Medyumların Söyledikleri Çıkar mı?
Ruhlar alemi ile iletişime geçebildiğini ve ölülerle canlılar arasında iletişim kurabildiğini iddia eden kişiler için kullanılan medyum kelimesinin kökeni Latince medium (aracı) sözcüğüne dayanır. Spiritüalist anlayışa göre, medyumluk yeteneğine sahip olmak bir hüner değildir ve spiritüalist etik anlayışına göre, kişinin bu yeteneğini asla yanlış yollarda ya da çıkar amacıyla kullanmaması gerekir. Paranormal (normalüstü) ile ilgilenenlerin başlıca araştırma konularından biri de ölümden sonra bir biçimde yaşamaya devam edilip edilmediğidir. Ölümden sonra da bir yaşam var mıdır? Ruh nedir? Ruhlarla, eğer varsa, ilişki kurulabilir mi? Yeryüzündeki dinlerin hepsi ölümden sonra bir yaşamdan söz etmektedir. Bu insanların içinde güçlü bir inanç oluşturmuştur. Ayrıca insan hayatının bir noktada kesin bir biçimde bitiyor olması ve sonrasının boşluk olarak algılanması birçok insan için kabul edilmesi çok güç bir olgudur. Bu nedenle günlük yaşantıları içinde üstünde çok fazla durmasalar bile, kafalarının bir yerinde ruhun ölümsüz olduğunu düşünmek insanlar için çok rahatlatıcıdır.
Ölen bir yakınının yok olmadığını düşünmek ve onunla temas kurmaya çalışmak böylesi bir ihtiyaçtan doğar. Bu nedenle çok uzun zamanlardan beri dünyanın çeşitli ülkelerinde ruh çağırma seansları yapılmakta ve bu konuda çeşitli dernekler ve kuruluşlar kurulmaktadır. Bu konuda ilerde de değinileceği gibi çok çeşitli hileler ve göz boyacılıkları saptanmıştır. Buna karşılık hiçbir açıklaması bulunamayan olaylar da. söz konusudur. Yapılan bütün çalışmalar bu konunun ne kadar gerçek olduğunu saptamaya ve eğer gerçekse nasıl oluştuğunu anlamaya yöneliktir. Klasik bir ruh çağırma seansında ruhlara ya da gaipten gelen haberlere aracılık eden bir medyum vardır. Medyum konsantre olarak trans haline girer ve ruhlarla ilişkiye geçer. Ruhlar bazen onun ağzından konuşur, bazen de medyuma yazı yazdırırlar. Ancak her zaman medyum aracılığıyla konuşulmayabilir. Orneğin fincanla ruh çağırma halk arasında çok yaygın bir sistemdir. Masanın üstüne çevresi alfabenin tüm harflerinin yazılı olduğu, ortada da evet-hayır kelimelerinin yazılı bulunduğu bir karton konur. Kartonun üstünde bir fincan vardır ve seansa katılan herkes parmağını bu fincana değdirir. Ruh geldiğinde soruların cevabını fincanı harfler arasında gezdirip kelimeler yazarak verir.
Seansa katılanların çağırdıkları ruhun “geldiğini” ifade eden bir başka yöntem de masanın yerden havalanması, ışıkların kendi kendine yanıp sönmesi, kapıların çarpması gibi birtakım fiziki belirtilerdir. Halk arasında “geldinse tahtaya üç kere vur” türünden şakalara yol açan bu durum aslında gözbağcılığına en açık konulardan biridir. Seansların genellikle karanlık ya da loş odalarda yapılmaları, bu tür gözbağcılıkları oldukça kolaylaştırmaktadır. İlerdeki konularda bu seanslarda bugüne kadar yapıldığı saptanan aldatmacalara da değinilecektir. Medyumlar “öbür dünya” ile İlişkiye geçmeden önce kendilerini genellikle trans haline getirirler. Bir kısmı bilimsel çalışmalara da katılarak olayın araştırılmasına yardımcı olurken, önemli bir kısmı da bu konuda çok açık olmamayı tercih etmektedir. Bazı isimler dünyaca tanınmıştır, birçok kişi sevdikleri ile bağlantı kurabilmek için onların kapısını aşındırmıştır. Dünyanın çeşitii ülkelerinde yüzlerce seans düzenleyerek gazetelere manşet olmuşlar, bazıları ise bu yoldan para kazanmışlardır.
Daniel Douglas Home
19. yüzyılın ünlü medyumlarından Daniel Douglas Home’u, diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden biri, seanslarını aydınlık mekânlarda yapması ve dolayısıyla “hile” olasılığını çok aza indirmesidir. Zaman zaman bilim adamlarıyla ortak çalışmış, onların önündo defalarca medyumluğunu göstermiş ama hiçbir açığı yakalanamamıştır. Avrupa ve Amerika’da büyük bir hayran kitlesi olan Home’u İmparator Eugenie, Çar II. Aleksandre III. Napoleon,onu saraylarına kabul etmişler ve gösterilerini izlemişlerdir. Dönemin aydınları da Home olayı ile çok ilgilenmişlerdir. Aleksandre Dumas, Thackeray, John Ruskin, Tolstoy ve Elizabeth Browning ona inanan dostları arasındaydılar. Robert Browning ve Charles Dickens onu bir sahtekâr olarak kabul etmişlerdi, ancak bütün uğraşlarına rağmen bir şey ispatlayamamışlardı. Home, seanslarda fizik kuralarına tümüyle ters düşen gösteriler yapardı. En önemli özelliği, yükselerek havada durabilmesiydi. En şaşırtıcı yanı ise yine seans sırasında boyunu uzatabilmesiydi. Bunun dışında eşyaları istediği biçimde hareket ettirebilir, müzik aletlerini hiç dokunmadan kendi kendisine çalmasına neden olurdu. Diğer tanınmış birçok medyumun foyasını meydana çıkarmış olan Sir William Crookes, Home’u incelemeye başladı. Home da onun her istediğine boyun eğdi. Ellerini ayaklarını bağladı, kafes içine girdi, hile olasılığını ortadan kaldırmak için her koşula uydu. Ne var ki yine de eşyalar yer değiştirmeye, enstrümanlar kendi kendine çalmaya ve Home havada durmaya devam etti. Sonunda Sir William, kendisini gerçek bir medyum olarak kabul etti ve şöyle dedi: “Bu olgu, teslim etmek zorundayım ki, o kadar olağanüstü ve kabul ettiğimiz fizik kurallarına o kadar aykırı ki.” Daniel Doughas Home’un gerçek kişiliği günümüze kadar tartışma konusu olmaya devam etti. O dahi bir sahtekâr mıydı, yoksa devrinde kabul edildiği gibi gerçek bir medyum muydu. Bu sorunun cevabı bir sır olarak kaldı.
Eileen Carret
Eileen Garret’in bir anda manşetlere çıkmasına yol açan seans, 7 Ekim 1930 yılında Londra’da, Ulusal Psişik Araştırmalar laboratuvarında gerçekleşti. Bundan iki gün önce, bir İngiliz savaş uçağı, Fransa’nın kuzeyinde bir yere düşmüştü. Pilot ve uçuş subayı da bu kazada ölmüşlerdi. Ulusal Psişik Araştırmalar laboratuvarında yapılan seansın amacı ise bu konuyla hiç ilgili değildir. Onların amacı, kendisi de parapsikploji konularında araştırmalar yapan Sir Arthur Conan Doyle’in ruhunu çağırmaktı. Bu iş için de Doyle ile beraber çeşitli seanslar düzenlemiş olan ve başarılı bir medyum olarak tanınan Eileen Garret çağırılmıştı. Seans başladıktan bir müddet sonra, Conan Doyle’dan bir ses çıkmamasına karşın medyumda çeşitli acı belirtileri görülmeye başladı. Sesi acılı çıkıyor, gözünden yaşlar boşanıyordu. Konuşmaya başladığında asıl konuşanın iki gün önce düşen uçağın pilotu Kaptan lrwin olduğunu dehşetle farkettiler. Kaptan lrwin telâşlı bir sesle uçağın düşüş nedenlerini anlatıyordu. Seansta bulunanların hiçbirinin bilmediği teknik terimlerle devam eden konuşma zaman zaman histeri çığlıklarıyla kesiliyordu.
İki gün sonra Garret yine uçağın kaptan pilotundan mesajlar almaya devam ettiğini söyledi. Herkesin kabul ettiği bir noktalarsa, o da Garret’in uçağın başını sonundan ayırt edemeyecek kadar bu konuda bilgisiz olduğuydu. Üstelik daha sonra seanslar sırasında tutulan notlan okuyan Kraliyet Savaş Uçakları Bürosu uzmanları, bahsedilen bazı detaylı bilgilerin ‘gizli’ bilgiler arasında yer aldığını ve gerçeklere uygun olduğunu belirttiler. Eileen Garret’in en önemli özelliği medyumluğu konusunda hiçbir duygusallık taşımadan olaya tümüyle akademik olarak yaklaşmasıydı. Kendisi, yaşadıklarına hiçbir açıklama getirme iddiasında olmadan, bilim adamlarının tüm deneylerine katılır ve objektif bir merakla onların açıklamalarını dinlerdi. Medyumluğunu genç yaşlarda farkeden Garret, çalışmalarını İngiltere Psişik Bilimler Koleji’nde sürdürmekteydi. 1931 yılında New York’ta Amerikan Ruhsal Araştırmalar Kurumu’ndan aldığı bir davet üzerine New York’a giden Eileen Garret, orada da ünlü psikolojist Dr. Lavvrence Deshan’in yönettiği toplam 500 saat süren deneylere katıldı. Bir gün Deshan genç kadının eline küçük bir kumaş parçası verdi. Kendisine söylememişti ama bu kumaş parçası yıllar önce kaybolan ve bir daha haber alınamayan bir adamın kıyafetinden bir parçaydı. Garret adamın fiziksel görünümünü tüm detaylarıyla anlatmakla kalmayıp, bulunduğu yeri de söyledi. Gerçekten de adam Garret’in söylediği yerde bulundu ve ailesi ile buluşması sağlandı. Başından buna benzer birçok şaşırtıcı olay geçen Eileen Garret 1970 yılında öldüğünde tüm ümidi günün birinde bu yaşadıklarının gerçek bir açıklamasının bulunabilmesiydi.
Willi ve Rudi Schneider
1920 yıllarında Avusturya’da Hitler’in doğduğu kasaba olan Braunaudau’da iki kardeş, medyum olarak tanınmaya başlamışlardı. Ağabey Will Schneider ilk psişik yeteneklerini göstermeye başladığında 14 yaşındaydı. Ondan beş yaş küçük olan Rudi ise bu alandaki gücünü göstermeye başladığında henüz 11 yaşındaydı. Katıldığı ilk seansta anlaşıldığı kadarıyla onun rehber ruhu Olga adında biriydi. Olga’nın aslında ünlü dansöz Lola Montez olduğuna inandılar. Olga aracılığıyla Schneider ailesinin evinde çeşitli doğaüstü olaylar cereyan etmeye başladı. Kendi kendine hareket eden sular, yoktan var olan eller gibi. Kısa zamanda Willi’nin ünü çevreye yayıldı. Medyumluğu ilerledikçe Willi’nin seanslarında ektoplasma olayı görülmeye başlandı. Örneğin örümcek ağı gibi bir nesne önce omuzlarında görünüyor, sonra bütün yüzünü sarıyordu. Seanslarda her zaman mevcut olan Olga, bir keresinde dans etti. Willi’nin ünü arttıkça, bilim adamlarının da ilgisini çekmeye başladı. Ünlü fizik araştırmacısı Baron von Schrenk Nötzing, sistematik bir biçimde, Willi’yle deneyler yapmaya başladı. ilerki yıllarda parapsikolojik konularda uzman olan Harry Priceda Willi ile ilgilendi’. Onun herhangi bir hileye başvurup vurmadığını anlamak için önceden seans yapılan odanın her yerini arar, gizli geçitler ya da sahte duvarların olup olmadığını kontrol ederdi. Willi’nin ellerine ve ayaklarına fosforlu iğneler takarak seans sırasında onları oynatıp oynatmadığını kontrol ederdi. En sonunda Price, Willi’nin gerçek bir medyum olduğuna inanmıştı. Ne var ki genç çocuğun medyumluk hayatı da yavaş yavaş bitmeye başlamıştı. Psişik yeteneklerini genç yaşında kaybeden VVilli, kendini esas mesleği olan dişçiliğe adadı.
Ama arkadan gelen çok daha güçlü bir medyum vardı; kardeşi Rudi! Rudi’nin medyumluk yaptığı seanslarda da görüntüler söz konusuydu. Örneğin bir keresinde tek seansta otuz ayrı görüntü elde edildi. Ağabeyiyle olduğu gibi Harry Price bu kez de Rudi’yi incelemeye başladı. Odanın tamamen kontrol edilmesi, Rudi’nin her seanstan önce tamamen soyunup ağzının içine kadar kontrolden geçmesi ve floresanlı elbiseler giymesi ve hatta elektrikli kontrol aletlerine bağlanması sonucunla hiçbir hile unsuru yakalanamayınca Harry Price, Rudi’nin bir nevi menajerliğini üstlendi. Beraber Avrupa’yı dolaşmaya başladılar. 1930 yılında Paris Metafizik Enstitüsü’ne davet edildiler. Enstitünün yönetmeni Dr. Eugene Osty, 15 ay boyunca Rudi üstüne çeşitli denemeler yaptı. Oğlu Marcel’in de yardımıyla ünlü doktor karanlıkta gerçekleştirilen seanslarda ortaya çıkan görüntülerin fotoğraflarını da çekmeyi başardı. Bu fotoğraflar herhangi bir fiziksel güç kullanılıp kullanılmadığını da saptamayı mümkün kılacak şekilde çekilmişti. Osty’nin çektiği fotoğraflar, Rudi Schneider’in ününün daha da artmasına neden oldu. Ancak ağabeyinde olduğu gibi Rudi’nin gücü de yavaş yavaş azalıyor, üstelik ilgisi de başka alanlara kayıyordu. En sonunda medyumluğu tamamen bırakarak evlendi ve iş hayatına atıldı. Yukarıda adı geçen medyumlar, medyumluk iddiasında bulunan birçok kişi arasında en tanınan, bilimsel çalışmalara en çok olanak tanıyan ve buna rağmen kimsenin doyurucu bir açıklama getiremediği kişilerdir. Bu kişilerin en önemli özelliği, yeteneklerinden kuşkulanan bilim adamlarının yada meraklıların önünde yaptıkları sayısız gösterilerde, birçok şahidin önünde bütün kontrol tekniklerinin kullanılması ve hiçbir açıklarının bu-lunamamasıdır. Diğer bazı medyumlar aynı şekilde ünlü olmalarına karşın daha az şahitleri olduğu için ya da haklarında daha az araştırma yapıldığı için kuşkuya daha açıktırlar. Bunlardan ilginç bazıları şunlardır:
Rosemary Brovvnın Müziği
Rosemary Brown kendi halinde, yaşlı, tipik bir ev kadınıydı. Gençliğinde piyano dersleri aldığı için zaman zaman piyanosunun başına geçer, basit parçalar çalardı. Yine böyle bir gün piyanosunun başındayken, birden bire ellerinin kendi kontrolü dışında çok hızlı hareket ettiğini ve çok güzel bir parça çalmaya başladığını farketti. Başını kaldırdığında yanında ünlü Macar piyanist Franz Lizst’in oturduğunu gördü. Bu ziyaretler devam etti.başta Lizst hiç konuşmuyordu daha sonraları Brovvn’ın ifadesine göre kendisinin çaldığı müziği notaya dökmesini istedi. Daha sonraları birçok ünlü besteci Rosemary Brovvn’ı ziyaret etti. Bunların arasında Chopin, Beethoven, Desubby, Schu-mann, Bach, Rahmaninov, Brahms, Berlioz ve Monteverdi de vardı. Hepsi de kendisinden yeni bestelerini.çalmasını ve notaya dökmesini istediler. Rosemary Brovvn gerek parçaları çalma, gerekse notaya dökme konusunda kendi teknik yetersizliği nedeniyle oldukça zorlanıyordu ama ortaya çıkan parçalar, uzmanların görüşüne göre gerçekten bu müziği yazdırdığı iddia edilen sanatçıların karakteristik özelliklerini taşıyordu. Ancak kalitesi konusunda görüş ayrılığı vardı. Bazı müzisyenler gerçekten etkilenirken diğerleri ünlü bestecilerin tarzına uygun olmasına rağmen onların yaptığı müziğin kalitesinde olmadığını iddia ettiler. Bir uzman ise şöyle diyordu: “Rosemary Brovvn gibi acı çekmiş ve sanatçı duyarlığına sahip kişiler bazen bilinçli olarak açığa çıkmayan bir yetenek gösterip, otomatik üretime geçebilirler.”
Geraldine Cummins’in Kitapları
1890 doğumlu Geraldine Cummins, çocukluğundan itibaren yazarlık yeteneğine sahipti. Yerel gazetelere küçük öyküler yazardı. Medyumluk yeteneğini keşfetmeden önce iki de romanı yayınlamıştı. Ünlü bir medyum olan Helen Dovvden ile tanıştıktan sonra bu konuya ilgi duyan Cummins, Dovvden’le birlikte çalışmalara başladı. Çalışmalarını ruhlarla ilişki kurup onlardan gelen haberleri otomatik yazıya (bilinçdışı yazı) dökme üstüne yoğunlaştıran Cummins bir iki yıl içinde bu konuda büyük ilerlemeler gösterdi. “Öbür dünyadan” gelen bilgiler içinde yazdıkları 15 cildi buldu. Cummins bu konuda özel seanslar da düzenlerdi. Yakınlarının ruhları ile ilişki kurmak isteyenler onun otomatik yazma sistemi ile verdiği haberlerdeki oldukça detaylı bilgilerin doğruluğu karşısında hayrete düşerlerdi. Cummins’in yazdıkları arasında en ünlü eseri İncil’in bir anlamda devamı olarak kabul edilen ‘Kleofas’ın Yazıları’ adlı kitabıdır. Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde yaşamış birinin ruhu ile ilişkiye geçerek bu kitabı yazdığını öne süren Cummins’in kitabı uzmanlar ve din adamlarınca incelendiğinde oldukça şaşırtıcı bulunmuştu. Çünkü bunu kendi araştırmaları sonucu yazmış olsaydı, özgün kaynakları anlayabilmek için Yunanca, İbranice ya da Latince biliyor olması gerekiyordu. Oysa Geraldine Cummins bu dillerden hiçbirini bilmiyordu.
Medyum Hileleri
Medyumluğun tarihi ne kadar eskiyse bu konularda yapılan hilelerin tarihi de o kadar eskidir. Düzmece medyuyumların geniş halk kitlelerinin dikkatini çekmeye başlaması 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Ölümden sonraki yaşama inanma ihtiyacı o kadar güçlüdür ki, çoğunlukla medyumların gösterilerine inanmaya başından hazırdır. Bir de ne olursa olsun medyumlara veya paranormal olaylara kesinlikle eğiliminde kararında olan insanlar vardır. Bunların kuşkuları sağlıklı bir kuşkunun da dışında adeta bağnazca bir tavırdır. Düzmece medyumların çokluğu ise bu ikinci türden kişilerin savlarını oldukça güçlendirmiştir.
Düzmece medyumlar iki türlüdür. Bunların birincisi medyumlukla hiçbir ilgisi olmadığı halde çeşitli gözbağcılığı numaraları ile dikkatleri çekip ün ve para kazanmak peşindedirler. Bunları anlamak daha kolaydır, çünkü eninde sonunda bir açıkları ortaya çıkar ve arkası da çorap söküğü gibi gelir. İkinci tür düzmece medyumlarsa gerçek medyumluğu tüm ayrıntılı inceleme ve araştırmalardan sonra uzmanlarca kabul edilmiş kişiler olmalarına rağmen, bazı durumlarda hileye başvuranlardır. Gerçek medyumlar neden hileye başvurur? Bunun sebebi oldukça basittir. Medyumların güçleri her zaman için sürekli değildir. Zaman zaman zayıflar ve bitebilir. Ya da her zaman istediği anda beklenileni yapamayabilir. İşte bu gibi durumlarda medyumluğu dünyaca kabul edildiği halde hileye başvuranlar da vardır.
Paranormal olaylarda yapılan hilelerin en amansız takipçileri bilim adamları olduğu kadar hatta belki onlardan çok profesyonel gözbağcılarıdır. Kendi mesleklerinin yalnızca teknik bir yetenek olduğunu ve bunun insanları doğa üstü güçlere inandırmak gibi saptırılmış amaçlarla kullanılmasına karşı olan gözbağcılar bu konuyu incelemeye çok önem vermişlerdir. Ruh çağırma veya transa girme seanslarının genellikle karanlık odalarda yapılması, sahte medyumların işini büyük ölçüde kolaylaştırmıştır. Bu şüphenin ortadan kalkması için günümüz medyumlarının bir bölümü odaların karartılmasına karşı çıkarlar. Yapılan hilelerin büyük bir çoğunluğu ektoplazma olayı ile ilgilidir. Ektoplazma seans sırasında medyum derin bir trans sırasındayken ağzından-burnundan ya da vücudunun herhangi bir yerinden çıkan beyaz, dumansı bir maddedir. Bu madde daha sonra giderek bir insan şekline de dönüşebilirdi. Ancak flaşlı fotoğraf makinelerinin devreye girmesi ile birlikte ektoplazmik gösterilerin hızı birden bire kesildi. Gerçeği kanıtlanmış birkaç olayın yanı sıra yüzlerce seansta beliren ektoplazmanın medyumun ustalıkla gizlediği örneğin bazen ağzının içinde sakladığı muslin, tülbent ve kâğıt olduğu anlaşıldı.
Hilesi ortaya çıkarılan ünlü medyumlardan biri Eusapia Palladino’dur. Palladino, seanslarına her türlü araştırmacının katılmasına izin verirdi. Karanlıkta yapılan bu seanslarda bir masanın etrafında herkes birbirinin elini tutarlardı. Aynı şekilde Palladino’nun iki yanında oturanlarda onun ellerini tutarlardı. Hatta ayaklarının hareket etmesini engellemek amacıyla ayakları ile kadının ayağına basarlardı. Bütün bu engellemelere rağmen odada ruhların varlığını gösteren çeşitli gürültüler ve hareketler oluşurdu. Uzun denetlemeler sonucunda olayın gerçek yüzü anlaşıldı. Palladino seansın başında herkesi konsantrasyona davet ederken bir yandan da yavaş yavaş iki yanındaki insanların ellerini de birbirine yaklaştırıyor ve büyük bir maharetle kendi ellerini devreden çıkararak onların birbirlerinin ellerini tutmalarını sağlıyordu. Bu iki kişi ise hâlâ medyum kadının ellerini tuttuğunu sanıyorlardı. Bu aşamadan sonra ise çok sert bir deriden yapılmış olan çizmelerinin içinden ayaklarını yavaş yavaş çıkarıyordu. Elleri ve ayakları böylece serbest kalan Palladino, daha sonra karanlıkta uyguladığı çeşitli tekniklerle istediği gürültüleri çıkarabiliyordu.
Bu olaydan daha da utanç verici bir başka sahtekârlık örneği ise 1880 yılında yaşandı. İngiltere’de yapılan bir seansta Marie adlı bir medyumun çağırdığı ruh, üst düzeydeki misafirlerin önünde çeşitli gösteriler yaptı, dans etti. Tam bu sırada davetlilerden biri dans eden bu ruhu aniden bileğinden yakalayınca aslında bunun medyumun kendisinin kılık değiştirmiş hali olduğu ortaya çıktı. Karanlıktan yararlanan Marie iç çamaşırlarının üstüne beyazlara bürünerek ruh rolü yapıyordu. Bu konudaki en şaşırtıcı yan ise Marie’nin aslında ünlü Katie King materilizasyonunu gerçekleştiren parapsikoloji âleminin yakından tanıdığı ve saygı duyduğu Florence Cook olmasıydı. Bu olayda suç üstü yakalanmasına rağmen aslında kendisinin gerçek bir medyum olduğuna inanılmaya devam edildi ve Florence Cook seanslarını devam ettirdi.
Gözbağcılarla paranormal olaylara inananlar arasındaki en önemli tartışmalardan biri de, Davenport kardeşler üzerinedir. Çocukluklarından beri medyum olan İra ve VVilliam Davenport adlı kardeşler yeteneklerini profesyonelce değerlendirmeye karar verip sahne gösterileri yapmaya başladılar. En önemli özellikleri ise gözbağcı olmadıklarını iddia etmelerine karşın, gerçekleştirdikleri olaylarla ilgili hiçbir açıklama yapmamalarıydı. Bunu halkın kendi değerlendirmesine bıraktıklarını söylüyorlardı. Sahnede yaptıktan gösteride kendileri için özel olarak yapılmış bir kabinin içine-giriyorlardı. Kabin, iki bölmeden oluşuyordu. Birinde İra diğerinde ise VVilliam oturuyordu. Gösteri öncesinde herkesin kabini istedikleri gibi incelemesine izin veriyorlardı. Davenport kardeşler kabinin içine birbirleriyle karşı karşıya gelecek biçimde oturuyorlar, ellerinden ve ayaklarından sıkıca bağlanıyorlardı. Kabinin kapağı üstlerine kapandığında, içerden çeşitli gürültüler ve müzik aletlerinin sesleri geliyordu. Bu gösterileri yıllarca devam etti. Gözbağcılar bu olayın peşini bırakmadılar. Bir keresinde bir gösteride Davenport kardeşleri özel bir yöntemle sıkı sıkı bağladılar. Bunun üzerine kardeşler iplerin kendi kan dolaşımlarını etkilediği gerekçesiyle gösteriyi yapmak istemediler. Durumu kontrol eden bir doktor, ipin kan dolaşımını engellemediğini söylediyse de, Davenport’lar gösteriyi bu şartlarda yapmadılar ve kendi çaplarında küçük bir skandal yaratmış oldular. Ne yar ki yine de dünyanın çeşitli ülkelerinde gösterilere devam ettiler. Bu arada ülkemize de geldiler. Davenport’ları denetleme amacıyla kendilerinden istenen bir başka şey de, iplerle bağlı olan ellerinin içine un dökülmesiydi. Bu şekilde ellerini ipten kurtarıp kurtarmadıkları anlaşılmış olacaktı. Bu arada belirtmek gerekir ki gözbağcıların mesleklerinin amacı böyle bir olaydan herhangi bir teknikle ellerini serbest bırakmaktır. Halbuki Davenport’ların iddiası ise bütün bu müzik aleti,seslerinin elleri ve ayakları bağlıyken, kendiliğinden oluştuğunu îspat etmekti, işte bu nedenle ellerine un dökülmesine izin verdiler. Gösteri bittiğinde ellerinde unlar hâlâ duruyordu. Bu kez de ünlü gözbağcı Houdini, Davenport kardeşlerin dişleriyle çeşitli ipleri harekete geçirerek müzik aletlerini aldıklarını iddia etti. Daha sonraki yıllarda ise VVilliam Davenport ölmüş, kardeşi İra ise yaşlılık nedeniyle işten çekilmişken, Houdini, İra’nın kendisine bu işin hilelerini anlattığını iddia etti. Ancak bu konuda ünlü gözbağcının sözlerinden başka hiçbir kanıtı yoktu.
Kendisi de hayatının ilk dönemlerinde bir medyum olan ve daha sonra gözbağcılığına başlayan Houdini, dünyanın en ünlü ‘sihirbazlarından biri, hatta en ünlüsüydü bile denebilir. En önemli özelliği hiçbir demir, zincir, kelepçe, kilit ya da sandığın kendisini hapsedemeyeceğini kanıtlamasıydı. Büyük bir ustalıkla bunların hepsinden kurtulmayı başarıyordu. Mesleğinin zirvesindeyken medyumlarla büyük bir savaşa girdi. Medyum olduğunu iddia eden kişilerin aslında hepsinin birer gözbagcı olduklarını, ancak olaya ruhsal bir hava vererek büyük bir sahtekârlık yaptıklarını ve bu nedenle gözbağcılık mesleğine zarar verdiklerini söylüyordu. Onların yaptığı her şeyin aslında teknik bir açıklaması olduğunu ve aynı şeylere kendisinin de tekrarlayabileceğini ileri sürüyordu. Gerçekten bir çok medyumun yaptığını kendisi de tekrarlayabilmiştir, ancak tekrarlayamadıkları da olmuştur. Ayrıca medyumların sahtekârlığını ispatlama hırsı benliğini öylesine kaplamıştı ki, zaman zaman kendisinin de bu konuda hileye başvurduğu anlaşıldı.
Bu olaylardan bir tanesi Margery Crandon olayıdır. Margery Crandon, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görevli bir operatörün karısıdır ve medyum olarak ünlüdür. Seanslarında çeşitli eşyalar hareket etmekte ya da sesler duyulmaktadır. Houdini, Crandon’un hilelerini meydana çıkarmayı kafasına koyunca, onun seanslarına katıldı; kendisinden seans sırasında yalnız ellerini ye ayaklarını meydanda bırakacak şekilde büyük bir kutunun içine girmesini istedi. Bunu kabul eden Crandon seansı bu şekilde tekrarladı. Ve bu rahatsız durumda iki seans yaptı. Üçüncü seansta Crandon’un rehber ruhu olarak seansa gelen VValter, Houdini’yi bu kutunun içinde hileli bir şeyler yapmakla suçladı. Seans bitip de kutu açılınca içinde bir küçük cetvel bulundu. Houdini, Margery’i bu cetveli kutunun içine sokmakla ve aslında ruhların ellerinin çaldığı iddia edilen zilleri, onun bu cetvel vasıtasıyla çaldığını söyledi. 1926’da Houdini’nin ölümünden sonra ise yardımcısı, bu cetveli Houdini’nin emriyle kendisinin kutuya koyduğunu söylemiştir. Kendisi de ünlü bir gözbagcı olan Metin And, İnsanüstülük Taslayanların İçyüzü adlı kitabında Margery’in içinde bulunduğu kutuya hiç değinmeden Houdini’nin denetiminde yapılan seansları şöyle açıklamıştır:
“katıldığı oturumda, Margery, kocası ile Houdini arasında oturdu. Ötekiler de halkayı tamamlıyorlardı. Bunlardan birisi halkanın dışından Margery ile kocasının elleri üzerine eline koydu. Margery’nin sağ ayağı kocasının sol ayağına, sol ayağı ise Houdini’nin sağ ayağına değiyordu. Oda karartıldı. Zil ise Houdini’nin ayakları dibinde duruyordu. Walter’in ruhu, Margery’nin sesiyle konuştu. İslık çaldı ve zil sesi duyuldu. Oturumdan sonra Houdini, Margery’nin hilesini çözmüştü. Houdini, oturumdan önce bir lastikle sağ bacağını sıkarak bubacağını duyarlı kılmıştı. Karanlıkta da bu bacağının pantolon paçasını sıvamıştı. Böylece buraya değen Margery’nin bacağının her kımıltısını duyabilecekti. Ve Margery hafifçe bacağını ileriye kaydırıp zile basmıştı… Houdini, Margery’nin elleri ve ayaklaı; tutulurken masayı yerinden nasıl oynatıp kaldırdığını da anlamıştı. Margery karanlıkta öne eğiliyor. Başını masanın altına sokuyor, sonra başını doğrultunca masa kalkıyor, hızlı bir silkinme yaparsa masa devrilebiliyordu.”
1955 yılında deşifre olana kadar İngiltere’nin en ünlü medyumlarından biri olarak kabul edilenlerinden biri de William Roy’du. Roy’un seanslarında gösterdiği başarının en büyük pay çok iyi düzenlenmiş bir ses tekniği idi. Çok iyi durumda gizlenmiş ses yükselticileri halının altından geçen bir kordonla Roy’unçorapları ve çamaşırlarının içinden geçerek kol kapağındaki bir mikrofonla son bulurdu. Mikrofonun ağzından uzakta bir noktaya yerleştirilmesi sanki o konuşuyormuş hissini vermesi içindi. Roy’un bir başka özelliği ise, seanslarına katılan ya da katılması muhtemel kişiler hakkında oldukça kapsamlı bilgiler toplamasıydı. Resmi kayıtlardaki, nüfus kayıtlarındaki ya da mali konulardaki tüm bilgileri toplayıp değerlendirdiği çok geniş bir kart sistemi vardı. Ayrıca seansa girecek kişilerin paltoları ve çantalarının seans odasının dışında bir yerde bırakılmasını isterdi. Seansa katılanlar seans odasına girdiğinde bir yardımcısı bütün çantaların içini karıştırır ve bilgileri yine gizli bir mikrofon sistemi aracılığıyla seans odasındaki Roy’a bildirirdi. Bu da yetmezmiş gibi, Roy seans odasına bir miktar geç girer ve odada yokken seansa katılanların konuşmalarını yine mikrofonlar aracılığıyla dinlerdi. Ayrıca çeşitli maskeler ve ruhsal görüntü yaratmada yardımcı olan kumaşlar da gösterinin bir parçasıydı.
Parapsikologları oldukça tedirgin eden bu tip hilelerin ve hilekârlann daha yüzlercesi mevcuttur. Bu konuda çeşitli kitaplar yazılmış ve bu hileler teker teker açıklanmıştır. Ancak bu konudaki en büyük zorluklardan biri de kaynakların aynı olayları bazen değişik değerlendirmeleri ve okuyucuyu da çelişki içinde bırakmalarıdır. Ortaya çıkan bu yüzlerce sahte medyumun yanı sıra her türlü kontrolden geçmesine karşın en ufak bir açığı yakalanmamış olanların varlığıdır. Gerçek medyumlar kimlerdir ve güçleri nedir? Öbür dünya ve ruhlarla gerçekten ilişki kurabilmekte midir? Bunun cevabını verecek olan, hiç şüphesiz zamandır.
Ehteresan olaylar. Ancak sahte olanları da var sanıyorum. Bu konuda ilgi duyacağınızı sandığım
bir site var. BİR SPİRİTUALİSTİN DÜNYASI yazıp tarayın.