Tarihin Gizemleri DNA Teknolojisiyle Aydınlanıyor
Tutankamon’un sırrını aydınlatan DNA teknolojisine tarih dedektifleri tarafından gittikçe daha fazla başvuruluyor. Son yıllarda bu metot sayesinde birçok tarihi gizem aydınlandı. Örneğin Danimarkalı araştırmacılar Grönland buzullarında bulunan 4 bin yıllık bir saç örneğini inceleyerek, saçın sahibinin yüz hatlarından, ten rengine ve kökenine kadar birçok özelliğini tesbit etmeyi başardı. 2005 yılında, Alman bilim adamları Neanderthal insanının gen haritasının 3’te 2’sini çıkardı ve Neanderthal’in sanıldığı gibi Homo Sapiens’e geçişte bir ara tür olmadığını gösterdi.
DNA testleri ve 3 boyutlu tomografi sayesinde Eski Mısır firavunu Tutankamon’un bütün sırlarının çözülmesi dünyada büyük yankıya neden olmuştu. Firavunun doğuştan gelen hastalıklarından muzdarip kırılgan yapısını değerlendiren uzmanlar Tutankamon’un gerçek lanetinin ensest bir ilişkinin ürünü olmasına bağladı. Tutankamon’un 3300 yıllık mumyası ile 15 diğer mumya üzerinde 2 sene boyunca yürütülen testler, 1922’de keşfedilen mezarında bulunan değerli eşyaları ile büyük ilgi uyandıran firavunun popüler imajının aksine oldukça hastalıklı olduğunu göstermişti. İmparatorluğun en önemli zamanında 10 yaşında tahta geçen ve 9 yıl hüküm süren Tutankamon’un, boylu poslu genç bir kral değil; bastonsuz yürüyemeyen hastalıklı bir çocuk olduğu ortaya çıkmıştı. ABD’nin Michigan Üniversitesi’nden Dr. Howard Merkel, firavunun hastalıklarının büyük oranda anne babasının kardeş olmasından ileri geldiğini söyledi. Babası gibi yarık dudak ve dedesi gibi yumru ayak sendromuna sahip Tutankamon, sol ayak kemiklerini yavaş ve acılı bir şekilde yok eden Kohler hastalığından da çekiyordu. Mezarında da birçoğu kullanılmış 130 baston bulunmuştu.
Napolyon Bonapart’ın saçlarından alınan ve Y’ kromozomlarını yani baba soyundan gelen kromozomlarını inceleyen genetik bilimci Gerard Lucotte, ünlü komutanın Fransız değil Kafkas kökenli olduğunu açıkladı. Moleküler antropoloji çalışmaları yapan Lucotte iki yıldır sürdürdüğü çalışmalarının sonucunu Journal of Molecular Biology dergisinde yayınladı. Fransa tarihinin 200 seneden beri çözülemeyen bir diğer muamması da aynı metodla aydınlatıldı ve 1789 devrimi sırasında giyotinde can veren Kral 16. Louis’in ve eşi kraliçe Marie Antoinette’in oğlu 17. Louis’in gerçek öyküsü ortaya çıktı. Fransa’da 1789’da gerçekleşen ihtilálle, Kral 16. Louis devrildi ve eşi Marie Antoinette ile birlikte giyotine yollanarak idam edildiler. Kralla kraliçenin küçük bir oğulları vardı, çocuk Fransız tahtının varisiydi ve onun adı da Louis’ti. İhtilálden sonra hapishane haline getirilmiş bir manastıra kapatıldı. Krallık yanlıları arasında ‘‘17. Louis’’ diye biliniyordu. Manastırda verem oldu ve 8 Haziran 1795 de öldü. Küçük Louis’ten geriye tek bir şeyin kaldığı iddia ediliyordu: Kristal bir kavanozda içerisinde saklanan ve ona ait olduğu iddia edilen ufacık bir kalp. Kısa bir süre sonra Avrupa’da birdenbire çok sayıda 17. Louis olduğunu söyleyen insanlar çıktı. Hepsinin iddiası aynıydı: manastırdan krallık yanlıları tarafından kaçırılmışlardı, yerlerine kimsesiz bir çocuk konmuştu ve veremden ölen çocuk buydu. Tarihçiler ikiye ayrıldılar. Bir kısmı 17. Louis’in zindanda öldüğünü söylerken bir kısmı ise 17. Louis olduğunu iddia edenlerin tarafını tutuyordu. Fransa tarihinin en büyük muamması 205 sene sonra bir dizi DNA testinden sonra aydınlatıldı. Aziz Denis Kilisesi’nde muhafaza edilen ve Küçük Louis’e ait olduğu söylenen kavanozdaki kalp bir laboratuvara götürüldü. Fakat uzun zaman oldukça kötü şartlar altında kaldığı için artık taşlaşmış gibiydi, kesilebilmesi için özel bir bıçak yaptırıldı ve yanlamasına çok ince iki dilim kesildi. Sonra, küçük Louis’in annesi olan Kraliçe Marie Antoinette’in henüz genç bir Avusturya prensesiyken Viyana’da kestirdiği ve orada saklanan saçlarından birkaç tel getirildi. Testin doğruluk oranını yükseltmek için Kraliçe’nin iki kızkardeşine ait olan ve yine Viyana’da muhafaza edilen saçlarından da örnekler alındı ve Bourbonne hanedanının iki asır önce yaşamış iki prensinin mezarlarından parçalar toplandı. Paris’te yapılan DNA testi Almanya ve Belçika’da da tekrar edildi ve 3 testten de aynı sonuç çıktı: Küçük kalp, Kral 16. Louis ile Kraliçe Marie Antoinette’in oğluna aitti. Manastırdaki hücresinde ölen çocuk Fransa’nın gerçek kralıydı ve 1800’lerin başında ortaya çıkıp 17. Louis olduğunu iddia edenlerin ise hepsi sahtekárdı.
İngiltere Kralı 3. Richard, 1485’te Bosworth Savaşı’nda hayatını kaybettiğinde 32 yaşındaydı. Kralın iskeleti 2012 yılının Ağustos ayında İngiltere’nin Leicester şehrinde yürütülen arkeolojik kazıda bulundu. Leicester Üniversitesi tarafından yapılan ve “Nature Communication” adlı dergide yayınlanan genetik ve soy ağacı araştırması, Kral 3. Richard’ın baba tarafındaki soy zincirinde kırılmalar olduğunu gösterdi. Kralın DNA’sının annesi York Düşesi Cecily Neville’nin akrabaları ile uyuştuğu fakat babası York Dükü Richard Plantagent’in akrabaları ile uyuşmadığı ortaya çıktı. Çıkan sonuçlar ise bugünkü İngiliz kraliyet ailesinin soyunun ve mevcut Kraliçe II. Elizabeth’in de meşruiyetinin sorgulanması neden oldu. Leicester Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Turi King kralın DNA’sının baba tarafı ile uyuşmamasının tek sebebinin kralın annesinin sadakatsizliği olabileceğini iddia etti. Araştırmada yer alan bir diğer uzman Profesör Kevin Schurer de, “Tarihi bir bulmacayı çözdük ama sanırım başka bir bulmacaya neden olduk. Lancaster Dükü John, Kral 3. Edward’ın oğlu değilse onun oğlu 4. Henry’nin de tahta çıkma hakkı bulunmuyordu” şeklinde konuştu.
Rusya Bilimler Akademisi’den Dr. Miroslava Derenko liderliğinde bir ekibin yaptığı araştırmada, bugünkü Moğolistan ve çevresinde yaşayan 1437 erkeğin DNA’ları incelendi. Bilimadamları, insanın genetik bilgilerini taşıyan DNA’nın, babadan oğula geçen Y kromozomlarını mercek altına aldılar ve ilginç bir sonuca ulaştılar. Buna göre Asya’da yaşayan yaklaşık 16 milyon erkeğin soyu, 800 yıl önce yaşamış ortak bir kişiden geliyordu. Bu kişinin yüzlerce, hatta binlerce çocuğu olması gerekiyordu. Uzmanlar, o dönemde bu kadar fazla çocuk sahibi olma imkanına sahip tek kişinin, 1165’te doğan 1227’deki ölümüne dek Kore’den İran’a uzanan büyük bir imparatorluğa hükmeden Cengiz Han olduğunda hemfikir. Cengiz Han kromozomu”nun en çok Kazaklar’da görüldüğünü belirten bilim adamları, Moğol imparatorunun Asya dışında tespit edilen ilk torununun da, kuzeybatı İngiltere’de yaşayan bir muhasebe profesörü olduğunu buldular.
Rusya’da 1917’de Komünist devrim yaşandı, Çar II. Nikola (Nikola Aleksandroviç Romanov) tahtından feragat etti; karısı, dört kızı ve hemofili hastası olan oğlu ile beraber tutuklanarak Tobolsk şehrine gönderildi. Burada sekiz ay yaşayan aile daha sonra Sibirya’ya, Yekaterinburg’daki bir köy evine nakledildi. Monarşi yanlılarının karşı darbesinden çekinen yeni yönetim Rus Çarı II. Nikolay, eşi Çariçe Aleksandra, kızları Anastasia, Maria, Olga ve Tatyana ile oğulları Aleksey i 17 Temmuz 1918 sabahı aile fotoğrafı çekmek bahanesiyle kaldıkları evin bodrum katına indirerek kurşuna dizdiler. Cesedler şehrin dışına taşınıp bir çukura konuldu, tanınmamaları için el bombalarıyla parçalandı, kısmen yakıldıktan sonra üzerlerine sülfürik asit döküldü ve bir çukura toplu halde gömüldüler. 1979’da jeolog Dr. Alexander Avdonin, Çar ailesine ait toplu mezarı bulduğunu iddia etti fakat Sovyet rejiminden çekindiği için pek konuşmadı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, 1998 yılında, Avdonin’in söylediği yer kazıldı ve kemikler bulundu. Alınan DNA örnekleri farklı ülkelere gönderilip analiz ettirildi ve toplu mezardan çıkan kemiklerin Çar’a, Çariçe’ye ve kızlarından üçü ile hizmetkârlara ait olduğu anlaşıldı. Ancak ailenin küçük oğlu Aleksey ve küçük kızı Anastasya’nın cesetleri kayıptı. Peki iki kişiye ne olmuştu? Onlar neredeydi? Katliamdan kurtulmuş, başka bir ülkeye kaçmış olabilirlermiydi?
1923’te, Berlin’de bir köprüden atlayıp intihar etmek üzereyken kurtarılan genç bir kız hafızasını kaybettiğini söylüyor ve sadece “Ben, Çar’ın kızı Anastasya’yım” diyordu. İnfaz sırasında yaralandığını ve bir askerin kendisini kurtardığını söyledi. Genç kız zamanla Romanov’ların, Avrupa’da yaşayan bazı mensuplarını ikna etmeyi başardı ve hatta onlardan biriyle de duygusal bir ilişki yaşadı. Genç kadın daha sonra Amerika’ya yerleşti ve Anna Anderson adını aldı. Anderson, filmlere ve romanlara konu oldu. 1956 yapımı filmde Ingrid Bergman, Anderson’u canlandırdı. O filmde Çar’ın mirasına talip olan Anderson Anastasya olduğunu iddia ediyordu. Anna Anderson 1984’te 87 yaşında öldü ve sırlarını da beraberine götürdü. İnfazdan 84 yıl sonra Romanovlar’ın üç milyar dolarlık mirasından hak iddia edenlerden biri de Gürcistan’da yaşayan Natalya Bilihodze adında bir kadın oldu. Bilihodze de Anastasya olduğunu ileri sürerek Başkan Putin’e bir mektup yazdı. Ancak nasıl hayatta kaldığını, kurtulması için kimlerin yardım ettiğini, neden Gürcistan’da yaşadığını ve yıllardır bu sırrı neden sakladığını açıklayamıyordu. 2007 yılında amatör bir grup arkeolog, Yekaterinburg taraflarındaki bir ormanda 15-19 yaşları arasında bir kadın ve 2-15 yaşları arasında bir erkeğe ait kemik parçalarına ulaştı. Acaba bunlar gerçekten Anastasya ve Aleksey miydi? Rus hükümeti, eski kemiklerden DNA kimliklendirme konusunda uzman olan, ABD ve Avusturya adli birimleriyle işbirliği yaptı. MitokondriDNA (mtDNA) ve kısa DNA tekrar dizisi (STR) test sonuçlarına göre, bu iki iskelet Çar’ın çocuklarına aitti. DNA testleri gerçek Anastasya’nın, katliamdan kurtulamadığını, ailesi ile birlikte can verdiğini ve sonraki yıllarda ortaya çıkan Anastasyalar’ın tamamının sahtekâr olduğunu gösterdi. Kemikler St. Petersburg’daki Aziz Peter Kilisesi’ne gömüldü ve Putin yönetimi de Anastasya davasının artık kapandığını ilan etti.
Son Yorumlar