Ayasofya’daki Meleklerin Sırrı ve Ayasofya’nın Bilinmeyen Sırları
Aya Sofya adı “Kutsal Bilgelik” ya da “İlahî Bilgelik” anlamına gelmekte olup, Ortodoksluk mezhepinde Tanrı’nın üç niteliğinden biri sayılır. “Kutsal Bilgelik”e ithaf edilen Ayasofya kilisesi, 916 sene boyunca Bizans İmparatorluğu’nun en prestijli yapısı, Ortodoks dünyasının merkezi oldu. Hıristiyan üçlemesinin ikinci unsuru olan Kutsal Hikmet’e (Sofia) adandığından Ayia Sofia olarak tanınmıştır. İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya Cami-i Kebiri adıyla cami olarak kullanılmaya başlandı. İstanbul’un en büyük camisi olan bu yapı 1935’te müzeye dönüştürüldü ve bugün kenti yeryüzünde temsil eden en görkemli simgelerden biridir. Ayasofya aslında tarihteki üçüncü Ayasofya’dır. Daha önce iki defa yıkılmış ve son olarak İmparator Justiniaus (527-565) tarafından üçüncü kez yaptırılmıştır. Jüstinyen kilisenin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan daha büyük ve süslü olmasını istiyordu. 27 Ocak 537’de büyük bir törenle gerçekleşen açılışta İmparator Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi’ni kastederek “Ey Süleyman!.. İşte şimdi seni geçtim!” diye haykırdı. Altı kanatlı Serafim meleğinin İncil’e göre Tanrı’nın tahtını koruduğuna inanılıyor. Serafim meleğinden Ayasofya’da dört adet var. Mevcut Serafim’in tam karşısında yer alan yarım kubbedeki melek yüzünün de daha sonra ortaya çıkarılacağı ve restore edileceği belirtiliyor. Diğer iki melekte ise yüz yer almıyor.
Ayasofya’nın karanlıkta kalmış bir sırrı gün ışığına kavuştu. En son Sultan Abdülmecid ve o dönem restorasyonu yürüten İsviçreli mimar Gaspare Fossati’nin gördüğü, üzerleri sıva ve metal maskeyle kapatılan 700 yaşında olduğu tahmin edilen altı kanatlı melek figüründen birinin yüzü açıldı. Serafim Hristiyan teolojisinde bir anlamda cennetin bekçileri olarak bilinen en üst düzeyde melek tasvirlerinin kanatlarının orta yerindeki yüzün üzerindeki maske kaldırıldı ve yüz tasviri ortaya çıkarıldı. Fener Rum Patrikhanesi, “çatık kaşlı” melek için “Serafim” yani “Tanrı’nın habercisi” dedi.”Melekleri zikreden yüz ifadesi değil, şekilleridir” diyen Rum Patrikliği Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu Müdürü Dositheos Anagnostopoulos, “6 kanatlı her melek Bizans kilise sanatında Serafim’dir. Çok gözlü gösterilen melekler Herubimdir” bilgisini verdi. Patrikhane, melekle ilgili yapılan “Cennetin bekçisi; Tanrı’nın tahtını koruyan” değerlendirmelerinin doğru olmadığını belirtti ve “Serafim İbranice’den, yanmak anlamına gelen ‘Saraf’ kelimesinden gelmekte olup, bu melek Tanrının Habercisi olmakla vazifelendirilmiştir” dedi.
Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde bir tabut var. Sarı pirinçten yapılmış bu tabutta Kraliçe Sofya yatıyor ve ‘bu tabuta sakın dokunmayın!’ deniyor. Çünkü tabuta el sürülürse büyük bir gürültü başlıyor. Tüm bina sallanıyor. Kubbenin dört bir tarafına yapılmış birer tane melek resmi var. Bunlar Cebrail, Azrail, Mikail, İsrafil’dir. İnananlar, tabut ile melekler arasında bir ilişki kuruyorlar. Onlara göre tabutun koruyuculuğunu üstlenen melekler, ona dokunulmasına izin vermiyorlarmış. 16. yüzyıldan itibaren İstanbul’a gelen seyyahların hepsinin ilk durağı Ayasofya olmuş ve kitaplarında mozaiklerin olduğu gibi yerinde durduğunu sadece yüzlerinin kapatıldığını yazmışlardır. Evliya Çelebi şöyle demiştir: “ Kubbelerin hepsinin içlerinde altın mineden resimlerle ve başka insan resimleri yapılmıştır ki, dikkat gözüyle seyredenlerin hayretlerinden parmakları ağızlarında kalır.” 1453 kuşatmasına Türk saflarında katılan Rus Nestor İskender, fetihten beş gün önce meleğin Ayasofya’yı terk edip göklere yükseldiğini, böylece kentin savunmasız kaldığını ve Türklerin zapt ettiğini yazar.Ayasofya bir mabet olarak, İstanbul’un fetih sembollerinden biridir. Bu yüzden Ayasofya’nın kapı tokmaklarında ‘Yâ Fettah’ yazılıdır. Hem Allah’ın isimlerinden biridir, ‘Açan’ demektir, hem de fetih yani açış kelimesiyle akrabadır. İstanbul’un fethinden sonra Rumlar arasında gelişen efsane ise bir geri dönüş efsanesidir. Türklerin gelmesi ile Ayasofya’daki son ayini yarıda bırakıp elindeki kutsal kaplarla görünmez bir kapının arkasında kaybolan papaz, kentin geri alınacağının işareti olarak, aynı yerden çıkıp ayine kaldığı yerden devam edecektir. Fanatik Rumlar tarafından günümüzde dahi anlatılan bu efsane artık efsanelikten çıkmış bir temenni olmuştur.
Ayasofya’nın güneyinde dört adet mermer beyaz uçlar üzerinde Azrail, İsrafil, Mikail, Cebrail’in tasvirleri İstanbul’un 14. tılsımını oluşturuyordu. Bunlar dört yöne bakacak şekilde dikilmişlerdi. Yılda bir kere Cebrail tasviri kanatlarını çırpıp haykırsa doğu tarafında bolluk olur. İsrafil tasviri bunu yapsa batıda kıtlığa delalet eder, Mikail tasviri kanat çırpsa ve haykırsa yeni bir asi çıkar, Azrail tasviri aynı hareketi yapsa bütün alemi veba sarar. Ayasofya’da ana kubbeyi taşıyan pandantifin üzerinde birbirinin eşi olmamakla beraber dört melek figürüne yer verilmiştir. Hıristiyan inancına göre dünyayı ve Ayasofya’yı binlerce yıldan bu yana melekler korumaktadır. IX. yüzyılın ikinci yarısında yapıldığı tahmin edilen, kanat şeklindeki dört ayrı melek tasvirinden biri tamamen bozulmuştur. Hıristiyan inancına göre buradaki figürler cennetin kapı bekçileri ve aynı zamanda Bizans tahtının koruyucusu Serafim ile Kerubin melekleridir. Ancak hangisinin Serafim, hangisinin Kerubin olduğu konusunda kesin bir fikir birliği yoktur. Serafim altı kanatlıdır , ikisini kullanır, alevler içinde kılıçta tutarlar, tanrı tahtının üstünde uçarlar. Tanrı’nın sevgisi ile yandıkları için ‘yanan melekler’ şeklinde de tasvir edililirler. Kerübi ise dört kanatlı ve dört yüzlüdür, tanrının korumaları, kolluk gücüdür. Etrafında uçarak günahın, yozlaşmanın ve ahlaksızlığın ulaşmasını engellerler, taht melekleri olarak da anılır. Aden bahçesinin ve Ahit Sandığının korumaları olarak bilinir. Serafim Kerubim ile birlikte Yahudi ve Hristiyanlık geleneklerine göre en üst düzeydeki meleklerdir. İncil sadece belirli kişiliği olan 3 meleğe isim vermiştir.Bunlar, meleklerin prensi olan Michael, diriliş, merhamet, vahiy ve ölüm meleği olan Gabriel ve yeryüzüne inmiş melek olan Satan. Kerubim’in Serafim ile en belirgin tasvir farkı ellerinde dönen, ateşten kılıçlardır. Keruvlar, kanatlı doğaüstü varlıklardır. Kerubim, Eski ve Yeni Ahit’te başı kral, gövdesi boğa olan kartal kanatlı kurtarıcı olarak tarif edilir. Kerubim, Tanrı’nın Cennet bahçesinde ”hayat ağacının yolunu korumak için” görevlendirdiği göksel varlıklardır. Ayrıca, Ahit Sandığını korumak için de iki Kerubim görevlendirilmiştir. Yaratılış: 3:1-24: “Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.” Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde, Ayasofya’nın güney tarafında bulunan ve üzerinde dört farklı melek resim bulunan yapının gizemini anlatmıştır; “Bila teşbih (rivayet) yılda bir direğin üstünde bulunan Cebrail doğuya doğru kanat çırpıp bağırınca o tarafta bolluk, İsrafil resmi kanat çırpınca batıda kıtlık, Mikail melek aynısını yapınca kuzeyde bir kahraman çıkarmış, Azrail melek aynısını yapınca da dünya çapında veba salgını çıkar birçok kayıplar verilirmiş.”
Ayasofya’da hem ana binada, hem de avludaki türbelerde devam eden restorasyon, asırlardır gözlerden uzak kalmış bir hazineyi de ortaya çıkardı: Türbelerden çok sayıda Kâbe örtüsü ve Hazreti Muhammed’in Medine’deki türbesini süsleyen kumaşlar çıktı. Kâbe’nin ve Hazreti Muhammed’in türbesinin örtülerinin İstanbul’dan her sene “surre alayları” ile gönderilen yenileriyle değiştirilmesinden sonra, eski örtüler İstanbul’a getirilir, burada büyük bir saygıyla muhafaza edilirler ve bazen önemli kişilerin sandukalarının üzerine serilirlerdi.
Bu eşsiz yapı, bir çok gizemi ve efsaneyi de içerisinde barındırıyor. Kaynaklara göre Ayasofya, dünyanın en hızlı inşa edilmiş katedralidir. Dünyanın en uzun süreyle yaklaşık 1500 yıl ibadethane olmuş yapılarından biridir. Dünyanın ayakta kalabilen en eski katedralidir. Yapıldığı dönemden itibaren yaklaşık bin yıl boyunca (1520’de İspanya’daki Sevilla Katedrali’nin inşaatı tamamlanıncaya kadar) dünyanın en büyük katedrali olmuş, büyüklüğü aşılamamıştır. Günümüzde ise kapladığı alan itibarıyla dünyanın dördüncü büyük katedralidir. Kubbesi eski katedral kubbeleri arasında çapı bakımından dördüncü büyük kubbe sayılmaktadır. Ayasofya’nın sadece bir tapınak değil semboller dizgesidir. Ayasofya plan itibariyle yeryüzünü, dünyayı sembolize eder. Kare planlıdır. Buradaki bütün fresklere baktığınızda kutsal kişi kare bir kutuya basar. Bu “Ayaklarım yerde başım gökte” anlamındadır. Kubbe ise gökyüzünü evreni temsil eder. Bu kubbeyi destekleyen dört ana güç vardır. Bu, kimine göre dört melek kimine göre dört element olur. Ayasofya’nın bulunduğu alan yüzyıllar öncesinden gelen bir çekim merkezidir. Dünya paralel ve meridyenler gibi izafi bir takım koordinatlardan, enerji ağından oluşur. Bu ağların kesişme noktaları ise sunak, kilise, dikilitaş, cami gibi yapılarla işaretlenmiştir. Ayasofya bu kesişme noktalarının en önemlilerinden birinin üzerinde. Buranın temel kazılarında da birçok ilginç olay yaşanmış ve kayıtlara geçmiş. Hatta kazıda ortaya çıkan bir kapı açıldığında içeriden yeşil bir ışık gelen mekandan söz edilir. Yeraltı şehirleriyle ilgili bilgilerle de desteklenir bu. İnşaat sırasında üzerinde yazılar bulunan bir yapı bulunduğu, bu yazıyı okumak için dört yönden bilgelerin çağrıldığı ama bunların da yazıyı okuyamadıkları ve o yapının muhafaza edilerek Ayasofya’nın üzerine inşa edildiği de tarihi kayıtlarda var.
Hiçbir mimar imparatorun şanına lâyık bir kilise planı çizemez. Bir gün imparator kilisede âyindeyken elindeki ‘mukaddes ekmek’ yere düşer. Bir arı gelip ekmek parçasını alıp gider. İmparator bütün şehirdeki arı sahiplerine, bu ekmeği peteklerinin içinde bulana büyük hediyeler vereceğini ilan eder. Bir gün birisi ona tam kilise maketi halinde bir petek getirir. Mihrap yerinde de ‘mukaddes ekmek’ parçası durmaktadır. İşte Ayasofya bu plana göre inşa edilir.
Ayasofya, devlerin Kaf Dağı’ndan çıkarıp getirdikleri sütunlar ve mermerlerle yapılmış. Süleyman Peygamberin emriyle devler, periler, insanlar, cinler görkemli bir saray yapılması için Elbürz ve Kaf dağlarından çeşit çeşit ve renkli mermer sütunlar keser. Ayasofya’nın sütunları da bunlarla yapılır. Devlerden biri de ‘izim kalsın’ diye mermere vurur. Orada elinin izi kalır. O iz hâlâ mermerde durur.
Mabedin temeli 70 metre kazıldı. Harcın iyi tutması ve yıkılırsa yeniden yapılması için temele altın ve gümüş dolduruldu.İmparator, Nuh aleyhisselamın Cudi Dağı’nda bulunan gemisinden tahta parçaları getirtir. Mabedin kapısı bu tahtalarla yapılır.
Ayasofya’nın yapımına başlanmadan önce zamanın müneccimleri uğurlu bir saat gözetirler. Gözetilen uğurlu vakit geldiğinde inşaat sahasında başlarında dört yüz elli beş yaşındaki Martikos adlı keşişin de bulunduğu din adamları mabedin uğurlu olması için dua ederler. Ayrıca bu yaşlı keşiş Ayasofya’nın kıyamete kadar ayakta kalabilmesi için bir tılsım yapar ve böylece Ayasofya’nın inşasına kutlu bir saatte, tılsımlarla başlanmış olunur. Ayasofya ibadete açıldıktan sonra, İmparator, Hz İsa’nın çarmıha gerildiği haçı ve İsa’yı çarmıha gerdiklerinde kullandıkları çivileri Kudüs’ten getirterek Ayasofya’nın gizli bölümlerinden birinde saklatmış. Bu kutsal emanetleri Ayasofya’ya saklamalarının nedeni de; Hazreti İsa kırk bin yıl sonra dünyaya inecek ve ineceği yer Ayasofya olacakmış. Diğer bir rivayet ise Ayasofya’nın orta kıble kapısı üzerinde Sarı pirinçten yapılmış Kraliçe Sofya yattığı bir tabutun varlığı ve bu tabutta korkutucu bir uyarı var ve “Bu tabuta sakın dokunmayın” deniyor. Bu tabuta dokunulursa büyük bir gürültüyle tüm bina sallanmaya başlıyormuş. İnanışa göre bu tabutun koruyucuları, kubbenin dört tarafında kanatları açık bir şekilde resmedilmiş dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail olduğu yönünde.
Ayasofya’nın içindeki Ağlayan Sütun, Meryem Ana’nın evindeki bir sütunmuş. Bir gün Meryem Ana’ya, Hz. İsa’nın yakalandığını ve kendisine işkence edildiğini söylemişler. Hazreti Meryem de İsa’nın işkence görmesine dayanamamış ve gözyaşlarına boğulmuş. Hazreti Meryem hissettiği o acıyla o kadar ağlamış ki gözyaşı damlalarından biri yaslandığı bu sütuna düşer düşmez, bu damla düştüğü yeri bir mucize eseri kezzap gibi eritmiş. Ayasofya bugün ibadet için kullanılmasa da 1. Jüstinyen zamanından kalma bir inanç yaşamaya devam ediyor. Efsaneye göre, ‘Terleyen Sütun’un bakır kısmındaki küçük deliğe baş parmağınızı soktuğunuzda parmağınız ıslak çıkarsa tüm hastalıklarınızdan kurtulmuş olursunuz. Ayasofya’nın yapımı sırasında imparator Jüstinyen, inşaatı kontrol etmek için sık sık Ayasofya’ya gelirmiş. Jüstinyen yine kontrol için bir gün Ayasofya’da dolaşırken rahatsızlanmış ve çok şiddetli bir baş ağrısına tutulmuş. Bu sırada o baş ağrısıyla Terler Direk’e kafasını dayamış ve hastalığının geçmesi için dua etmiş. Bir müddet sonra mucize eseri rahatsızlığı ve baş ağrısı tamamen geçmiş. İmparator dikkatlice sütuna baktığında sütunda ufak bir delik meydana geldiğini ve bu delikten gözyaşı gibi bir yaşın süzüldüğünü görmüş. Bu yaşın, Meryem Ana’nın gözyaşı olduğunu ve kendisini iyileştirmesi için Tanrı tarafından gönderildiğini düşünmüş. Halk bu mucizeden haberdar olmuş ve sütunu kutsal kabul etmiş. Başka bir rivayete göre de, Ayasofya’nın büyük bir kubbesi bir depremde yıkılınca, 300 rahip Mekke’ye gitmişler ve orada zemzem suyundan almışlar, bunu Mekke toprağı ile karıştırıp,bu sütunun altına harç olarak koymuşlar. Sütunun bu yüzden “terlediğine” inanılıyor. Ayasofya’nın içinde ibadet edilen kısmın, en büyük kubbebin altına denk gelen yerinde inanışa göre kalp hastalığı olanların geldikleri bir kuyu vardır. Hastalar üç cumartesi art arda aç karnına buraya gelip, sabah namazını kılar ve bu sudan içerlermiş. Bu gelenek cami müze haline getirilene kadar devam etmiştir.
İmparator Kapısı Ayasofya’nın en büyük kapısıdır. Bizans imparatorları ve yakınları bu kapıdan girermiş kiliseye. Bir rivayete göre, Nuh’un Gemisi’nden arda kalan tahtalardan yapılmış. İmparator Heraklius’un yedinci yüzyılda Doğu Anadolu’ya bu gemiyi aramaya gittiği bilinir. Kapının üstünde Ayasofya’nın en güzel mozaiklerinden birini, her şeye kadir İsa mozaiği görünür. 1204’de Haçlı orduları İstanbul’u yağmalarken Ayasofya’da ne kadar kutsal eser varsa hepsini kaçırır. İstanbul 1264 yılında Haçlılardan kurtarıldıktan sonra Ayasofya’nın içindeki Deisis Mozaiği yapılıyor. Bu mozaikteki İsa figürü ABD’li araştırmacı Roberto Solarion’a göre, İsa’ya değil, Tyana’lı Apollon’a ait. Buna gerekçe olarak da mozaikteki İsa figürünün sağ kaşının üzerindeki yara izini gösterriyor. İz, 11 sayısına işaret ediyor. Pisagorcu tarikat üyesi Apollon’da da bu iz var. Figürün Apollon’a ait olmasının sebebi ise paganların Anadolu’da zorla Hıristiyanlaştırılırken, İsa’nın resmini yapar gibi görünseler de, Apollon’un resmini yapmışlar. Ve yine aynı mozaikteki Meryem figürü, ellerini İsa’ya doğru uzatmış durumdadır. Ancak Hıristiyan inanışına göre yapılan resimlerde Meryem’in ellerinde İncil veya İsa olması gerekir. Bu nedenle de bu figürdeki Meryem, anne değil Mecdeli Meryem olarak da bilinen ve Hz. İsa’nın eşi olduğuna inanılan kadına aittir.
Mikail Cellius adlı bir filozof, Bizans’ın ilk gizli teşkilatını Ayasofya’nın mahzenlerinde kuruyor. Aynı mahzenler, aynı zamanda Gnostik Hıristiyanların gizli kitabı Picatriks’in de çevirilerinin yapıldığı mekân.Hıristiyanlar, İmparator Jüstinyen döneminde Akhineton Haçı adı verilen şekli bırakıyor ve düz haç modeline geçiyor. Bu da ilk kez Ayasofya’da kullanılıyor.
Osmanlı tarihçi ve seyyahı Evliya Çelebi, Ayasofya’nın 361 kapısı bulunduğunu, bunlardan 100 tanesinin tılsımlı olduğunu söyler ve bir de herkesçe görünmeyen kapısından bahseder. Mabedin orta ana giriş kapısının üzerindeki sarı sandukanın, Kraliçe Sophia’ya ait olduğu ve dokunulduğunda, zelzele olacağına inanılır. Rumların inanışına göre şehir kuşatma altındayken son âyini idare eden papaz, mihrab duvarına girerek kaybolmuştur; şehir Türklerden geri alınınca buradan çıkıp âyine devam edecektir. Kıble kapısının kanatlarının, Nuh Peygamber’in gemisinin tahtalarından yapıldığı söylenir. Eskiden tüccarlar, bu kapının önüne gelerek ellerini sürüp dua etmeden seyahate çıkmazdı. Ayasofya’nın güney dehlizlerindeki mermer bir taşın, Hazret-i İsa’nın beşiği olduğuna inanılır. Kadınlar, yeni doğmuş hasta çocuklarını buraya koyarak, Allah’tan şifa umarlardı. Nefes darlığı çekenlerin, Ayasofya’nın içindeki kuyunun suyundan sabah erkenden aç karnına üç kere içerlerse iyileşeceğine inanılır.
Sadettin Efendi’nin, “Tacü’t-Tevarih” adlı eserinde şöyle bir efsaneye yer vermiştir: “Yer sarsıntılarına en açık bir bölge olarak da tanındığından, ülke mimarları yaptıkları büyük binaların altını boş bırakırlardı. Bu tedbir orada çok eskiden beri kullanılmaktaydı. Bu usulle söz konusu büyük yapı Ayasofya’nın da altı boş bırakılmış, bina sütunlar üzerine kurulmuş, kemerler üstüne oturtulmuştur. Binanın altındaki mahzen buz gibi su ile doludur. İçinde kayıkla dolaşmak mümkündür.”
3. Murad devrinde, Ayasofya’ya yapılan bazı eklemeler sırasında, ibadet eden cemaatin temizliği ve susuzluğunu gidermek için Batı’daki yarım kubbelerin altına iki küp yerleştirilir. Ayasofya’nın büyüklüğüne yaraşır bir şekilde yapılmış olan bu küplerin, Ayasofya Camii’ne nasıl getirildiğine dair şu efsane anlatılır: Lübnan’daki Baalbek’ten getirildiği söylenen kırmızı porfir sütunlardan batı yönüne rastlayanlarının önünde iki büyük mermer küp vardır ki 3. Murad zamanında Bergama’dan getirildiği sanılmaktadır. Bu küplerin, Bergama’da çiftlik sahibi Mehmet Hatiboğlu adında biri tarafından bulunduğu söylenir. Bu çiftçi, bir gün tarlasında çalışırken, sabanı bir şeye takılır, bakar ki ağız ağıza altın para dolu üç küp. Küplerin üstünü hemen yine toprakla örtüp yerine işaret koyar ve kalkar İstanbul’a gelir, devrin padişahının huzuruna çıkar, meseleyi anlatır.Padişah bununla beraber bir vezirini ve bir miktar askerini Bergama’ya yollar. Üç küpü de meydana çıkarırlar. Padişah emri gereğince bu küplerden birisini kendisine vermeye kalkışınca, Mehmet Hatiboğlu ‘Boşaltın ki alayım’ der. Sebebini soranlara ‘Efendimiz, bulunacak küplerden birini bana ihsan ettiler. Fakat içindeki altınlardan bahsetmediler. Şu halde bu altınlar benim hakkım değildir’ der. Sonunda, bu derece doğruluğuna mükafat olarak, küplerden kabartmalarla süslü olanı kendisine verildiği gibi, civarındaki geniş arazi de kendisine bağışlanır. Üzerinde süvariler cengini gösterir kabartmalı küp, 2. Mahmud zamanına kadar sahiplerinin elinde kalırsa da sonradan Luvr Müzesi’ne hediye edilir. Diğer ikisi ise Ayasofya’ya getirilir, üzerlerine birer kapak eklenir, musluklar ilavesiyle, abdest tazelemek için kullanılır.
Ayasofya’nın yönünün Kabe’ye çevrilmesine ilişkin de şu efsane anlatılır : “Ayasofya bir kilise olarak yapıldığı için ibadet yönü Kabe’ye dönük değildi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethedip Ayasofya’yı cami yaptıktan sonra bir gün Hızır Aleyhisselam Ayasofya’ya gelmiş. Bakmış ki kıble Mekke’ye doğru değil. Solda, arkada dört köşe olan ve ’Terler Direk’ denilen üzeri bakırla kaplı mermer direğe parmağını sokmuş ve sütunu döndürmeye başlamış. Onun dönüşüyle bütün bina da Kabe yönüne dönmekteymiş. Bina tam Kabe yönüne döneceği sırada kadının biri Hızır’ı fark etmiş ve ’Bakın hele şu Hızır’ın yaptığına’ diye bağırmış. Hızır bunun üzerine işini tam olarak bitirmeden gözden kaybolmuş ve mabedin yönü de kıbleden birkaç derece uzak kalmıştır.
Efsaneye göre, Hz. Muhammed, Mekke’yi fethettikten sonra Kâbe’ye girer, ashabına içerideki tüm putların yıkılmasını söyler. Ashap putları kırdığı esnada Hz.Muhammed bir tasvirin üzerine elini koyar ve tüm putlar kırılırken, “Elimin altındaki müstesna” der. Bu tasvir Ayasofya’nın yarım kubbesi içinde duran ‘Çocuk İsa ile Meryem Ana Mozaiği’ndeki tasvirin aynısıdır. Gün gelir İstanbul fethedilir. Fatih Sultan Mehmet Ayasofya’ya girer ve ilk cuma namazına yetişmesi için buranın camiye çevrilmesini emreder. Ustalar işe koyulur ve mozaikler sıvanmaya başlanır. Hz. Peygamber’in başından geçen hadiseyi bilen Padişah, ‘Çocuk İsa ile Meryem Ana Mozaiği’ni eliyle kapatacak şekilde göstererek “Elimin altındaki müstesna” der ve bu mozaik Peygamber’in hatırına açık bırakılır.
Tuğrayı çekmekle görevli olan Koca Nişancı Reisülküttap Celal-zade Mustafa Çelebi’nin, 948 (1541) tarihinde yazılan, ‘Tarih-i Kala-i İstanbul ve Ma’bed-i Cami-i Ayasofya’ adlı eserden derlediği ‘ Hz. Muhammed’in Miraç Mucizesi ve Ayasofya’ adlı efsaneye göre Bir gece, Cebrail gelir, Hz. Muhammed’i miraca davet eder. Cebrail ile Hz. Muhammed, gök tabakalarını ve cennet katlarını gezip dolaşmaya başlarlar. Firdevs cenneti makamına da girerler. Orada camiye benzeyen bir makam görürler. Bu binanın içinde kırk adet yakuttan direk vardır, içerisinin çevresi zümrüt ve firuze taşlarla kaplanmış, döşemeleri gümüşten yapılmış, dışarı avlu billur üzerine değişik ziynetlerle süslenmiştir. İçerisinde altın ve gümüş lülelerden oluşmuş havuzda devamlı Kevser suyu akmaktadır. Buraya girenlerin bir daha çıkmak istemedikleri anlatılmaktadır.Hz. Muhammed, (Ey kardeşim Cebrail! Bu güzel ve süslü makam neresidir?) diye sorar. Cebrail de (Ya Muhammed! Ümmetin için Allah Teala o makamı oluşturmuştur. Buna Camiü’l-Kübra (Büyük Cami) derler. Bu makamın benzeri, dünyada üç tarafı deniz, bir tarafı da kara ile çevrili ‘Konstantiniyye’ şehrinde bulunmaktadır. Bu şehirde ‘Sofiya’ adlı güzel bir ibadethane ve yüce bir makam vardır. Bunun adına da Camiü’s-Suğra (Küçük Cami) derler. Burada gördüğün yüce makamın dünyadaki timsalidir. Senin ümmetine, onun içinde ibadet etmek nasip olacaktır) diye cevap verir. Hz. Muhammed, Cebrail’den bu sözleri işitince Allah’a şükredip o güzel makamı gönlünce görüp seyreder. Hz. Allah ile konuştuktan sonra Allah Teala buyurur, (Ya Muhammed! Dünyadaki Camiü’s-Suğra’da (Küçük Cami) bir kimse safi niyetle iki rekat namaz kılıp niyaz ederek sevabını sana bağışlarsa, o kulum günahlara batmış biri olsa bile onu cennet ehli yaparım. O iki rekat namaz yerine de kabul olunmuş yetmiş rekat namaz sevabı veririm. Ve kim kırk gün o camide, Ayasofya’da ibadetle meşgul olursa, ona dört peygamber sevabını veririm.Bu dört peygamberden birincisi Adem, ikincisi Nuh, üçüncüsü İbrahim, dördüncüsü de sensin ya Muhammed!). Hz. Muhammed, Cebrail ile vedalaşıp miraçtan döndükten sonra ashabına, Ayasofya makamını anlatır. Her biri kulaktan aşık olurlar ve ‘İnşallah ölmeden evvel o güzel makamın içine girip ibadet etmek kısmet olur’ derler. Mesabih kitabında yazıldığına göre, Ayasofya Camii’nde hala iki ruhani melek bulunmaktadır. Bu iki melek gece gündüz Ayasofya’nın kubbeleri altında Allah’ı tesbih ederler, kıyamete kadar tavaf ederler.”
1453’te İstanbul fethedildikten sonra Fatih Sultan Mehmet İstanbul’daki Bizans’a ait tüm eserleri kendi üstüne alarak bir vakıf kurar ve elinde gül bulunan resmini yaptırır. Fatih yaptırdığı bu resimle Batı’ya, ezoterik örgütlere “Peşinde olduğunuz, arzuladığınız Kutsal Emanetler benim himayemde” mesajı vererek güç gösterisinde bulunur.
Kitap Önerileri
İstanbul’un Kadim Sırları Murat İrfan Ağcabay
Ayasofya Efsaneleri Ferhat Aslan
Bir rivayete göre Aya Sofya büyük bir depremde yikilir. Ne kadar yeniden yapmaya kalksalar da yapilamaz. Cünkü ustalar insaata baslarlar, ertesi gün geldiklerinde insaatin yeniden yikildigini görürler.
Bizansin o zamanki en bilgin kesisleri bir araya gelirler ve bu meseleyi Peygamberimiz Muhammed SAV danismaya karar verirler.
Bir heyet Peygamberimize gelir ve durumu arz ederler. Peygamber efendimiz o esnada Mescidi Nebevinin insaatiyle mesguldür. Oradan bir avuç toprak alir, üzerine bir miktar agiz suyundan serper ve harç haline getirir ve o gelen heyete verir. Bu harcin Aya Sofyanin insaat harcinin içine koymalarine tavsiye eder.
Heyet geri döner ve Peygamberimizin dedigi uygulanir ve bu sayede Aya Sofyanin insaati tamamlanir.
Hatta Hz. Ömer bu konuda Peygamberimizi tenkit eder. Buna istinaden Peygamber efendimiz o meshur Istanbul’un fethine dair hadisini irad eder.
Peygamberimiz Hz. Muhammed sav. in doğumu 571 kilisenin bitiş tarihi 537
cübbeli youtube videolarından birinde kabe’nin altında bir hazine olduğuna dair bir hadisten bahsediyordu ! özetle zamanı gelince 30-40 yaşlarında beklenen biri geleceği zaman bu hazine ortaya çıkacağı hakkında farklı alimlerinde yorumları var ! hatta bu ahit sandığı bile olabilir ! sonuç olarak kabe zaman içinde 3 kere yıkılıp tekrar yapıldığı bilimsel ve tarihsel olarak kayıtlı olduğu düşünülür ise ! özetle ahir zamandayız ! ! !
Bu inanışlardan hiçbiri doğru değildir. Biz melekleri göremeyiz, ama onlar bizi görebilir. Bu resimlerin melek olduğuna inanan müslüman kardeşlerime hayret ediyorum doğrusu. Ayrıca Ayasofya’yı inşaa eden (camiye çevrilmesi dışında) Kişiler müslüman değildir. Bunu da belirtirim. Ayasofya kubbesini canlı gözle görsem bile bunların melek olduğuna asla ve asla inanmam. Bu tür şeylere inananlara tek sözüm; Ayetel Kürsi’yi ve İhlas suresini okumalarını ve bir daha düşünmelerini rica ederim.