Kutsal Kase Gerçek mi? Kutsal Kase Bulundu mu? Kutsal Kasenin Sırrı
Hıristiyan inancına göre kutsal kase, Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde şarap içtiği kadeh. Türkçesi ‘iman tazeleme’ olan komünyon törenlerinde, Hz. İsa’nın son akşamını ruhsal olarak yaşamak isteyen Hıristiyanlar, şaraba batırılmış ekmeği, dini liderlerinin elinden paylaşıyorlar. Bir görüş ise, kutsal kadehin Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğinde kanının toplandığı kadeh olduğunu iddia ediyor. Dan Brown’ın ‘Da Vinci Şifresi’ adlı romanının ardından tüm dünyanın izini aradığı kutsal kaseye yüklenen bir diğer anlam ise Hz. İsa’nın sevgilisi olduğu öne sürülen Maria Magdalena’nın dişiliği. Bazı kişiler, kutsal kasenin, doğurgan Maria Magdelena’yı simgelediğini öne sürüp Hz. İsa’nın soyunun izini sürüyorlar.
Kutsal kâseyle (Holy Grail) ilgili birçok efsane ve söylenti vardır. Graal efsanelerinin ilham kaynağı, muhtemelen Kelt Mitolojisi’dir. Kelt Mitolojisinde bolluk kaynağı boynuzlara, hastaları iyileştiren ve ölüleri dirilten kazanlara sıkça rastlanır. Bir çok ilk çağ kültüründe libasyon kabı olarak kutsal kaplar vardır. Keltlerle ilgisi olduğu düşünülen Frigya’dan, Gordion’dan, Büyük Tümülüsden çıkan bronz kapların ritüel amaçlı olduğu tahmin edilmektedir. Klasik Yunan’da ise kutsal kap motifi sıkça geçer. Hristiyan mitolojisinde, İsa’nın havarileriyle yediği Son Yemek’te kullandığı kadeh olup gizemli bazı güçlere sahiptir. Önceleri iyiyken sonradan kötü olan melek Lucifer’in cehenneme atılması sırasında ondan düşen bir zümrütten meleklerce yontulmuştur. Adem’in cennetten çıkarken kaybettiği bu kupanın içinde ölümsüzlük içkisi vardır.
Hıristiyan dünyası olduğu kadar hazine avcılarını da peşinden koşturan “Kutsal Kase” hakkında çeşitli inanışlar var. Bunlardan en yaygınına göre, İsa’nın son yemeğinde şarap doldurup havarilerine uzattığı kupaya ‘Kutsal Kase’ deniyor. Bazı eski belgelere göre ise bu kase, çarmıha gerilen Hazreti İsa’nın akan kanının dolması için Arimetyalı Yusuf tarafından kullanıldı. Çarmıha gerilmesinden önceki akşam; İsa, “Bu, benim vücudumdur.” diyerek öğrencilerine ekmek dağıttı. Sonra da bir kase şarap dolaştırarak, “Bu, benim kanımdır.” dedi. İsa, ekmekle şarabı kendi vücudunu ve kanını göstermek için kullandı. İzleyicilerinin kendisini anmak üzere bu töreni tekrarlamalarını buyurdu. Dünya çapındaki imanlı toplulukların çoğunda İsa’nın bu emri ya her pazar günü, veya belirli pazar günleri yerine getirilmektedir.’Kutsal kase’nin yeri konusunda ise farklı teoriler var. Antakya Kilise’sinin mahzeninde bulunan bir kasenin, Hz. İsa’nın kasesi olduğuna inanılıyor. Ancak Çoban Anıtı’nın üzerindeki yazılı “Et in Acadia Ego” (Arcadia’ya Git) cümlesiyle de Poussin’in Kanada’yı işaret ettiği düşünülüyor. Çünkü, modern Kanada’daki Nova Scotia ile New Brunswick bölgelerinin eski Fransızca’daki adı Arcadia.
Şifre bilimciler, 250 yıllık “Çoban Anıtı”nın üzerindeki harflere karmaşık kripto metotları uygulayarak, Latince’de İsa anlamına gelen ‘Jesus’un ilk 3 harfine ulaştı. Buradan da İsa’nın son akşam yemeğinde şarap içtiği kutsal kasenin yerini açığa çıkaracak koordinatları buldu. Tapınak Şövalyeleri’nin yerini bir sır gibi asırlardır gizli tuttuğuna inanılan ve “Da Vinci Şifresi” gibi birçok kitaba esin kaynağı olan ‘Kutsal Kase’, hakkında yeni bir iddia ortaya atıldı. İngiltere’nin Staffordshire bölgesindeki gizemli bir anıtın üzerine kazınmış 10 harf ve hemen üzerinde bulunan bir oymadaki Latince ifadeden yola çıkan uzmanlar, Kutsal kasenin koordinatları olduğuna inanılan rakamlar buldu.
250 senelik “Çoban Anıtı”nın üzerinde, 17. yüzyıl Fransız sanatçısı Nicolas Poussin’in “Les Bergers d’Arcadie” (Arcadia Çobanları) adlı tablosunun mermer üzerine işlenmiş bir kopyası bulunuyor. Fakat bu eserin orijinal tablodan farkı, tıpkı aynadan yansır gibi ters bir şekilde yapılmış olması. Ayrıca 18. yüzyılda soylu Anson ailesi tarafından yaptırılan anıtın üzerinde D. O. U. O. S. V A. V V M harfleri kazınmış durumda. Şifre bilimciler, anıttaki bu harflerle hemen üzerindeki Latince ‘Et in Arcadia Ego” cümlesine karmaşık bir kripto tekniği uygulayarak 1,2,2,3 rakamlarına ulaştı. Bu rakamların anlamını bulmak için arşivlerde ve anıtın üzerinde incelemeler yaptılar. Fakat hiçbir şey bulamadılar. Tam ümidi kesmişlerdi ki anıta son bir defa daha baktılar ve kendi buldukları bu rakamların, taşın üzerine hafif bir şekilde kazınmış olduğunu gördüler. Şimdi bu rakamların, Kutsal Kase’nin yerine işaret eden bir koordinat olduğu tahmin ediliyor. Ancak uzmanlar yeri bulup bulmadıkları konusunda bir açıklama yapmıyor. İngiltere’nin Stafforshire bölgesindeki Shugborough Hall’da bulunan tarihi ‘Çobanın Anıtı’ üzerindeki 10 harfli ‘D OUOSVAVV M’ şifresi, 250 yıldan beri çözülemiyor. Şimdiye dek şifrenin ne olduğuna dair farklı iddialar ortaya atıldı. Ancak İngiltere’de yaşayan Amerikalı bir savunma uzmanı, şifrenin Kutsal Káse’yle alakalı bir şifre olduğunu ileri sürdü. Anıtta ünlü ressam Nicholas Poussin’in 17. yüzyılda yaptığı ‘Les Bergers d’Arcadie II’ (Arkadya Çobanları) adlı tablonun mermer bir rölyefi bulunuyor. Tabloda ‘Et in Arcadia Ego!’ ifadesine işaret eden bir kadın dikkat çekiyor. Hemen altında ise ‘D OUOSVAVV M’ harfleri yer alıyor.
Antakya Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı, arkeolog Jozef Naseh, dört arkadaşıyla beraber Hz. İsa’nın ‘bedenim ve ruhum onun içindedir’ dediği Kutsal Kaseyi arıyor. Naseh, kutsal kasenin Kudüs’ten sonra ikinci kutsal kent sayılan Antakya’da olması gerektiğini savunuyor. Kasenin İngiltere’de, İtalya’da, Kanada’da olduğu ileri sürüldü. Bir rivayete göre ise kase İstanbul’da Çemberlitaş’ın altındaydı. Son iddia ise kutsal kasenin Antakya’da, yani Hatay’da olduğu. Josef Naseh, Antakya’nın tarihte Kudüs’ten sonraki kutsal kent olduğunu vurguluyor ve şunları söylüyor:‘ Kudüs’ten sonraki ikinci kutsal kent Antakya’dır. Hz. İsa’nın ölümünden sonra azizler buraya geldi. Meryem Ana da buradan Efes’e gitti. Muhakkak kutsal kaseyi de yanlarında getirdiler. Çünkü Hz. İsa, kase için ‘Bedenim ve kanım bunun içinde’ demişti.’ Naseh’e göre ünlü sanatçı Leonardo da Vinci kanalıyla öne sürülen görüşler, Rönesans sonrasına yönelik ve fazla gerçekçi değil. Çünkü, kutsal kasenin saklandığı daha önceki yıllarda, Batı’nın böyle bir emaneti barındıracak kültürü yok. Biri jeofizik mühendisi 4 arkadaşıyla birlikte kaseyi bulmak için çalışmaya başlayan Naseh, kendi teorilerinin daha önceki iddialardan daha mantıklı olduğunu belirtiyor. Naseh’e göre kutsal kase, altın, gümüş veya bir metalden değil, seramikten yapılmış. Dönemin arkeolojik kalıntıları bunu gösteriyor.
Antalya Müzesi’nde bulunan bir ikon Dan Brown’ın ‘Da Vinci Şifresi’ kitabının ana fikrini oluşturan Hz.İsa’nın Maria Magdalena ile evlendiği ve neslinin devam ettiği iddiasını destekler mahiyette. 18. yüzyıl’dan kalma ikonada, Da Vinci’nin ‘Son Yemek’ tablosundaki gibi Hz. İsa’nın hemen yanında, başını kalbine dayamış uzun saçlı kadınsı çizgilere sahip bir havari dikkat çekiyor.
Çemberlitaş, Konstantin’in şerefine dikilen ilk anıtlardan biriydi ve üzerinde İmparator’un heykeli vardı. Günümüzde Çemberlitaş’ı restore eden uzmanlar, radyo dalgalarıyla yaptıkları zemin taramasında, anıtın altında çok sayıda oda olduğunu tesbit etti. Büyük bir olasılıkla Çekmberlitaş’ın altında da Kudüs’ten getirilen Hırıstiyanlığa ait emanetler bulunuyor. Bizans tarihçisi Vasiliev, ‘Bizans İmparatorluğu Tarihi’ adlı eserinde Konstantin’in annesi Helena’nın Filistin’e gittiğini ve orada Hz. İsa’nın gerildiği haçın parçalarını ve haç çivilerini alıp getirdiği yazmıştı.. Hatta, bazı tarihçilere göre, Kudüs’ten gelen kutsal eşyalar sadece haç parçasıyla çivilerden ibaret değildi; meşhur Kutsal Kase de bunların arasındaydı.
İspanya’nın Leon şehrindeki San İsidero Bazilikası’na ait müzede 1950’den beri sergilenen, akik taşından yapılma ve altın kaplama kasenin, yaklaşık 2 bin yıl önce İsa’nın kullandığına inanılan ‘kutsal kâse’ olduğu iddia edildi. Bilim adamları, 11. yüzyılda yaşayan İspanya Kraliçesi Urraca’ya ait olduğuna inanılan kâsenin binlerce yıldır izi sürülen ‘kutsal kâse’ olabileceğini söylediler. Araştırmacılar Margarita Torres ve Jose Ortiza del Rio, söz konusu kasenin İsa’nın ölümünden sonra Filistin’de Müslümanlarca çalınıp Mısırlı Hıristiyanlara verildiğini ileri sürdüler. Mısırlı Hıristiyanların kâseyi bir süre sakladıktan sonra, yaklaşık 1050 yılında kendilerine kıtlıkta yardım gönderen Kraliçe Utteca’nın babası, Castiles Kralı 1. Fernando’ya hediye ettiğini tespit ettiklerini söylediler.
Bu konuyla ilgili ilginç bir rivayet de şöyle: İstanbul düşüp Türkler Ayasofya’ya girdikleri sırada bir Papaz vaaz vermekteymiş. Türklerin geldiğini görünce vaaz kürsüsünde duran içinde Hz. İsa’nın kanının sunulduğu kutsal kaseyi Müslümanların eline geçmesini istemediği için almış ve bir kapıdan geçip gitmiş. Kapı da hemen kendiliğinden kapanıvermiş arkasından. Ama Türkler Papazın kapıdan içeri girdiğini görmüşler. Papazın ardısıra onlarda kapıya doğru yönelmişler. Papazın gözden kaybolduğu yere varınca bir de bakmışlar ki, ne kapı var ortalarda, ne ondan en ufak bir iz. Önlerinde dümdüz bir duvar boylu boyunca görünmeye başlamış.Bu işin sırrını çözmek için var güçleriyle duvara saldırmışlar. Ancak, bu saldırılarından bir sonuç alamamaları bir yana, üstelik ellerindeki silahları da kırılmış. O zaman Fatih Sultan Mehmed, ‘’Ordumuzdaki duvarcı ustalarını getirin de şu duvarı yıksınlar, biz de görüp anlayalım bakalım ne varmış arkasında!’’ demiş. Duvarcılar kazmalarını, demir çubuklarını, keskilerini alıp işe koyulmuşlar. Ama ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar duvarı yıkmayı başaramamışlar. Sonunda, ‘’Bu işin bizim akıl erdiremediğimiz teknik bir sırrı olmalı mutlaka’’ demişlerdir. Padişah bunun üzerine öfkelenmiş, ustaları da şöyle azarlamıştır: ‘’ Sizin çözemediğinizi belki burada yaşayan burayı iyi tanıyan Bizanslı ustalar çözer’’ demiş. Padişahın bu buyruğu üzerine askerler Bizanslı ünlü duvarcı ustalarını bulup getirmiştir, ne var ki onca uğraştan sonra onlarda başarılı olamamıştır. Efsaneye göre bu işin sırrı şöyle anlatılır: Papaz, Türklerin eline geçmekten kurtardığı kutsal kâseye sımsıkı yapışmış bir durumda öylece beklermiş. İstanbul günün birinde geri alınacak ve o zaman kapı kendiliğinden açılacak, Papaz da oradan çıkarak kürsüye çıkacak ve kutsal vaazlarına kaldığı yerden devam edecekmiş. Bir diğer söylentiye göre bu Papaz İstanbul Patriğiymiş.
Kasenin farklı anlam taşıdığını öne sürenlere göre Kutsal Kase kadeh gibi bir nesne değil Vatikan’ı temellerinden sarsabilecek nitelikte gizli bir bilgiyi sembolize ediyor. “Kutsal Kase, Hıristiyan mitolojisinde Hz. İsa’nın son akşam yemeğinde kullandığı ve ölümünden sonra Arimatealı Yusuf’un, onun kanını koyduğuna inanılan kadeh. Bu kavram, 1180-1240 yılları arasında yazılan Chrétien de Troyes’in “Perceval, le Conte du Graal (Kutsal Kâse’nin Hikayesi)”, Robert de Boron’un “Joseph d’Arimathe” (Arimathea’lı Yusuf), Wolfram von Eschenbach’ın “Parzival” ve yazarı belli olmayan ve Kral Arthur efsanesinin de kaynağı sayılan “Queste del Saint Graal” adlı kitaplarda ortaya çıkmış. İncil’de böyle bir kadehten bahsedilmiyor. İlginç olan, yüzlerce sene konunun hiç ele alınmaması ve bu dönemlerde birdenbire popüler olması. Bu yıllar, Haçlı Savaşları’nın var gücüyle devam ettiği ve Tapınak Şövalyeleri Tarikatı’nın en güçlü zamanlarını yaşadığı dönemdir. Tarihte “Sangreal Belgeleri” adıyla anılan belgeler inanışa göre Kutsal Kase ile birlikte gömülmüştü. Belgelerin bin yıldır Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğuna ve Tapınak Şövalyeleri’nin sahip olduğu gücün kaynağı olarak Kutsal Kase gösteriliyor. Belgelerin Tapınak Şövalyeleri’ne kudret vermesinin nedeni sayfalarda Kase’nin gerçek tabiatının açıklanması.
Hıristiyan kaynaklara göre Hz İsa’nın ölümünden ve ilk İncillerin yazılmasına kadar yaklaşık 40 sene geçmiştir. Hz. İsa’nın takipçileri, bu sırada onun kim olduğunu, hayatının ve ölümünün ne anlama geldiğini halka anlattılar. Bu nedenle anlatanların kendi bakış açılarından anlattıkları İnciller ortaya çıktı. ‘Güneşe taptığı’ bilinen Doğu Roma İmparatoru Konstantin, topraklarında hem Hıristiyanlığa, hem de ‘güneş dinine’ izin veriyordu. Hıristiyanlar da bu iki dini birbirinden ayırmıyor, hatta güneşin doğumgünü olarak kabul edilen 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın altın bir faytonla gökyüzünde dolaştığına inanılıyordu. MS 325 yılında Konstantin, Aryan Mezhebi ile Hıristiyan Ortodokslar arasında meseleyi çözmek üzere İznik Konsülü’nü topladı. Aryanlar, Hz. İsa’nın babasının Tanrı olduğunu, kendisinin ise olmadığını savunuyordu. Ortodokslar ise babası gibi Tanrı olduğunu savunuyordu. Sonunda Ortodoksların inancı kabul gördü. Da Vinci Şifresi’nde ise Konstantin’in ‘Pagan sembollerini, tarihlerini ve ayinlerini büyüyen Hıristiyan geleneğine yerleştirerek, her iki tarafın da kabul edebileceği bir din yarattığı’ öne sürülüyor. Hıristiyan kaynaklara göre, İznik Konsülü gerçeklik, dini ve ahlaki değerlerin ele alındığı bir buluşmadan ziyade siyasi nüfuzun vurgulanması olarak öne çıkıyor. Gelecek bin yılın Avrupası’nın entelektüel ve siyasi çatısı burada şekillenmeye başladı. Uzman Bart D.Ehrman’a göre ‘Şöyle de denebilir: Şifreler burada atıldı.’
Nag Hammadi belgeleri, Hıristiyanlar arasında büyük bir tartışma başlamasına sebep olmuştu. Belgeler, havarilerden birinin ‘Magdalalı Meryem’ diye anılan bir fahişe olduğunu, Magdalalı ile Hz İsa ‘nın evlendiğini, bu evlilikten bir çocuklarının dünyaya geldiğini ileri sürüyordu. Amerikalı ilahiyatçı Prof. James Robinson, “Matta, Luka, Markos ve Yuhanna’nın İncilleri, bir çeşit İsa biyografisidir. Nag Hammadi belgeleri ise söylencelerin toplandığı bir derlemedir” diyor. Robinson, bu iddiaların neden bu kadar rağbet gördüğünü ise; ‘Belgeleri derleyenler, muhtemelen Hıristiyanlığın sol kanadını güçlendirmek istiyorlardı, tıpkı günümüzde ortaya çıkan ‘New Age-Yeni Çağ’ akımları gibi”. şeklinde açıklıyor. 1970’li yıllarda çıkan kitaplarla birlikte Hıristiyan dünyasında Magdalalı Meryem ile Hz. İsa’nın kan bağının günümüze taşınmış olup olmayacağı tartışılmaya başlandı. 1982 yılında Henry Lincoln, Michael Baigent ve Richard Leigh imzasıyla çıkan ‘Kutsal Kan, Kutsal Kase’ adlı kitapta Hıristiyanlığın ‘Kutsal Kase’ sırrının Magdalalı Meryem olabileceği öne sürülüyordu. Kitap 1879 yılında Fransa’nın Rennes-le-Chateau kasabasına gelen Berenger Sauniere adlı bir rahiple başlıyor. Sauniere, 1891 yılında, köyün kilisesini restore etmek için çalışmaya başlar. Magdalena’nın anısına yapılmış olan kilisenin sütunlarından birinde, yuvarlak tahta tüpler içinde 4 adet parşömen kağıt bulur. Bu kağıtların üzerinde Latince ama şifreli yazılmış bazı yazılar vardır.‘‘Rennes-le-Chateau parşömenleri’’ adı verilen bu belgelerdeki yazıların, Hıristiyanlığın bazı karanlık olaylarına ait olduğu sanılmaktadır. Sauniere bu şifreleri çözdürdüğüne inanır. Ama kitabın yazarlarına göre bu şifeler tam olarak asla çözülememiştir. İşte bu kitap Dan Brown’un ünlü ‘Da Vinci Şifresi’ romanına da esin kaynağı olmuştur. Hz. İsa çarmıha gerilirken hamile olan Magdalalı Meryem, doğmamış çocuğunun güvenliği için kutsal topraklardan kaçar, gizlice Fransa’ya gelip Yahudilerin arasına sığınır ve kızı Sarah’ı dünyaya getirir. İsa’nın nesli Fransa’da gizlice çoğalır ve Merovingian soyu oluşur ve onlar Paris’i kurarlar. Dan Brown’ın kitabı Da Vinci Şifresi’ne göre ‘Sion Tarikatı’ bu sırrın koruyucusudur.
Hz. İsa, Tanrı’nın oğlu değil bir peygamberdi. İmparator Konstantin, Roma iktidarının gücünü pekiştirmek için Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu konumuna yükseltti ve Yeni Ahit’i bu tanrılaştırma tezini destekleyecek bir şekilde hazırlattı. Hz. İsa, Magdalalı Meryem ile evliydi ve çarmıhta can verirken, Meryem, Hz. İsa’nın çocuğuna hamileydi. Kutsal Kase’yle simgelenen, Hz. İsa’nın son yemekte kullandığı kase değil, aslında Magdalalı Meryem’in rahmiydi. Hz. İsa’nın fiziksel bir soyu vardı ve bu soyun, kimliğini gizleyerek günümüze dek varlığını sürdürdüğü ve Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğu iddia edilmekteydi. Magdalalı Meryem’in adına Yeni Ahit’te 12 kez rastlanır. Hz. İsa, çarmıha gerildiğinde müritlerinden sadece Magdalalı Meryem orada bulunmaktadır. Öldükten sonra İsa ile ilgilenen yine Meryem’dir. Hıristiyan öğretisine göre Hz. İsa’nın göğe yükseldiğini de üç gün sonra mezarını ziyaretine gittiğinde fark eden de yine kendisidir. Gnostiklere ait ‘kayıp’ kutsal belgelerde Hz. İsa ile Hz. Meryem arasında daha yakın bir ilişki bulunduğuna dair işaretler bulunmaktadır. Güçlü bir lider ve düşünür olarak Hz. İsa’nın diğer havarilere vermediği sırlarını Magdalalı Meryem’e aktarmış olabileceğine dair de şüpheler bulunuyor. Magdalalı Meryem’in bu durumda kıskançlıkların ve rekabetin kurbanı olmuş olabileceği belirtiliyor. Kilisenin Magdalalı Meryem’e emanet edilmesini isteyen İsa’ydı. Meryem, kilise erkekleri karşısında yıkıcı bir güçtü. Kilise kurma görevini almış olmakla kalmıyor, kilisenin yeni ilan ettiği ilahın ölümlü nesiller dünyaya getirdiğinin fiziksel kanıtını taşıyordu. Kilise bu nedenle Meryem’i bir fahişe olarak tanıttı ve İsa ile evlendiğine dair tüm delilleri sakladı. İlahiyatçı Elaine Pagel, Magdalı Meryem’in diğer müritlerden daha fazla bilgiye ve sırra sahip olup olmadığıyla ilgili soruya şu yanıtı veriyor:‘ Detayları bilmiyoruz, ancak İsa’yla özel bir ilişkisi olmalı. Meryem surelerinde ona diğerlerine anlatmadığı şeyleri anlattığı ve özel bir sevgi beslediği belirtiliyor. Hz İsa’nın ona diğerlerine söylemediği şeyleri anlattığına dair kanıt yok, ancak imalar var.’
Katolik Kilisesinin acımasız bir geçmişi vardı. Pagan ve dişilere tapan dinleri, imâna getirmek için başlattıkları Haçlı Seferleri 300 yıl sürmüştü. Engizisyon, insanlık târihinin MALLEUS MALEFICARIUM (Cadının Balyozu), en fazla kana bulanmış kitabını yayınlamıştı. Kitap serbest düşünen kadınların tehlikelerini bildirmiş ve papazlara onları nasıl bulacaklarını, nasıl işkence edeceklerini, ve nasıl yok edeceklerini anlatmıştı. Kutsal Kâse Hz. İsa’nın son yemeğindeki kadeh değil soyu devam ettiren kadının sembolüdür; Mecdelli Meryem Hz. İsa’nın eşi, çocuğunun annesi ve hatta Roma Kilisesi’nin gerçek kurucusu ve ilk Papa iken Vatikan tarafından iffetsizleştirilip hayat kadınına dönüştürüldü; Kanonik resmi İncil’ler İznik Konsülü’nde değiştirildi, gerçek İncil’ler Apokrif ve Ezoterik diye yokedildi; Kutsal Kase-Kutsal Kan’ı korudukları ileri sürülen Tapınak Şövalyeleri Fransa Kralı Philippe tarafından 1307’de Papa V. Clemens’in emriyle dağıtıldı ve mallarına el konuldu. Tarikat’ın yakalanan üyeleri ise yakılarak idam edildi. Ancak Tarikat tamamen tarih sahnesinden çekilmedi ve biçim değiştirerek gizlenmeyi tercih etti. Tapınak Şövalyeleri dağıtılınca sahip oldukları bilgiler ve sırların geleceğe aktarılması için şifreli bir yönteme başvurdular. Böylece Tarikat’ın büyük üstadları olan isimler, önemli eserlerine bazı sırlar yerleştirdiler. Leonardo Da Vinci’nin “Son Akşam Yemeği” adlı duvar resmi, Nicolas Poussin’in “Arkadyalı Çobanlar” adını verdiği tablosu ve Tarikat’ın üstadları ile yakın ilişkisi olduğu öne sürülen Anson ailesinin inşa ettirdiği Çoban Anıtı gibi.
Leonardo da Vinci, Kutsal Kase’nin sırrını saklayanlardan biri ve Santa Maria delle Grazie Kilisesi’nin duvarında bulunan ‘Son Akşam Yemeği’ freskinde bu gizemin anahtarını ele veriyor. İsa’nın 12 havarisiyle birlikte ekmek kırıp şarap içtiği bu freskte sağ yanında oturan kişi bir erkek değil, kızıl saçları, narince kıvrılmış elleri ve göğüsleriyle bir kadın. Yani Magdalalı Meryem.Peki İsa’nın son akşam yemeğinde şarap içtiği Kutsal Kase nerede? Kase freskte görünmüyor. Ama, aslında görünüyor. Meryem olarak. Kase ya da kadeh aslında bir kadınlık sembolüydü. Kutsal Kase, kutsal dişiyi ve kilise tarafından tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil ediyordu. Kadının hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama, erkek egemen kilisenin yükselişine tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi. Son Akşam Yemeği’nde İsa ile Magdalalı Meryem bir çiftti. İkisinin evli olması, bekar İsa’dan daha mantıklıydı. Çünkü İsa bir Yahudi’ydi ve Yahudilerin sosyal kültürü yetişkin bir erkeğin bekar kalmasını yasaklıyordu. Bu sebeple İsa evli olmasaydı İncil ayetleri bundan mutlaka bahsederdi. Nag Hammadi yazıtlarında da ‘Ve Kurtarıcı’nın yoldaşı Magdalalı Meryem’dir’ diye geçiyor. Ve Aramice’de ‘yoldaş’ kelimesi eş anlamında kullanılıyor. Magdalalı Meryem’e tanrıça olarak tapan Sion tarikatı’na göre Hz. İsa çarmıha gerildiğinde karısı Meryem hamileydi. Kutsal Kase hikayesinde anlatılan İsa’nın kanı ile dolu olan kadeh aslında Meryem’i anlatıyordu. Mesih’in soylu kanını taşıyan Kutsal Kase’ydi Meryem. Ve İsa’nın bir soyu vardı. Vatikan bu sırrı dördüncü yüzyılda örtbas etmeye çalışmıştı. Haçlı Seferleri’nin bir nedeni de buydu.
Graal Hristiyanlarca, Arithmatea’lı Joseph tarafından İsa’nın kanının konduğu kap olarak kabul edilir. Ancak İncillerde böyle bir bölüm yoktur. İnciller Arithmatea’lı Joseph’ten şöyle bahsederler : “Akşama doğru Yusuf adında zengin bir Aramatyalı geldi. O da İsa’nın bir öğrencisiydi. Pilatus’a gidip İsa’nın cesedini istedi. Pilatus da cesedin ona verilmesini buyurdu. Yusuf cesedi aldı, temiz keten beze sardı, kayaya oydurmuş olduğu kendi yeni mezarına yatırdı. Mezarın girişine büyük bir taş yuvarlayıp oradan ayrıldı. Mecdelli Meryem ile öteki Meryem ise orada, mezarın karşısında oturuyorlardı. “(Matta 27 : 57-61). İsa’yı Çarmıh’tan indiren ve ona dokunan kişi Joseph Arimetea olduğu halde kendisi Katolik Kilisesi tarafından ‘Aziz’ ilan edilmemiştir. Oysa İsa’yı görmüş ve konuşmuş olduğu varsayılan kişiler bile geçen yüzyıllar içinde Aziz yapılmışlardı. İsa ile aynı dönemde yaşamış olan Gnostiklere göre İsa ölmeden önce Arimetea’ya çok gizli bir sır aktarmıştır. Gnostik İnciller’de anlatıldığına göre bu sır İsa’nın kanıyla ilgilidir. Arimetea bu sebeple bir Graal alıp İsa’nın böğründen akmakta olan kanın bir kısmını toplamıştır. Fakat yine aynı kaynaklara göre İsa, Arimetea’ya eşi Mecdelli Meryem’i ve çocuğunu alarak uzak bir ülkeye götürmesini istemiştir. Bunun üzerine Arimetea yanındakilerle birlikte İngiltere’ye gitmiş ve burada ilginçtir ki Evelach ve Mordrains adlı soylular tarafından korunmuştur. Bu kişiler aynı zamanda ‘Kase’yi saklamak için bir manastır inşa ettirmişler ve ‘Kase’nin bekçisi olarak da Arimetea’nın kayınbiraderi Brons’u ‘Baş Gardiyan/Koruyucu’ olarak atamışlardır. Bu bekçilik görevi daha sonra Brons’un oğlu Allain’e geçmiş ve bu kişi de Corberic’de bir şatoya saklamıştır. İşte bu şatodan yetişen Kral Arthur ve Şövalyeleri Kase’ye sahip oldukları için İnsan-Üstü işler yapmışlar ve ilk ‘Gizli’ Kardeşlik örgütünü kurmuşlardır. Bu Kutsal Kase Efsanesi’nin Batı’daki versiyonudur. Oysa bu efsane, 12. yy’da İspanya’da/Toledo’da ortaya çıkmıştı ilk kez. Ve Fars kaynaklı bir kitapta yer almıştır. Efsaneyi Batı’ya taşıyanlar Tapınak Şövalyeleri olmuştu. Büyük ihtimalle XI.yy’ın sonlarında Toledo’ya getirilen bu Farsca efsane, Latince’ye çevrilmiş ve ‘Flegitanis’ adlı gerçekte var olmayan bir Katolik’e mal edilmişti. Gül ve Haç Kardeşliği gizli örgütünün ‘İmparator’ statüsündeki Üstadı Lewis Harvey Spence’in yaptığı açıklamaya göre kitabın özgün adı Farsça olarak ‘Felekedaneh’ idi. İşte bu Cabiri geleneği, Ege ve Batı Anadolu’daki en eski ve etkili okült sitematiğiydi. Haçlı seferleri sırasında ve sonrasında Cabiri ‘Sırları’ Batı’ya Tapınak Şövalyeleri aracılığıyla taşındı. İlkin Gül ve Haç Kardeşliği örgütü bu sırların çoğunluğuna sahipti, sonra bu örgütün üst üyeleri Masonluk’taki ‘Spekülatif ve Operatif’ Mason Localarını kurdular. Ünlü din adamı ve okült uzmanı Rev. George Oliver’in ‘History of İnitiation’ adlı kitabında yazdığına göre özellikle Fransız Masonluğu -Büyük Doğu Locası- tam anlamıyla Cabiri geleneğine göre kurulmuş ve yönetilmişti. Cabiri geleneğinin sembolleri beyaz önlük, çekiç ve demir örstür ve bu asli semboller günümüzün Masonları tarafından da kullanılmaktadırlar.
Kutsal Kase eski bir kadınlık sembolüdür. Kutsal Kase dişiyi ve tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil eder. Kadının gücü ve onun hayat verebilme yetisi bir zamanlar kutsaldı ama erkek egemen bir toplumda tehdit oluşturuyordu. Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi. Havva’nın elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı ‘ilk günah’ kavramı alegorik bir anlatımdı. Bir zamanlar hayat veren kutsal kadın artık düşman olmuştu. Kase’yi arayan şövalye efsaneleri aslında kayıp kutsal dişinin arandığını anlatan yasak hikayelerdi. ‘Kadehi aradığını’ iddia eden şövalyeler tanrıçaları dışlayan ve paganların kutsal dişiye saygı göstermesini yasaklayanlardan korunmak için şifreli bir biçimde konuşuyorlardı. Onlara göre taşıdığı sır öyle güçlü ki açıklandığında birçok şeyi temelinden sarsabilir.
1054 yılında, Urfa Harran’daki Sabii Kilisesi yıkılınca oradaki kitaplar Bizans’a, “filozoflar konsülü” olarak bilinen Micheal Psellus’a getirilir ve kitaplar tercüme edilir. Çıkan sonuçta bu kitapların Hıristanlığa oldukça aykırı olduğu görülür. Bu kitaplara “Picatrix” yani “gizli kitap” adını verilir. Bu kitabın gerçek adı ise “Hikmet Sahibi Olanların Tanrısı”. Kitabın çevrimden sonra ilk Rönasans dönemi başlar ve Hıristiyanlık sorgulanmaya başlanır. 1170 senesinde “Cretien de troy” adlı yazar,”Parceval ve Yuvarlak Masa Şovalyeleri” adlı kitabı yazar ve ilk defa kutsal kâse bu kitapta anlatılır. Hz. İsa öldüğü zaman İncil’de Joseph Arimathea adlı esrarengiz birinden söz edildiği ortaya çıkmıştı. İncil’de yazdığına göre, İsa bu Arimathea’ın kendisi için satın aldığı mezara gömülüyor ve daha sonra bu mezar boş bulunuyor. Söylentiye göre Arimathae 40 yıl hapis yatıyor,yaşlanıyor. Yaşlılığında İngiltere’ye gidiyor, beraberinde de İsa’nın kanını taşıyan bir kâse götürüyor. İlk kiliseyi İngiltere’de kurduğu, dolayısıyla İngilizlerin ilk Hıristiyan olduğu söyleniyor. Bu kilisede, Kutsal Kâse Kral Arthur dönemine kadar saklanıyor. Kilise’nin Parseval denen şövalyesi kutsal kâseyi görüyor. Ancak yapılan araştırmalarda ortaya şu sonuç çıkıyor: 12. yüzyılda Guyot diye bir şair İspanya Toledo’da Farsça eski bir kitap buluyor. Bulduğu bu kitaba latince “Flegitanis” adnı veriyor. Farsçası “Felekdane” olan bu kitap astroloji ve büyüyle ilgili. Kitabın Gnostik Hıristiyanlık olan Sabiilerden geldiği ortaya çıkıyor. Bu kitapta kutsal kâse hikayesi anlatılıyor. Arapça’da 931 yılında ölen Müslüman gizli ilimci İbn-ül Massarra tarafından İspanya’ya getirildiği ortaya çıkıyor. Kitapta Kutsal Kâse diye bir prensibin varlığından bahsediliyor. Yani ilk kilise kadın cinsel organına göre yapılmış. Bir kapı vardır, dar( yatağı) ve uzun bir koridor vardır, sonra açılır (yumurtalıklar), bitiş noktasında da bebek İsa vardır(rahim). O yüzden kiliseye girildiğinde tekrardan ana rahmine dönülmüş olur. Kutsal kâse de tamamen dişil prensibin ele alınması meselesi. Dişil prensibin kainatta oynadığı rolün dikkate alınması gerektiği mesajıdır. Diğer bir deyişle, kutsal kâse diye somut bir şey yok, sadece bir prensibin anlatım şekli. Kutsal Kâse Hermetik İlimlerin bir sembolüdür. Bu sembol de dişil prensibi göstrerir. Dişil prensib de Sofia’dır. İsa’dan sonra 325 yılında İmparator Constantin tarafınfan toplanan 1.Ekümeni konsülünde, Sofia Logos “eril” prensip olarak tercüme ediliyor ve kilisenin sadece erkeklerden kurulu olmasıyla beraber “dişil” prensip gözden kaybediliyor. Bu Logos da İsa Mesih olarak ilan ediliyor.
Bu kase sadece Hristiyanları ilgilendirmiyor. Bizim dinimizde de Hz İsa peygamberimize inanmak farz olduğu için eğer ortada Kase varsa o kase bizimde kutsalımız.. Algıda hata var.. Öncelikle bunu düzelmek gerekli .. Anlaşılması zor olan hadise ise şu..! Neden peşinde olan devletler Kase için başına ödül koymuyor..! Mesela Vatikan – İsrail – Türkiye.. Kaseyi bulana 100 milyar dolar veya 50 yıllık ziyaretinden elde edilecek işletme hakkını vermeyi vaad etseler bakın kase nasılda ortaya çıkıyor.. Kaldı ki kase ile birlikte bir çok şeyde gün ışığına çıkacaktır. Eğer Kase Türkiye de ise Hristiyanların Kabe si olacaktır.
Kutsal kase bir benzetmedir.kesinlikle herhangi bir nesne degildir.kastedilen hz. Meryem dir