olur.
Sibirya’da şamanlar öldüğü zaman, cesetleri bir köknar ağacının oyulan gövdesi içine yerleştirilir, kovuk yeniden kapatılır. Artık o ağaç, o şamanın adıyla anılır. O ağacı kesen biri, ailesiyle birlikte ölür.
Mezarlar ve Yağmur
Ermeniler, bir mezarı açarlar, ölünün kafatasını çıkarıp bir akarsuya atarlar. (Urfa’da Ermeniler bu iş için bir Yahudi’nin mezarını açarlardı.) Bu törenin sonunda yağmur yağdırılabileceğine inanılır. Mysore’de bir cüzamlı ölünce, cesedi yakılmayıp da doğrudan doğruya gömülürse, kuraklık olacağı kesindir. Halmahera’da, mezarlar taşlanır, böylece öfkelenen hayaletlerin intikam amacıyla selli yağmurlar yağdıracaklarına inanılır.
Dünyanın çeşitli yörelerinde mezarlara taş ya da sopa, dal vb. nesneler atılır. Bu taşlar ve sopalar birike birike oldukça yüksek tümsekler oluştururlar. Hotantolar, mezara taş ya da çalı çırpı atmanın uğur getireceği inancındadırlar. Afrika’nın bazı yörelerinde, mezara taş atılmadığı takdirde, insanın çarpılacağına inanılır. Suriye’de hırsızlar ve soyguncular öldükleri zaman, gömülmezler. Cesetleri bir yere bırakılır. Sonra üzerlerine atılan taşlarla örtülmüş olur.
Bir ingiliz gezgini, iki Müslümanla birlikte yaptığı bir yolculuğu şöyle anlatır: “Bir taş yığınının yanından geçerken, iki Müslüman yerden aldıkları taşları o taş yığınına atmaya başladılar. Nedenini sorduğumda, aldığım yanıt şu oldu: ‘Burada 50 yıl önce ölmüş olan bir şaki yatmaktadır. Kötü ruhlar hep onun başına üşüşürler. Adamcağız rahat etsin diye, taş atıp kötü ruhları kovaladık.”
İkizlerin Mezarları
Başlı başına bir inceleme konusu olan ikizlerin, mezarlarla ilgisi ilgisi şöyledir: İkizler bolluğu, bereketi ve dolayısıyla bunlara olanak sağlayan yağmuru simgelerler. Bu nedenle. Güney Afrika’nın Limpopo nehri vadisinde kuraklık dönemlerinde yağmur şöyle yağdırılır: Çalılık bir yerdeki çalılar, otlar temizlenir ve küçük bir düzlük açılır. Bu alana bir çukur kazılır. Çukurun içine ağzı bir hizada olacak şekilde bir çömlek yerleştirilir. Çömleğe su doldurulur ve dört yöne açılan kanalcıklardan suyun akması sağlanır. Çömlek, küçük kızlar tarafından sürekli doldurulur. Sonra, üzerinde hiçbir beyaz benek bulunmayan bir koç kesilir. Midesindeki yarı hazmedilmiş otlar, çömleğin içine konur. Küçük kızlar çömleği boyuna suyla doldururlar. Bu sırada köyün kadınları çırılçıplak orada toplanır, dans eder ve ” Yağ yağmur, yağ!” diye bir şarkı söylerler. Oradan bir erkek geçse, kadınlar onu en ağza alınmaz, galiz küfürleri savurarak kovarlar. Bu tören sırasında, kadınların bu “çok ayıp” sayılan sövgü sözlerini söylemeleri serbesttir. Ardından, hep birlikte erken doğmuş ve ölmüş ikizlerin mezarına giderler. Mezarı açıp ölülerin kalıntılarını çıkarırlar. Bir yere koyarlar ve üzerine bol su dökerler. Akşam olunca, ölüleri yine gömerler. Artık sıra yağmurun yağmasına gelmiştir.
Son Yorumlar