İsa Mesih Gerçekten Yaşadı mı?
Düşünürlerin bir bölümü 1. Yüzyılda Nazaretli İsa denen bir adamın yaşadığı konusunda hemfikir. Asıl tartışma bu adamın kim olduğu, nasıl yaşadığı ve ne söylediği etrafında dönüyor. Kimileri için İsa Mesih diye birisi hiç yaşamamıştır. Kilise’nin kurguladığı İsa Mesih, sahte bir portre’dir, bir “Collage”(Kolaj)’dır. Kimileri içinse Tyanalı Apollonius gerçekten de Hıristiyanlığın kurucusudur. İsa Mesih ile ilgili hiçbir belge yoktur ama Apollonius ile ilgili sayısız kaynak vardır. Apollonius’un yaşamı ve eserleri İS 325 yılında İmparator Konstantin tarafından toplanan 1. Ekümenik Konsil’de alınan gizli bir kararla Plagiarisma=İntihal yolayla İsa Mesih’e atfedilmiş ve Anadolu Ermiş Kilise tarafından adı ve eserleri ortadan kaldırılarak tarihten silinmiştir. Yunanistan ve Roma’da henüz daha İsa’nın adı dahi duyulmadığı ve İncillerin dahi henüz yazılmadığı yıllarda Apollonius’un bir hristiyan tanrısı olduğunu kanıtlayan, İsa ile Apollonius arasındaki bu benzerliklerin çoğuna; havari Damis tarafından tutulan günlüğü ve yazılan mektupları imparatorluk arşivindeki belgelerle bir araya getiren Philostrotus’un kitabında rastlanılmıştır.
Araştırmacı yazar Aytunç Altındal’a göre, Kilise Tyanalı Apollonius adlı ‘gerçek’ filozof ve şifacının hayatını ‘çalarak’ onların bilgi ve mucize kabul edilen marifetlerini, yeteneklerini yeni tanrı İsa Mesih’e atfetmekten geri durmadılar. Altındal –YOKSUL TANRI adlı kitabında konuyla ilgili olarak şunları yazıyor: Tyanalı Apollonius’un yaşam öyküsünü çocukluğumda “büyüklerimden” dinlemiştim. Bana bu dinlediklerimden hiç kimseye söz etmemem gerektiği de tembihlenmişti. Kemerhisarlı Apollonius’un “hayatını” yazmayı hep istedim. Son 35 yıl içinde belge ve bilgi topladım. Çocukluğumda dinlediğim Apollonius’un ya da Araplar’ın arasındaki adıyla Balinius/Balyonos’un olağanüstü yaşamını yazmak altmış yaşımdan sonra nasip oldu. Buna da şükür. Bu olağanüstü ermişin Türkiye’de ilk kez yayınlanan hayatı ve eserleri umarım ilgi çeker. Kaldı ki, Apollonius, bizden biridir. Anadolulu bilge bir kişidir. Apollonius’un doğum yeri olan Tyana Kenti, Antik dönemde Geç Hitit İmparatorluğu’nun Başkenti olan Tuvana idi.Dolayısıyla ataları itibariyle Apollonius, son/geç Hititler’le bağlantılıydı. İşte bu geç Hititli ermiş önümüzdeki yıllarda özellikle Hıristiyan Alemi’nde adından en çok söz edilecek kişidir.
İncillerdeki İsa’sının yaşadığına tanıklık eden ve 50’li yıllar öncesine ait olan hiç bir bilgi ya da belgeye rastlanılmaması, yani ikinci asırdan önce ne paganların eserlerinde ve ne de yahudi kaynaklarında İsa’nın adından bile söz edilmemesi nedeniyle; birçok araştırmacı, İsa’nın mitos bir kişi olduğu ve gerçekte hiç yaşamadığı içeriğinde görüşleri ileri sürmüşlerdir. İncil sözcüğü 1. İznik Konsilinden sonra o dönemde İstanbul’daki kilisenin patriği olan John Chrysostom tarafından icat edilmişti ve Konsil’de sayısı dörde indirilen Gospeller ile Apokrif sayılmayarak Kutsal hale getirilmiş olan diğer metinleri simgeliyordu. İsa ölümünden sonra önce Mesih, sonra Tanrının Biricik Oğlu en sonra da Tanrı yapılmıştır. İsa’nın hayatında söyledikleri ile Grek filozoflarının söyledikleri arasında hiçbir fark yok. İsa’nın söylediklerini pagan filozoflar ondan yıllar önce söylüyorlardı. İmparator Constantine tarafından 325 yılında toplanan 1. İznik Konsilinde alınan kararlarla ve İsa’dan başka tanrı olmadığı imanıyla; diğer tanrı ve tanrıçaların olduğu kadar Apollonius’un da tapınakları yıkılmış, karakter ile söylenceleri İsa’ya ait kılınarak adı unutturulmuştur. Orijinal metinleri olmayan bu dört İncil’in, son şeklinin 397 yılında oluşmaya başlaması, geçen süre boyunca bu dört İncil’e yapılan ilave veya çıkarmaların nelerin olduğunun belirlenememesine, İncillerde İsa’yla ilgili yazılanların Apollonius’un hayatından aktarma veya uyarlama yapıldığı sonucuna ulaşılmasına neden olmuştur.
Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı Apollonius’tur. Bu iddia ilk kez İS 217-220 yılları arasında Doğu Roma İmparatoru Domitian’ın bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna’nın imparatorluk arşivindeki belgeleri vererek Flavius Philostratus adlı ünlü bir yazara hazırlattığı kitapta ortaya atılmıştır. Kitapta, Tyanalı Apollonius’un yardımcısı Ninovalı Damis’e emanet ettiği yazıları ve gezi notlarıyla mektupları belgeleriyle açıklanmıştı. Buna göre İsa ile aynı tarihte doğmuş olan bu kişi, çeşitli mucizeler yapmış, bir şifacı ve büyü üstadı olarak tanıtılmıştır. Kitapta, Apollonius’un yaşadığı dönemde ve Flavius’un günlerinde İnsan Suretindeki Tanrı’ adıyla tanındığı vurgulanmıştı.
Tyanalı Apollonius, Tüm yaşamı, başta Roma İmparatorluğu’nun arşivleri olmak üzere, ayrıntılarıyla belgelenmiş gerçek bir Bilge’dir. Yaşadığı 1. yüzyılda “İnsan Suretindeki Tanrı” olarak yüceltilmiş, zindanlara atılmış fakat görüşlerinden hiçbir şekilde ödün vermemiş bir ermiştir. Başta Katolik Kilisesi olmak üzere Hıristiyanlar, yüzyıllarca Apollonius’nun adını ve eserlerini gizlemişler ve yok etmek istemişlerdir. Tyanalı Apollonius’un hayatı ilk kez, Roma İmparatoru Septimus Severus’un bilge eşi İmparatoriçe Julia Domna tarafından yazdırılmış ve imparatorluk arşivine konulmuştu. 3. yüzyılın başlannda yazılan bu kitap Kilise için ‘en tehlikeli’ kitap sayılmıştı. I.S. 325’te Konstantin tarafından toplanan İznik Konsili’nde Apollonius’un tüm kitaplannın yok edilmesine, mabetlerinin yıkılmasına yol açan kararlar alınmıştı.
Flavius Philostratus’un yazdığı ‘Tyanalı Apollonius’un Yaşamı’ adlı kitaba göre, Tyanalı pagan Apollonius’un yaşamı ile Yahudi asıllı İsa Mesih’in yaşamı neredeyse birebir çakışmaktadır. Apollonius günümüzün takvimiyle hesaplanınca, İ.Ö.4. yılında Tyana kentinde doğmuştur. Tyana, birinci yüzyılda Kapadokya’daki en ünlü ve gelişmiş pagan yerleşim alanlarından biri, belki de birincisiydi. Apollonius, çok varlıklı ve kültürlü bir ailenin çocuğudur. Ataları Tyana’nın kurucularındandır. İyi bir eğitim ve öğrenim görmüştür. On altı yaşına geldiğine ailesinin isteği üzerine o dönemde eğitim merkezi sayılan Tarsus’a gitmiş ve buradaki Pisagorcu/Apollo’ya bağlı kişilerle tanışmış ve onların öğrencisi olmuştur. Aristokrat bir aileden olmasına rağmen, payına kalan bütün mirasını akrabalarına devrederek fakir bir keşiş gibi seyahate çıkan Apollonius; Anadolu’nun önemli kentlerini geçerek ve tapınaklardaki pisagoryan öncülerle hararetli tartışmalara girişerek Hindistan’a kadar gitmiş, burada gerçek pisagoryanlar olarak nitelendirilen Brahminlerle görüş alışverişinde bulunmuştur. Tıpkı bütün pisagoryanlar gibi, hayvanların da tanrıdan aktarılmış ruha sahip olduğuna ve bedene alınan ruhun o beden üzerinde hakimiyet kurduğuna kesin iman etmiş olduğu için, ister yemek için olsun isterse de tanrıya sunulmak gayesiyle olsun, hayvan kurban etmeye ısrarla karşı çıkan Apollonius; muhtemelen yenilen etle birlikte hayvanda barınan ve kanında gezinen ruhu kendi bedenine almamak kaygısıyla, giderek yoğunlaşan çilekeş yaşamında vejeteryanlığı öne çıkartmıştır.
Tyanalı Apollonius genç yaşında Pisagorcu (Pythagorean) bir gizli (occult) örgütüne inisye edilmişti. Pisagorcu ve Orphic gizli örgütleri her türlü “Büyü ve Sihir Kardeşliğine” (Fraternity) dayalı örgütlenmelerdi. Pisagorcular ve Orpicler, Hindistan’daki bilge kişilerle ve Budistlerle de yakın ilişkiler kurmuşlar ve onların bazı öğretilerini benimseyerek bunları Batı’ya aktarmışlardı. Bu bağlantıların kurulabilmesinin nedeni Pisagor’un yaşadığı dönemde İran’a ve Hindistan’a kadar gitmiş olmasıyla, Anadolu’nun büyük kısmıyla Trakya’nın Hintli Kral Cyrus’un egemenliği altında olması gerçeğidir. 1. yüzyılda Pisagorcu gizli örgüte inisye edilmiş olan Apollonius da bu nedenle ilkin İran’a sonra da Hindistan ve muhtemelen Nepal-Tibet yakınlarına gitmişti. Apollonius, bu uzak ve ücra bölgelerde konaklayan bilge kişilerden ve bunların yüzyıllardır sürdüregeldikleri “Büyü ve Sihir Kardeşliği” merkezlerinde eğitim almıştır.
Tyanalı Apollonius sayıların ve geometrisinin sırlarına sahip olan Neo-Pisagorcu bir Filozof ve Hermetistti. Apollonius, Alman araştırmacı Karlheinz Deschner’in de yazdığı gibi 1. yüzyılda İsa ve Havarileri ile aynı yıllarda ve büyük ölçüde aynı bölgelerde ve kentlerde yaşamıştı. Varolan tüm Occult ilimlerini -Cincilim (Demonology) Magic ve Mantik- en iyi bilen ve bu bilgisiyle ünlenmiş bir kişiydi. Ve 1501’de Venedik’te ilk kez Tyanalı Apollonius’un hayatını anlatan ve İmparatoriçe Julia Domna tarafından Flavius Philostratus’a yazdırılmış olan “Apollonius’un Hayatı” adlı kitap yayınlandı. Bu Grekçe orijinal yayınlanınca, başta Kilise olmak üzere tüm Katolikler dehşete kapıldılar. Atinalı olarak bilinen yazar Flavius Philostratusa göre Apollonius, tam beş Roma İmparatoru ile birebir/baş başa görüşmeler yapmış ve sonuncusu Domitian tarafından yargılanmıştı. Bu imparatorlar Roma Devlet Tutanaklarına göre Vespesian, Titus ve Nerva’dır. Neron ve Domitian ise Apollonius’u mahkum ettirmek istemişlerdir. Diğerleri ise onun sözlerini “Kehanetler” olarak dinlemişler ve ona büyük saygı ve sevgi göstermişlerdir. En son Domitian’m zulmüne karşı çıkan Apollonius bir süre zindana atıldıktan sonra İmparator’un huzurunda yargılanmış ve bu düzmece mahkemede ölüme mahkum edilmek üzereyken birdenbire ortadan kaybolmuştur! Apollonius’un uzun yaşamı boyunca -en az 100 yıl yaşadığı belirtiliyor- yanında Damis Ninovalı adlı bir öğrencisi bulunmuştu. Flavius, diğer birçok belge ve kaynağın yanı sıra işte bu Damis’in tuttuğu notlardan ya da Apollonius’un yazarak Damis’e emanet ettiği yazılardan yararlanmıştı. Domitian’m mahkemesinden kaybolduktan sonra Apollonius’un önce Himalayalara bir kez daha gittiği sonra da Edessa/Urfa’ya gelerek burada Araplara Simya, Occult, Astroloji ve Ezoterizm konularında bilgiler aktardığı Damis tarafından belirtilmiştir.
Prof. Richard Gottheil’in yazdığına göre Arapların Balinius dedikleri kişi Tyanalı Apollonius idi; Prof. Gottheil şöyle yazmıştı: “1889’da Londra’da Antik metinleri araştırırken Asuri el yazmaları buldum. Bunlar Apollonius tarafından yazıldıkları belirtilen metinlerdi. Bu el yazmaları Doğu Hindistan Bakanlığı’ndan alınmış ve Londra’daki arşivde korunmuştu.” Prof. Gottheil, bu Asuri el yazmaları İngilizceye çevirerek yayınlamıştı. Bu metinlere göre, Apollonius Arapların arasında Balinius adıyla tanınmış ve saygı görmüştü.
Apollonius uzun yaşamı boyunca kendi adına bir örgüt kurmuş değildi. Onun misyonu, eldeki belgelerden ve yazılmış kitaplardan anlaşıldığı kadarıyla, bugünün dünyasında mümkün olduğu kadar çok insana ulaşarak onlara “Hikmet” (Wisdom) konusunda bilgiler vermek ve onları aydınlatmaktı. Apollonius bu özelliği ile eski ve esrarengiz mistik Yahudi topluluğu Essenelerin tavrını sergiler gibidir.
Apollonius açık ya da gizli bir “Dinsel örgütlenme yapmamış olmasına rağmen çevresinde ve gittiği ülkelerde ona bağlanmış birçok öğrencisi ve/veya tilmizi (müridi) vardı. Bunların en bilineni Ninovalı Damis adlı kişiydi. Apollonius, bitmeyen gezi ve yolculuklarından birinde ünlü Ninova kentine gitmiş ve orada Damis adlı bu kişiyle tanışmıştır. Apollonius ile Damis’in dostluğu bir öğretmen ve öğrenci ilişkisi içinde yaklaşık 40 yıl kadar sürmüş olmalıdır. Apollonius ile ilgili ilk anılan Damis yazmış ve bunlar Damis’in ailesi tarafından İmparatorluk Arşivi’ne aktarılmıştır. Eldeki metinlerden anlaşıldığı kadanyla Damis, kendi kentinde çok tanınmış ve sevilen bir “Kültür Adamımdır. Apollonius ile genç Damis’in arasında yaklaşık 20-25 yıllık bir yaş farkı olduğu tahmin ediliyor. Apollonius ‘u Araplara tanıştıran kişi işte bu Damis olmuştu. Muhtemelen onun eserlerini Grekçeden Arapçaya Damis çevirmiştir.
Apollonius, muhtemelen Roma İmparatoru Nerva’nm egemenliğinin son yıllannda (İ.S. 96-98) bir daha gözükmemek üzere ortadan kaybolmuştu. İmparator Domitian’m kendisini yargıladığı duruşma salonundan herkesin gözü önünde birdenbire ortadan kaybolduğu gibi, yine sessizce kaybolmuştu. Ancak birincisinde, O. De Beauvoir Priaulaux’un yazdığına göre “Öğle vakti duruşma salonundan kaybolan Apollonius, aynı günün akşamı dostu Damis ile Diachacarchia Yunanistan)’da bulunmuştu.” İkinci kayboluşundan önce Damis’i bir bahaneyle uzak bir kente yollamış ve bir daha da hiç kimse tarafından görülmemişti. Nedir ki, tıpkı ölümünden soma İsa Mesih’in tilmizlerine göründüğü gibi, birçok kişi de Apollonius’u gördüklerini söylemişler ve onun kendileriyle konuştuğuna tanıklık etmişler, yazılı bildirimlerde bulunmuşlardır.
Apollonius’un Arapça (ya da çevrilmiş) olan kitapları Endülüs’te İspanyolcaya çevrilmiştir. Bu çevirileri yapanlardan biri, Clunny ve Alçoboça Manastırlanyla bağlantılı olan Befehl Alphons adlı bir adamdır. Befehl Alphons, Apollonius’un Arapça adını “Balyanus” (Balinius değil) olarak vermiştir. Bu çevirmenin yazdığı/çevirdiği (çünkü bazı eklemeler yaptığı tahmin ediliyor) kitapta Apollonius’un çok yetkili, çok usta bir Occultist olduğu yazılıdır. Alphons’un yazdığına göre “Apollonius, daima büyü yapabilen, astrolojik ve tıbbi şifalar üretebilen” bir şahsiyettir. Alphons’un Arapçadan çevirdiği Apollonius kitabı, muhtemelen en ünlü Arap/Müslüman matematikçi sayılan Cabir İbn-i Hayyan’m Apollonius’u konu alan kitabıdır.
Arapların ve bazı “Rafızi=Gnostik” İslami tarikatların Balinius ve Hermetizm ile ilgili görüşlerini yabancı bir kaynaktan özetlemekte yarar vardır. “Hermetizm’in ilkelerini net bir şekilde tanımlamak gerçekten kolay değildir. Genel olarak, doğanın içerisinde barındırdığı en yenilenmiş özellikleri ve ilişkileri incelemeye yönelmiş bir doğa bilimi olduğu söylenebilir; yani, bireyi, zamanın ve mekanın efendisi olarak dünyanın merkezindeki önemli pozisyona yerleştirmeyi amaç edinen antik ve ortaçağ dönemlerinde önemli bir yer almış kozmolojik özellikler taşıyan bütün bilimler, hermetik doktrinden feyz alabilirler. İsmini Tanrı Ermete’den (Trismegistos, üç kat büyük) alan Hermetizm’in kökleri en eski antik çağlara dayanır ve zaman zaman Yunan Ermete veya benzerleri Mısırlı Toth, kutsal kitaptaki Enoch, Müslüman İdris gibi farklı kişiliklere dayandırılır. Bu antik ve karışık doktrinlerden itibaren, Araplar, onları ortaçağda da Hermetik sanatın tartışılmaz ustaları olarak konumlandıran, zengin ve oldukça bütünleştirici bir gelenek geliştirmişlerdir. Avrupa’nın gelişiminde çok önemli bir yeri olduğunu gördüğümüz, aynı Müslüman bilimi sıkça hermetik öğeleri içerirdi. Sadece hermetizmi, bilimlere derin olma sebeplerini sağladığı düşünüldüğünde bu oldukça doğaldır: Örneğin tıp alanında hastalıklar doğal dengenin bozulması gibi algılanabilirdi. Yani, bu bağlamda tedavi dengeyi yeniden kurmak adına bir araç olabilirdi; sayılar kendi açılarından üstün gerçeğin sembolleriydiler, yani matematik, metafizik gerçeğini ifade etmek için mükemmel bir yol teşkil edebilirdi; Cennet (Eden) zamanlarından beri insanlar tarafından başlıca bilim dallarından biri olarak görülen tarım, ruhsal içeriği zenginleştiriyor, ruhun “tohumlanması”m bir sembol haline getiriyordu. Hermetizmin izi bilimin tüm alanlarında hissedilebilirdi ve farklı tanınmış kişilikler bu özel bilimin eğitmenleri olarak biliniyorlardı: Adem ve Mani, Pers (İran) ve Hindistan’ın bilge kişileri, Musa ve kız kardeşi Maria, Pisagor, Tyanalı Apollonius. Özellikle bu sonuncusu Araplar tarafından Balinius olarak bilinir. Hermetizmin, antik dünyadan İslam dinine yayılmasının baş sorumlusu olduğu düşünüldüğünden Müslüman dünyasında büyük prestij sahibi olmuştur. Nitekim bir gün Balinius, Hermete’nin heykeli önünde durmuş bakarken, heykelin kaidesinde, onu heykelin etrafını kazmaya davet eden bir yazı dikkatini çekmiş; işte böylece kendisini Hermete’nin yaşlı bir adam kılığında, elinde zümrütten bir tablet (Emerald Tablet) ile oturduğu mezarın içinde bulmuş. Tanrı, misafire kendinin bilgeliğini içeren bir kitap vermiş ve Balinius da bu eserin dünyaya yayılması görevini üstlenmiş.
Bir başka Arap efsanesi yayılmanın çok daha karışık olduğundan bahseder ve belki de, bütününü incelediğimizde Hermetizmin yayılımını daha detaylı temsil ettiğini görürüz. Bu sefer Hermete Tufan’dan kurtulabilmek için eserini yeraltına gömer ve Balinius onu bulur, Aristo’ya emanet eder; sonra filozof en sevdiği öğrencisi olan Alessandro Magno’ya aktarır. O ise ölüm döşeğindeyken, Kral I. Antioco’dan eseri manastırın duvarına gizlemesini emreder. Uzun yıllar sonra Müslümanlar bu dolaşıma son vererek, onü gün ışığına çıkarırlar. Balinius Arap-İslam aleminde bir kez daha efsanelerin adamı kimliğine büründürülmüştür. Şöyle ki, Al-harawi’nin öğrencisi coğrafyacı Yakut’a göre, Roma saray konutlarında onlara Balinius tarafından armağan edildikleri söylenen 100 tane altın kaplı sütun vardır.
Balinius ayrıca Roma imparatorlarına çok güçlü tılsımlar armağan etmişti. Roma Müslümanlara göre bir büyü, gizem kentiydi ve uzaktı. Peygamberin yakınlarından birinin anlattığı geleneğe göre, orada oturanların yarattığı gürültü olmasa güneşin nerede doğduğunun ve nerede battığının sesi duyulurdu!” Arap-İslam aleminde Balinius’tan söz eden yazarların hemen tümünde efsaneyle gerçek iç içe geçmiş durumdadır. Tıpkı İsa Mesih için olduğu gibi Apollonius için de bir “Gerçek Apollonius” bir de, sonradan eklemlenen ve uydurulan masallardan oluşturulmuş bir “Efsane Balinius” vardır. Halkın arasında sevilen, saygı duyulan Apollonius, gerçek felsefeci, alşimist ve okültist Apollonius’tan çok, işte bu “Mucizelerin” Peygamberi Balinius’tur.
Apollonius’un Araplar arasındaki adı Balinius ile özdeşleştirilmiş, bilinen bazı eserleri şunlardır:
1) Tılsımlarla ilgili bir çalışma. Bu kitapta Hermetizmin temel ilkesi “Mikrokozmoz/Makrokozmoz” işlenmiştir. Daha sonra 14. yüzyıldan itibaren Hermetik ilke Avrupa’da ilk kez “Gül ve Haç Kardeşliği” gizli (occult) örgütü tarafından benimsenmiştir. Bu ilkeyi 16. yüzyılda ünlü Paracelsus doruk noktasına çıkartmıştır. Bu tılsımlar kitabından ünlü matematikçi Razi söz etmiştir.
2) Astrolojiyle ilgili kitaplar. Bunların tamamı 6 cilttir ve uzun bir başlığı vardır. Apollonius bu kitaplarında tılsımlar aracılığıyla yıldızların bağlantılarını açıklamıştır. Kitabın tam adı şöyledir. “The Spiritual Beings (Cosmic Forces) on Earthly Things, On the Composition of Talismans and on Their Utilization for Purpose of Healing.” (Kozmik Güçlerin/Manevi Varlıkların Dünyevi Nesneler Üzerindeki Etkileri, Tılsımların Yapımı ve Bunların Şifa/Tedavi Amacıyla Kullanılmaları hakkında.)
3) Yedi Gezegen ve Tılsımlar Kitabı. Kitapta 70 tılsım ve 400 resim bulunmaktadır ve ayın ve güneşin hallerine göre hangi saatte, hangi günde, hangi ayda ve ne gibi istek için hangi tılsımın kullanılması gerektiği açıklanmış
tır.
4) 14. yüzyılda Yahudi bilim adamı Salomon Deb Natan Orgiero, Apollonius’un Latince bir kitabını İbraniceye çevirmiştir. Arapçadan Latinceye çevrilmiş olan bu kitap “Magick/Sihir” hakkındadır.
5) Magick=Sihir üzerine Balinius tarafından yazılmış olan bir kitap Arap Hacı Kalfa tarafından çevrilmiştir. Bu kitapta Balinius, üstün yetenekli bir Sihir/Büyü Üstadı olarak tanıtılmıştır.
Matematik ve Tılsımlar ile Geometri ve Tılsımlar arasındaki “gizir ilişkiler, tıpkı harfler ve sayılar arasındaki gözle görünmeyen fakat “Kader – Yapıcı” sayılan ilişkiler gibidir. İslam dünyasında birçok tarikat “Havass İlmi” diye
bilinen bu dallarda uzmanlaşmıştır, örneğin Rıfailer, Hurufiler ve en başta da Melamiler İslam aleminde Hermetik-Öğreti’yi yüzyıllardır bilen ve açıkça olmasa da kapalı olarak hayatlarında uygulayan tarikatlardan bazdandır.
İlk Hıristiyanlara göre Apollonius, ruhlarla (cinlerle) temasa geçen ve bu ruhlar aracılığıyla şifa dağıtan bir büyücüydü, asırlardır paganlar tarafından geliştirilen kan akıtılarak veya bedende saklanmış bu ruhla doğrudan konuşarak cinin vücuttan çıkartılması yoluyla hastaları iyileştirdiği için kendisinde de kötü ruh bulunan bir sihirbazdı. Apollonius’u aşağılamak ve kötülemek için, asırlardır, onu cinlerle temasa geçen, bedenden cin çıkartarak şifa dağıtan ve kendisinde de cin olan sihirli bir kimse ve sahte şifacı olarak gören katolik kilisesi; ilk kurulduğu andan itibaren, paganların uğraşı sahası olan cin bilgisini kendisi devralmış ve paganlara özgü şifa yöntemlerinden biri olan cin kovma maharetlerini uygulamıştır. Apollonius’a yöneltilen yoğun suçlama onun “Kara Büyü” yapabilen bir “Büyücü” olduğu idi. Apollonius, tüm yaşamı boyunca hiçbir zaman “Kara Büyü” yapmadığını söylemek zorunda kalmıştır. Onu çekemeyenler, kendisini iki kez imparatora şikayet etmişler ve ondan davacı olmuşlardır.
Bunlardan ilki Neron döneminde Tigellius adlı bir kişiden gelmiştir. Bu kişi, Apollonius’un kendisinin bazı esrarengiz yeteneklerinin olduğunu bildiği ve halkın gözünde bir “Tanrı” sayıldığını ve herkesin ona “Tanrı
Proteus’un Oğlu Apollonius” dediğini bu nedenle de Apollonius’un İmparator Neron’un dostu değil düşmanı olduğunu öne sürmüştür. Bu iddia üzerine Neron’un huzurunda yargılanmayı göze alan Apollonius, İmparator’un önüne geldiğinde, kendisini suçlayan Tigellius’a hiçbir söz söylemeden bir süre bakmış ve birden çok ilginç bir olay yaşanmıştır. Apollonius’u “Sahte” Tanrı olmakla suçlayan Tigellius, birdenbire Apollonius’un “Tanrı” olduğunu kabul ettiğini beyan etmiş ve davasını geri çekmiştir. Apollonius böylece yargılanmadan aklanmış oluyordu.
İkinci kez yargılanışı ise çok ciddi bir itham ve suçlamadan dolayıdır. Bu kez İmparator, yaptığı zulüm ve işkencelerle tarihe geçmiş olan Domitian’dır, onu suçlayan ise Euphrates adlı bir düşmanıdır. Euphrates, Apollonius’u İmparator Domitian’a karşı bir darbe örgütlemek ve küçük bir çoban çocuğunu öldürerek onun iç organlarına bakarak kehanette bulunmakla yani cinayetle suçlamıştı. (Romalılar, hayvanların iç organlarına bakarak kehanetlerde bulunurlardı) Domitian, bu ihbar üzerine Apollonius’u -kendi isteğiyle duruşmaya geldiği halde- duruşma gününü erteleyerek zindana artırmıştı. Apollonius, burada ölüme mahkum edilmiş bir tilmizi, Philiscus of Milus’la beraber bir süre -Flavius zaman belirtmemiş- kaldıktan sonra, o ünlü duruşmaya katılmış ve kendisinin tüm yaşamı boyunca, bir Pagan geleneği olmasına rağmen “Kurban” etme (kesme) alışkanlığına son verilmesini savunduğunu, dolayısıyla da insan ve/veya hayvan hiçbir varlığı öldürmediğini söylemişti. Domitian için önemli olan çobanın öldürülüp öldürülmediği değil, kendisine karşı bir darbe veya suikast düzenlenip düzenlenmediğini öğrenmekti. Domitian’ın mahkemesinde yargılanan Apollonius, işte bu duruşma sırasında, kendisine idam cezası verilmeden az önce, herkesin gözü önünde ortadan yok olmuştu! Bu garip olay ilginçtir ki, o dönemden bu yana her kaynakta aynen nakledilmiş ve daha önemlisi devletin tutanaklarına geçirilmiştir. Flavius Philostratus’un anlattığına göre, zindandayken Apollonius diğer mahkumlarla ilişki kurmuş ve onlarla uzun uzun konuşmalar yapmıştır. (Bu dialoglar Flavius’un kitabında vardır.) Zindanda bir de özel olarak Apollonius’u gammazlamak için oraya gönderilmiş, gerçekte mahkum veya suçlu olmayan bir de “Muhbir” vardır. Apollonius, bu adamla da uzun konuşmalar yapar. Ona “Tiranların” nasıl insanlar olduklarını anlatır, Domitian’ın da bir zalim olduğunu söyler. Fakat muhbir, ihbar etmek için geldiği hapishanede Apollonius’a hayranlık duyarak ayrılır ve onu ihbar etmez. Bu duruşmalar, bu ihbarlar ve iftiralar Apollonius’un zalimlere ve zulme karşı bir filozof olduğunu göstermektedir. Üstelik bu duruşmalar ve hakkındaki iddialar hep Roma kayıtlarında, tutanaklarında vardır. Oysa, ilginçtir ki, Çarmıh’a gerilerek öldürüldüğü söylenen “Tanrının Oğlu” İsa Mesih’le ilgili, ne öldürüldüğüne dair, ne “Babasız” doğduğuna dair ne de en önemlisi “Öldükten Sonra Dirildiğine” dair tek bir belge yoktur. Hiçbir Roma ve/veya Yahudi veya Arami/Syriac kayıtta bunlara rastlamak bugüne değin mümkün olmamıştır.
Apollonius ile İsa Mesih’in karşılaştırılması konusu yeni bir olay değildir. Bu tartışmalar ilkin Philostratus’un kitabının yazılışından sonra başlamış ancak doruk noktasına, yüksek bürokrat Bitniya Valisi Hierocles’in Domitian döneminde yazdığı Apollonius’un hayatını ve mucizelerini anlattığı kitapla ulaşmıştır. Hierocles, kitabında, o günlerde, İsa Mesih’e atfedilen mucizeleri, gerçekte İsa’nın değil, Apollonius’un yaptğını ve/fakat Hıristiyanların Apollonius’un yaptıklarını/mucizelerini Plagierism yoluyla alarak haksız bir şekilde İsa’ya malettiklerini açıklayan ilk yazardır/devlet adamıdır. Buna karşılık, Kilise Babaları, ister istemez, Apollonius’un çok ünlü bir şifacı olduğunu, mucizeler yarattığını ama aslında bunları “Kara Büyü” aracılığıyla edindiğini ve İsa’nın mucizelerinin Apollonius’unkilerden büyük olduğunu yazmışlardır. İmparator Diocletian’ın (284-305) bir eyalet valisi iken Sossianus Hierocles’in yazdığı kitapta, Apollonius büyük bir bilge ve insanları hayrete düşüren olağanüstü işler ustası olarak tanıtılmışken, İsa’dan sadece cin çıkartan bir büyücü diye söz etmiş olması çok ilginçtir. Hierocles’in bu kitabı paganlar arasında o denli rağbet bulur ve hıristiyan misyonerlere karşı bir itiraz kanıtı haline getirilir ki, Eusebius sonunda ‘Hierocles Karşıtı’ (Contra Hieroclem) adında bir kitap yazmak zorunda kalır. Bu kitapta Eusebius; cinleri bedenden kovarken ve bedendeki tahribatına son verirken İsa’nın kendinde olan tanrının gücünü kullandığını, oysa Apollonius’un tanrıdan aşağıdaki kötü ruhların hizmetine girmiş bir şarlatan olduğunu öne sürmüştür. Eusebius’a göre, aslında Apollonius’un kötü ruhlar üzerinde bile bir gücü yoktur, sadece kötü ruhlar Apollonius’u kullanmaktadır.
Tıpkı İsa Mesih’in yaşamını ve eserlerini (mucizeleri dahil) anlatan 4 Gospel-Yazan olduğu gibi, o çağlarda Apollonius’un yaşamını ve mucizelerini anlatan 4 yazar vardır. Bunlar, İsa için, Matthew, Marcus, Luke ve John’dur; Apollonius için de Flavius Philostratus, Moeragenes, Sotorichus of Oasis ve Hierocles’tir. İlginçtir ki, İsa Mesih’in yaşamını yazmış olan bu kişiler bilindiği üzere ya çok az dini eğitim görmüş ya dindışı mesleklerde görev almışlardır, örneğin Matta vergi tahsildarıydı. Apollonius’un yaşamını ve mucizelerini yazmış olanlar ise tarihçi, felsefeci, bürokrat ve siyasetçiydiler.
Tıpkı Apollonius için olduğu gibi İsa Mesih için de, öğretisinde “Büyücülük” ve sihir bulunduğu söylenmiştir. İsa’nın doğumundan başlayarak, daha sonra suyu şaraba çevirmesi, ölüyü diriltmesi “Cin” kovması (Exorcism) ve diğer “Mucizeleri” aynen Apollonius için de geçerlidir. O da “ölüyü diriltmiş”, o da bir kenti (Efes) salgından kurtarmış, o da insanlara, tıpkı Essenelerin Esrarengiz Belleticisi gibi “Şifa” dağıtmıştır. Tek farkla ki İsa, “Büyücülükle” suçlanmamış,”Şifa Ustası” Apollonius “Büyücü” olmakla suçlanmıştır.
Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius da en yakın dostlarından birinin ihanetine uğramıştır. Bilindiği gibi 12. Havari olarak tanınan Judas Iscariot, Romalılardan (ya da başka bir anlatıma göre Yahudilerden) 30 gümüş sikke rüşvet aldıktan sonra İsa Mesih’i Romalı askerlere ihbar etmiştir.
Tıpkı Apollonius’un başına geldiği gibi, ne ilginçtir ki; İsa’nın başına da benzer bir olay gelmiştir. Buna göre bu iki kişi, bir süre için, en yakınları tarafından önce sahte tanrı oldukları gerekçesiyle reddedilmişler sonra da sözlerini geri alarak onların TANRI” (LORD JESUS) VE “İNSAN SURETİNDEKİ TANRI” olduklarını kabul ve beyan etmişlerdir. İsa ile Apollonius arasındaki bu olayda tek fark vardır, o da Apollonius’la ilgili red ve kabul meselesi Roma kayıtlarında, duruşma tutanaklarında vardır. Ama İsa’nın başına gelen aynı olayla ilgili hiçbir kayıt yoktur!
Tıpkı İsa’nın ölü Lazarus’u diriltişi gibi, Apollonius da Efes’li zengin bir ailenin genç ve güzel kızını “Ölü” iken diriltmiştir. Aralarında tek fark İsa’nın bunu Tanrı ve Tann’nın Oğlu olduğu için yaptığı söylenirken, Apollonius’un ölüyü diriltmesi nedense “Büyü ve Sihir” gücüne bağlanmıştır. Kaldı ki, Apollonius, bunu kendi başına değil, doğanın yasalarını kullanarak yaptığını, kendisinin büyücü olmadığını; bunun bir “Doğa Olayı” olduğunu ve her zaman olmayacağını söylemiştir. Apollonius’un yaptığı gibi dokunarak iyileştirme veya çok istisnai bir durum olarak hayata döndürme, İncillerde İsa’ya uyarlanan ve İsa’nın tanrı olduğunun bir delili olarak sunulmadan çok önce; temeli putperest ruhçuluğa (tanrı ruhtur, tanrının ruhu bedene girince kişi hayat bulur, bedenden ruh çıkınca ölünür, tanrının ruhu bedene iade olunca ölü dirilir vs) ya da Pisagoryan-Platonist felsefeye dayanan, paganlar tarafından uygulanan bir yöntemdi. Zira tapılan ruhun adını sürekli anarak veya sıfatlarını da överek putuna gelip üzerine konmasını veya içine girmesini dileyen, yani taşa veya tahtaya değil de dua edildiğinde duyup gelen ruha tapan putperestlere göre; nasıl ki kötü ruhlar bedendeki kirli kanda bulunur ve ancak deri çizilip kesilerek kanın dışarı çıkartılması yoluyla cin de kanla birlikte vücuttan atılarak hastalara şifa dağıtılırsa, tanrının hayat veren ruhu bedene iade edildiğinde de ölmüşler dirilir.
Şu kesindir ki, Tyanalı Apollonius, “Hayatı Çalınan Adam” olmuştur. Onunla ilgili her ne varsa, bunlar İsa’ya atfedilmiştir. Aynı yıllarda, aynı yörelerde, aynı insanlara muhatap olarak yaşamış olan İsa ve Apollonius’tan. İsa “Tanrı” yapılmış, Apollonius’un ise en az 1500 yıl adı unutturulmuştur. Bunun nedeni de Konstantin’in “Yeni Din Yeni Devlet” kurmak amacıyla topladığı 1. Ekümenikal İznik Konsili ile, daha sonra İmparator olan 1. Theodius’un (İ.S. 381-389) verdiği emirlerle Apollonius’un adının tarihten sildirilmiş olması yatmaktadır. Bu dönemden sonra Apollonius’un yaşamıyla ilgili Flavius Philostratus ve diğerlerinin yazdığı eserler, İ.S. 460 yılında Apollonius Sidonius adlı Fransız asıllı bir soylu tarafından bulunmuştur.” Sidonius, Roma İmparatoru Auitus’un kızıyla evlenmiş ve bir tez yazarak Apollonius’u ona tanıtmıştır.
Gerek Tapınak Şövalyeleri, gerekse onların uzantısı olan Gül ve Haç Kardeşliği ile sonraki Spekülatif Masonik örgütlerin kurucu ve yöneticileri, Kilise’nin yoğun baskısı nedeniyle gizlenen Apollonius’un bazı eserlerini görmüş ve okumuşlardı. Gül ve Haç’ın kurucularından kabul edilen Paracelsus, uzun yıllar Araplarla ve Türklerle birlikte yaşamış ve Doğu’nun büyü, tılsım, alşimizm, şifacılık ve Hermetizm konularındaki bilgilerine birinci elden ulaşmıştır. Şu da kesinlikle söylenebilir ki, tarihsel olarak devlet ve özel arşivlerdeki belgelere göre Tyanalı Apollonius adlı “Ermiş” bir kişi yaşamıştır. Ancak Kilise Babaları bu kutsal kişiyi, nedense, ısrarla “Yok” saymışlar, “Varlığını” kabul etmek zorunda kaldıkları zaman da O’nun “Büyücü ve Sihirbaz” olduğunu iddia etmişlerdir. Apollonius ile İsa’yı karşılaştıran kitaplar, Katolik Kilisesi’nin baskısına uğramıştır. Ancak, 18. yüzyılın sonundan itibaren bu kitaplarda bir artış görülmüştür. W.B. WallaceTn yazdığına göre Philostratus’un kitabındaki Tyanalı Apollonius, Semitik “Kurtarıcı” İsa’ya karşı gerçek bir Pagan “‘Kurtarıcı”dır.
Apollonius, kuşkusuz 1. yüzyılda Greko-Romen dünyadaki en ünlü olan filozof, şifacı ve büyü ustasıydı. Sözün burasında, “Büyü ve Sihir” denildiğinde, günümüzde “Bilimi” Tanrılaştırmış, mutlaklaştırmış olan akademik çevrelerin “Hokus Pokus” sözleriyle özetlenebilecek olan “Eksik ve Çarpıtılmış” Büyü ve Sihir tanımlarını değil, başta ünlü Matematikçi Isaac Newton olmak üzere sayısız bilim adamının ömürleri boyunca uğraştıkları Hermetik, Büyü ve Sihir’i kastettiğimizi belirtmek gerekiyor. Sokak ve sahne illüzyonistlerinden değil, her şeyi “Yoktan” var ettiğine inanılan Tann’nın “Gizil’ gücünü simgeleyen Hermetik Büyü ve Sihir’in sırlarına ulaşarak bunu kendi çapında uygulayan “Büyü Ustalarından” biriydi Apollonius. Bu tip Büyü ve Sihir’in alşimizmin, ezoterizmin ve hermetizmin bilimsel niteliğini anlatan Kurt Seligmann’ın yazdığına göre Tyanalı Apollonius, bu alanda kendi başına bir okuldu.
İlginçtir ki, Katolik Kilisesi Apolloniuş’u karalamak için onun Cinlerle uğraşan, şifa getirmek amacıyla “Cinleri” kovan bir büyücü olduğunu yüzyıllardır yinelemektedir. Katolik Kilisesi’ne göre, Pagan Apollonius, “Cinlerle” konuştuğunu ve onları yönlendirdiğini öne sürmüş bir “Sahte Şifacı”dır. Şaşırtıcı olan tamamen Paganlara ait olan bu uygulamanın “Tıpkısı” günümüzün Katolik Kilisesi’nde “Resmen” vardır. Katolik Kilisesi’nde resmen “Cin Kovma/Çıkarma” dairesi vardır. Ve adı da “Athenaeum Pontifıcium Regina Apostolorum”dm. ‘Cin Kovma’ (Exorcism) Paganlara özgü bir ‘Şifa’ yöntemiydi. Burada deneyimli papazlar, tıpkı Pagan Apollonius’un yaptığı gibi, ruhsal bunalımlar geçirmekte olan hastalarını ‘zapt’ etmiş olan cinleri (Demos) çıkartmakta ya da kovmaktadırlar. Şu farklı ki, Apollonius bunu Hindistan’da, Mısır’da ve Askelipos’ta öğrendiği yöntemle ‘Doğa’ adına yapmıştı. Katolik papazlar, Konstantin’in emriyle ‘Devlet Tanrısı’ yapılmış olan İsa Mesih ve ‘O’nun olduğu söylenen Kutsal Kitap İncil adına yapmaktadırlar.
3. yüzyılda yaşamış filozoflardan Apoleis ve ünlü Lactantius’un hocası Arnobius, Apollonius’un, Musa ve Zerdüşt gibi bir kişi olduğunu yazmışlardı. Gerçekten de, İncil’in Yeni Ahit bölümünde anlatılanların neredeyse tamamını Apollonius da yapmıştır. Garip ama gerçektir ki, Apollonius’un doğumunda da “Mucize” vardır. Apollonius’un doğumunda onun yeryüzüne Apollo’nun oğlu olarak gönderildiği söylenmiş -Philostratus da bunu nakletmiştir.
Apollonius da, tıpkı İsa Mesih gibi mabedleri ve tapmakları dolaşmış ve buradaki “Çarpık ve Yoz” dinsel öğretileri eleştirmiştir. Bir farkla ki, İsa, Yahudi sinagoglarını, Apollonius ise Pagan tapınaklarını gezmiş ve eleştirmiştir. Apollonius da tıpkı İsa gibi, faizci ve rüşvetçi tefecilerle tartışmış, onların insanlara zulüm ve acı getirdiklerini söylemiş ve onların kentlerden ve de özellikle mabedlerden çıkartılmalarını istemiştir. İncil’de İsa’nın sinagogun avlusundaki tefecilerin para masalarını nasıl devirdiği anlatılmaktadır. Apollonius da her gittiği kentte bu kişilerle tartışmıştı.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da “Cin” kovmacılığı yapmıştır. İsa, taşlanacak bir kadını kötü yola sevk eden mcinleri temizlemiş, Apollonius da Efes kentini “Kıtlığa” duçar eden cinleri kovarak, topraklara bereket getirmiştir.
Tıpkı İsa Mesih gibi, Apollonius da “Yeryüzünün” tüm insanlar için olduğunu hiçbir zalimin ve/veya tiranın yeryüzüne “el” koyamayacağını ve insanları köleleştiremeyeceğini vaaz etmiş ve insanlan zalimlere karşı çıkmaya çağırmıştır.
Tıpkı İsa Mesih gibi Apollonius da konuştuğu zaman Peygamber, ya da W.C. Frend’in deyimiyle bir “Yasayapıcı” (Lawgiver) gibi konuşmuş ve söylediklerinin uygulanmasını, yanlışların düzeltilmesini, hatalardan dönülmesini sağlamak istemiştir. Bir farkla ki, İsa’nın vaaz ettikleri, muhtemelen 10-15 kişi tarafından hayata geçirilmiş, Apollonius’un sözleri ise tüm Pagan dünyasında yankılanmış ve hayata geçirilmiştir. Bunların hayata geçirilmesinde, krallar ve imparatorlar, Apollonius’un işaret ettiği yanlışların ve hataların düzeltilmesinde onun sözünü dinleyerek özel emirler ve fermanlar yayınlamışlardır. Örneğin bir Pagan geleneği olan “Kurban” kesilmesinin yanlış olduğu ilk kez Apollonius tarafından dile getirilmişti. Apollonius, vejetaryendi ve Tanrılara adak olarak hayvanların kurban edilmesinin Tanrılara “Hakaret” olduğunu vaaz etmişti tüm yaşamı süresince. Tıpkı İsa gibi, Apollonius da kendi bağlı olduğu dinsel-sistematiğin artık yozlaşmaya başladığını, doğru ve sağlam bilgiler aktarması gereken din adamlarının bu kutsal görevlerini yapamadıklarını öne sürmüşlerdi. Apollonius’a göre Antakya’daki Apollo Tapınağı’ndaki kahinler, “ciddi araştırmalar ve öğretim” görmemiş, yanlış bilgiler aktaran kişilerdi. Oysa, demişti Apollonius, insanlar Tanrıların huzuruna temiz bir vicdan ve dürüst dualarla çıkmalıdırlar.
İncil’in Yeni Ahit bölümünde İsa Mesih’e atfedilen birçok özellik, mucizeler de dahil “İntihal izlenimini vermektedir. Bunların birçoğu, İsa’nın ağzından çıkmamış sözlerdir. Bunların birçoğu İsa Mesih tarafından yapılmış işler ve mucizeler değildir. İsa nasıl ki, Babasız doğarak Baba Tanrı ‘nın Oğlu” yapılmışsa “Tanrı Oğlu” yapmak fikri İncil’den en az 1000 yıl önce Hindistan’da ve Mısır’da uygulanan bir gelenekti. Teosofi’nin kurucusu Helena Blavatsky, artık kendisinden de ünlü olan kitabı “Gizli Doktrin” de sıkça Apollonius’tan söz eder ve onunla İsa’yı karşılaştırır. Blavatsky’ye göre İsa’nın hayatı, Apollonius’tan alınmıştır ya da tersi. Diğer bir anlatımla bu iki adam arasındaki parallellikler o kadar çoktur ki, hangisinin hangisi olduğunu anlamak zor değil, neredeyse imkânsızdır. Tüm yaşamı belgelerle ortada olan (devlet arşivleri dahil) Apollonius unutturulmuş, hayatının ve yaptıklarının hemen hiçbiri belgelenemeyen İsa’nın bu bağlamda sanal sayılması gereken yaşamı mutlaklaştırılmış ve sanki doğrudan doğruya TANRI kelamı imiş gibi “İnanç” ve “Dogma” arayanların hizmetine sunulmuştur.
Çok etkilendim ve tüylerim diken diken.
Eğer dogma lara değil de Bilime ve Kanıtlara inanıyorsak, ki gerçeği arıyorsak öyle yapmamız gerekli; bir türlü, peygamber mi? Tanrının oğlu mu? Yoksa Tanrı mı? Ne olduğuna karar verilemeyen İsa nın gerçekten rol yüklenmiş bir suçsuz olduğu apaçık ve çok güzel ortaya konmuş…