Babil Kulesi Gerçek mi? Babil Kulesi Neden Yapılmıştır?
Babil, Sümerler’in Uruk kentinde önceleri sarayda hizmetçi olan Akad kökenli Sargon’un, M.Ö. 23.yy da sarayda iktidarı ele geçirmesi ile ortaya çıkmıştır. En meşhur kralları Hammurabi’dir. Bâbil adı, Persçe Babiruş, İbrânîce’de Bâvel ve Grekçe’de Babylon şeklinde kullanılmıştır. Kentin adına ilk kez MÖ.3. binyılın sonlarına ait Akkad belgelerinde rastlanır; fakat kuruluşunun çok daha önce olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü kentin ilk adı Sumerce Ka-dingir-ra’dır (ka “kapı”, dingir “tanrı”, -ra “-nın”) ve Bâbil’in bu isimden Akkadca’ya yapılmış bir tercüme olduğu anlaşılmaktadır. Babil Fırat Irmağı kıyısında, bugünkü Bağdat’ın yaklaşık 88 km güneyinde ve İç Irak’taki modern Hilla’nın hemen kuzeyinde yer alırdı.Babil Kulesi ‘Babil in Asma Bahçeleri’nin içinde inşa edilmiştir. Günümüzde, arkeolojik olarak kuleye dair hiçbir iz ve buluntu mevcut değildir.
Babil’i işgal eden Tikulti-Ninurta, Sargon, Sanherip ve Asurbanipal kuleyi yıkmışlardı. Babil Kralları, Nabupallasor ve Nabukadnesar ise yeniden inşa ettiler. Fakat M.Ö. 479’da Babil’i fetheden Pers Kralı Xerxes kuleyi yıktıktan sonra, yeniden onaran olmadı. Sadece Büyük İskender Babil’e geldiğinde harap durumdaki kuleye hayran kalmış ve onu eski haline getirmeye karar vermişti. Bu amaçla 10.000 kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti. Ama Büyük İskender ölünce kulenin onarımından vazgeçildi.
Akad dilinde bab-ilu (Tanrı’nın Kapısı) sözcüğü Babel şeklindedir. Bu sözcük İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Tevrat’ta ‘kargaşa, karışıklık’ şeklinde açıklanır. Tarihî bir şehir olarak Tevrat, İncil ve Kur’an’da da bahsedilen Bâbil şehrinin, adı kadar hakkında anlatılanlar da asırlar boyunca insanlarda merak uyandırmıştır. Refahın ve günahkarlığın en üst düzeyde olduğu şehir olarak ifade edilen, Bâbil’in asma bahçeleri ya da Bâbil kulesi, tarihsel kavramlar olarak biliniyor. İncil’de: “dünya fâhişelerinin ve iğrençliklerinin anası” olarak isimlendirilen Bâbil’de İştar, Ereşkigal, Marduk (Baal) Nabu, Hadad ve Tammuz gibi putlara da tapılıyordu. Şehir M.Ö 16. yüzyıldan itibaren bin yıllık bir süre içinde çöküş sürecine girmişti. M.Ö 6. yüzyıla doğru, tarihin ünlü asma bahçelerinin ve Bâbil kulesinin ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Bâbil’de de çeşitli tanrılar adına 53 ayrı tapınak bulunuyordu. Bu tapınakların yanısıra Tanrı Marduk adına kurulmuş 55 kurban yeri mevcutken, diğer çeşitli putlar adına 1300 sunak vardı. Babil Kralı Hamurabi ünlü yasalarını kendisine dikke ettirenin Marduk olduğunu söyler. Araştırmacı Samuel Reinach, Hamurabi yazılarıyla Yahudi yasaları arasındaki benzerliğe işaret ederek, Marduk’u Yehova’yla aynılaştırır.
Dünyanın yedi harikasından biri kabul edlen ve Babil’in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Kule aynı zamanda yeri göğe bağlayan kutsal ağacı temsil ediyordu. Babil Kulesi’nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı sembolize ederdi:
1. katı taşı,
2. katı ateşi,
3. katı bitkiyi,
4. katı hayvanı,
5. katı insanoğlunu,
6. katı güneşi ve gökyüzünü,
7. katı ise melekleri simgeler.
Tarihin karanlıklarına gömülen şehir İlk kez arkeolog Robert Koldevey tarafından keşfedilince kazılmaya başlanmıştır. Ünlü tarihçi Herodot,’Babil yeryüzünde bilinen bütün şehirlerin ihtişamını aşar’ der. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 km uzunlukta, 25 metre kalınlıkta, 97 metre yüksekliğinde olduğunu ve dört tane atlı arabanın gezinmesine uygun olduğunu söyler. Şehrin iç duvarı dış duvarı kadar kalın değilmiş. Duvarların içinde, som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar bulunuyormuş. Herodot’un anlattığına göre Babil Kulesi, sekiz katlıydı. Ancak bugünkü arkeolojik bilgilere göre, kulenin yedi katlı olduğu tesbit edilmiştir. Asur Banipal Kitaplığındaki tabletlere göre, Babil’de 53’ü büyük, 650’si küçük, toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal vardı.
Ziyaretçilerin gözüne ilk çarpan bina, surların içinden yükselen İştar kapısıydı. İştar kapısı şehrin sekiz ana giriş kapısından birini teşkil ediyordu. Şehrin koruyucu tanrıları adına 575 adet boğa ve ejderha tasvirleri, kapıyı boydan boya süslüyordu. Alman arkeolog Robert Koldevey harabe durumdaki Bâbil’in kalıntıları içinde bozulmamış haldeki İştar kapısını ilk bulan kişiydi. Şehrin ikinci dikkat çeken binası ise meşhur Bâbil kulesiydi. Kule 91 m. yükseklikte olduğu gibi, Herodot’a göre, sekiz katlıydı. Yükseldikçe katlar daralıyordu. En üst kat Babil tanrısı Marduk için yapılmıştır.. İnançlarına göre Marduk insanlara ancak orada görünürdü. Onun için tapınmaya gelen halk birinci kata çıkar, daha üst katlara sadece rahipler çıkardı.
“Bir zamanlar tüm dünyanın tek dil konuştuğu”nu anlatan söylencelere dünyanın hemen her köşesinde rastlanmaktadır. Kutsal kitaplarda, tüm insanlığın önceleri tek bir dil konuştuklarını, bir gün kibire kapılarak gökyüzüne kadar yükselecek bir kule yapmaya başladıklarını, onları cezalandırmak isteyen Tanrı’nın da kuleyi yıkarak dilleri birbirinden ayırdığını yazar. Günümüzde konuşulan diller bu nedenle yozlaşmış, konuşulan “ilk dil”in yetkinliğinden ve kutsal anlamından uzaklaşmışlardır. O günden bu yana, din alimleri herkes için, ilahi olan ve kaybedilen bu dili bulmaya çalışmışlardır. Müslümanlara göre bu kutsal dil yani cennetin dili Arapça’dır. Hristiyanlara göre ise cennetin dilleri İbranice, Yunanca ve Latince’dir. Hristiyanlara göre üstünlük bu dillerdedir. Diller arasındaki bu ayrılık, ulusların da ayrılmasına neden olmuştur.
Babil Kulesi Tanrı’ya ulaşmak için inşa edilen kuledir. Nuh’un oğulları büyük tufandan sonra Sinar ülkesine yerleşmiş, burada bir şehir ve göklere yükselen bir kule yapmak istemişlerdi. Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendilerini beğenmişliklerine kızar ve o zamana dek aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Kulenin yıkılışı Tevrat’ta anlatılmaz, ancak Jubiless ya da Leptogenesis olarak bilinen Yahudi belgelerinde anlatılır. Kulenin Tanrı tarafından çok sert bir rüzgâr estirerek yıkıldığı anlatılır.
“Sonra, ‘Kendimize bir kent kuralım.’ dediler, ‘Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız. Tanrı, insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi.ve şöyle dedi: ‘Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar. Böylece Tanrı, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi; çünkü Tanrı, bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıttı.” Yaratılış (11:4-9)
Dokuzuncu yüzyıl İslam tarihçilerinden olan el-Tabari’nin ‘Peygamberler ve Krallar Tarihi’ adlı eserine göre Nimrod Babil’de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana dek aynı dili konuşan insanların dilini 72’ye ayırır. 13. yüzyıl İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim’in atası Hud’un kendi dili olan İbraniceyi muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Çünkü Hud kulenin inşasına katılmamıştır.
Babil Kulesi Tanrı’ya duyulan şükran duygusunun aksine insanoğlunun zaferine adanmıştı. Buna karşılık yaratıcı böyle bir rekabet duygusunun insanları ele geçirmesini istemiyordu. Gökyüzünden bu tutkulu çabayı gören Tanrı, yapıtın ne kadar görkemle yükselmekte olduğunu anlamıştı. Kendi eliyle insanoğlunun içine yerleştirdiği ruhun büyüklüğünü ve insanlığın birliği bozulmadığı sürece ne önüne geçilmez bir potansiyele sahip bulunduğunu anlamıştı. Ve Tanrı, insanlık yükselip onun, yalnız başına egemen olduğu doruklara erişmesin diye, bu yapıtı engellemeye karar verip şöyle demişti: “Aralarında karışıklık yaratalım, öyle ki hiç kimse diğerinin dilini anlamasın.” İncil’de insanların nasıl ansızın, bir gecede, ortak yapıtları için çalışırken, her birinin dili ayrı olduğu için birbirlerini anlamaz hale geldikleri anlatılmıştır. Birbirlerini anlamayan insanlar, birbirlerine öfkelenir olmuşlar, tuğlalarını, malalarını bir yana bırakıp kavgaya tutuşmuşlar; ardından ortak yapıtlarını ortada bırakıp dağılmışlardır; her biri kendi evine ve köyüne geri dönmüş, sadece kendi yurduna ve toprağına bakar, sadece kendi bölgesini ve dilini sever olmuştur. Ve bütün insanlığın yapıtı olan Babil Kulesi ise öylece kalmış ve yıkılıp gitmiştir. Dinsel kısas, bu olaydan Tanrı’yla boy ölçüşmeye kalkışan kibrin cezayı hak ettiği sonucunu çıkarır.
Babil Kulesi Olayına Farklı Bir Yorum
“Dünya Tarihçesi” adlı kitap serisiyle bilinen sümerolog Zecharia Sitchin, Babil Kulesinin yapılış amacı olarak dini metinleri yorumluyanların öne sürdüğü “ün yapmak” ya da “ad yapmak” gerekçesinin hatalı olduğunu belirtiyor. Sitchin’e göre Şem kelimesinin geleneksel olarak “ad” diye tercüme edilmesi, olayı nesiller boyunca anlaşılmaz kılmıştır. Tapınakların iç barınaklarından ya da tanrıların göksel yolculuklarından veya ölümlülerin göklere yükseldiği durumlardan söz eden Mezopotamya metinleri, Sümer terimi “Mu”’yu veya Samî dilindeki türevleri olan Su-Mu (“bir mu olan”), Şam veya Şem’i kullanır. Terim aynı zamanda “kişinin anıldığı şey” anlamına da geldiğinden, bu kelime “ad” anlamına geliyormuş gibi düşünülmüştür. Ama uçmakta kullanılan bir nesneden bahseden eski metinlere “ad ” anlamının genel biçimde uygulanması, kadim kayıtların gerçek anlamının üzerini örtmüştür. Şöyle ki, G.A. Barton [The Royal Inscriptions of Sümer and Akkad (Sümer ve Akkad Kraliyet Yazıtları)], Gudea’nın tapınak tarifini; “MU’su ülkeleri ufuktan ufuğa kucaklayacak” cümlesini, “Adı ülkeleri dolduracak” diye çevirmiş ve buna kimse karşı çıkmamıştır. İşkur’a adanmış, onun göklerin yükseklerine çıkabilen “ışın saçan MU”sunu öven bir ilâhî yine benzer biçimde değiştirilmiştir: “Senin adın parlaktır, Göklerin tepesine erişir”. İncil çevirmenlerinin Şem ile karşılaştıkları her yere “ad” kelimesini koyma inatları, bir yüzyıldan fazla bir süre önce G.M. Redslob tarafından [Zeitchırift derDeutschen Morgenlandischen Gessellshaft’ta (Alman Şark Topluluğu Dergisi)] yayınlanan uzak görüşlü bir incelemeyi görmezden gelmiştir; çalışmada Şem ve Şamaim (“gökler”) terimlerinin “yüksekte olan” anlamındaki Şamaş kök kelimesinden türediği gösterilmiştir.
Birçok Mezopotamya metninde Mu veya Şem’in “ad” değil de “gök aracı” olarak okunması gerektiğinin farkına varılması, İncil’deki Babil Kulesi hikâyesi de dahil birçok kadim öykünün gerçek manasını anlamanın da yolunu açar. Tekvin Kitabının on birinci bölümü, insanların bir Şem dikme girişimlerini anlatır. İncil’deki anlatı, tarihsel bir olguyu anlatan kısa ve özlü bir dilde verilmiştir. Ancak bilgin ve çevirmen nesilleri bu hikâyeye sadece alegorik bir anlam vererek bir kenara koymayı hedeflemiştir çünkü anladıkları kadarıyla, bu, insanlığın kendine “bir ad yapma” arzusu ile ilgili bir hikâyeydi. Böyle bir yaklaşım, olayı gerçek anlamından yoksun bıraktı; Semin gerçek anlamına ilişkin olarak varılan sonuç, olayı, antik dönemdeki halklar için olması gerektiği gibi anlamlı hâle getirmektedir.
Eğer bu halkın tüm istediği kendilerine “ün” yapmak ise, bu girişim Rab’bi neden bu kadar rahatsız etmişti? Bir “ad” yükseltmek, İlâh tarafından neden “yapmaya niyet ettikleri hiçbir şey onlar için imkânsız olmayacaktır” tarzında bir yetenek olarak görülmüştür? Geleneksel açıklamalar, Rab’bin neden aşağı inmek ve bu insan girişimine bir son vermek üzere adı verilmeyen diğer ilâhları çağırmayı gerekli gördüğünü netleştirmekte yetersiz kalmaktadır. İncil’in orijinal İbranice metninde kullanılan Şem kelimesi için “ad” yerine “gökte uçan araç” koyup okunduğunda, tüm bu soruların yanıtı anlamlı hâle gelmektedir. Böyle olunca, öykü, insanoğlunun halklar dünya üzerine yayıldıkça birbirleriyle teması kaybedecekleri kaygısı ile ilgili hâle gelir. Bu nedenle “gökte uçan bir araç” inşa etmeye ve kendileri de örneğin tanrıça İştar gibi “meskûn tüm diyarların üstünde” bir Mu ile uçabilmek üzere böyle bir araç için bir fırlatma kulesi dikmeye karar verirler. Öyleyse, aynı amaçla ilk olarak tanrılar tarafından kullanılan bir alanda bir fırlatma kulesi kurmak insanoğlu açısından bir küstahlık idi, zira bu yerin adı, yani Babili, kelimesi kelimesine “Tanrıların Kapısı” demekti.
İncil’deki bu hikâye ve ona getirilen bu yorumu destekleyen başka bir kanıt daha var mıdır acaba? M.Ö. üçüncü yüzyılda insanlığın tarihini derleyen Babilli tarihçi-rahip Berossus, “diyarın ilk sakinleri, kendi güçlerinden gurura kapılıp… ‘tepesi’ göklere değecek bir kule dikme işine giriştiler ” diye bildirir. Ama kule tanrılar ve kuvvetli rüzgârlar tarafından yıkılır, ” ve tanrılar, o zamana dek aynı dili konuşmuş olan insanlar arasına lisanda çeşitlilik soktular. Tarihçi Aleksander Polyhistor (M.Ö. birinci yüzyıl) tüm insanların eskiden aynı dili konuştuğunu yazar. Derken bazıları “göklere tırmanabilmek” için büyük ve ulu bir kule dikmeye girişirler. Ama baş tanrı bir kasırga göndererek niyetlerine karşı çıkar; her kabileye başka bir dil verilir. “Bunun olduğu yer Babil idi.”
Varsayılabilir ki, insanoğlu o sırada böylesi bir havacılık projesi için gereken teknolojiye sahip değildi; bilgili bir tanrının (Anunnaki’nin) rehberliği ve işbirliği şarttır. Acaba böyle bir tanrı, insanoğluna yardım etmek için diğer tanrılara karşı çıkmış olabilir miydi? Bir Sümer mührü, anlaşılan insanlar tarafından inşa edilen bir rampa hakkında silâhlı tanrılar arasında çatışmayı resmeder… Paris’teki Louvre Müzesinde sergilenen bir Sümer stelası (yandaki resim), Tekvin Kitabında anlatılan olayı resmetmektedir. M.Ö. 2300’ler de Akkad kralı Naram-Sin tarafından dikilmiştir ve bilginler bu stelanın, kralın düşmanları karşısındaki zaferini resmettiğini varsaymışlardır. Ama ortadaki büyük figür bir ilâha aittir, bir insan krala değil, zira bu kişi boynuzlarla süslü bir başlık giymiştir; sadece tanrılara özgü olan belirleyici işaret. Dahası, bu merkezdeki figür daha küçük boyutlu insanların lideri gibi değil de onları ayaklarının altında eziyor gibi görünmektedir. Bu insanlar da herhangi bir savaş faaliyetiyle ilgili değil de ileri doğru yürüyüp, ilâhın dikkatinin de çevrili olduğu büyük koni biçimli nesneyi hayranlıkla seyrediyor gibidirler. Bir yay ve kama ile silâhlanmış olan ilâh bu nesneyi hayranlıktan ziyade hiddetle izliyora benzer. Koni biçimli nesne, üç gök cismine doğru uzanıyor gösterilmiştir. Eğer boyutu, biçimi ve amacı bunun bir şem olduğunu belirtiyorsa, o zaman bu sahne bir Semin dikilmesini kutlayan insanları ezen kızgın ve tepeden tırnağa silahlı bir tanrıyı resmetmektedir. Bir görüşe göre kulenin yapımında liderlik yapan Anunnaki Marduk’tur. Diğer anunnakilerle güç savaşına giren Marduk barışı bozarak Babilliler’i kendi uzay gemilerini ve fırlatma alanlarını (Babil Kulesi) yapmak konusunda ikna etti. Babil hakimi olan Marduk, inşaatı kendisi yönetti. Enlil ise neler döndüğünü anladı ve onu durdurdu.
Kaynak :12. Gezegen Zecharia Sitchin
sumerler kendilerinin tilmun adli bir yerden geldiklerini dash kitabelerde qeyd etmishler.sovetler devrinde bu mekanin ismini alman kommunisti ernest telmanin sherefine telman adi ile degishtirmishler.buna gore de sumerlerin vetenini hele de bula bilmemishler.sumerler mesopotamiyaya gederken tilmun-anunaki yurdundaki daq qabartmalarini ,efsaneleri,toponimleri silindrik mohur sheklinde aparmishlar.tilmun azerbaycanda-kafkaz daqlarinin eteyinde yerleshen ilisu kentidir.olduqca elmli olan bu kendin ehalisi anadolu turkcesine cok yaxin bir dilde danishir.sizin yandaki shekile benzeyen bir daq qabartmasida burada vardir.