Dahilerin Beyni Nasıl Çalışır? Ünlü Dahilerin Bilinmeyen Yönleri
Bilim dünyası, teknolojinin de sunduğu imkanlarla dahilerin beyinlerinde neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Dahilerin genelden farklı oldukları kesin.. Ama dehanın aslında beyinsel bir ‘rahatsızlıktan’ kaynaklandığı yönünde de çok sayıda araştırma yapıldı. Calışkan, başarılı öğrencilerin aksine, dáhilerin aklında düşüncelerin, ani bir şimşek çakması şeklinde ortaya çıktığı bilinir. Arşimed banyoya girdiğinde, Newton kafasına “elma” düştüğünde, Einstein parlak bir ışını gördüğünde, Mozart ise yemek sonrası gezintileri sırasında birdenbire esinlenerek buluş ve eserlerini ortaya koydu.
Fransa’daki Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi’nden Nathalie Tzourio Mazoyer ve Louvain Üniversitesi’nde, bilişsel nöropsikoloji biriminden Mauro Pesanti, en karmaşık matematik hesaplamalarını kafasından yapabilen Alman genci Rüdiger Gramm’ın beynini ve aynı zamanda onunla yaşıt olan 6 kişinin beyinlerini inceledi. Deney esnasında hem Alman gencin hem de diğer deneklerin hesap makinesi kullanmadan, bazı matematik hesapları yapmaları istenerek, kamera görüntüsüyle beyinlerindeki faaliyetler izlendi. Bu karşılaştırmada, Rüdiger Gramm’ın beyniyle diğerlerinin beyinlerinde harekete geçen bölgeler arasında önemli farklılıklar olduğu saptandı. Deney sonunda beyinde, uzun süreli bellekte etkin olan beş bölge gözlendi. Buna göre, altı deneğin beyninde, en fazla on veriyi içerebilen sınırlı bir bellek ortaya çıkarken, Rüdiger Gramm’ın çok daha fazla miktardaki veriyi aklında tutabildiği gözlendi. Bilim adamları bu durumu, bilgisayarların hard diskiyle karşılaştırılabileceğini belirttiler. Bu deneyde gözlenen sonuçlar, Mauro Pesanti’nin daha önce yayınladığı Mathematical Cognition adlı çalışmasındaki verileri de doğruluyor. Pesanti burada, psikolojik bir araştırmadan yola çıkarak, Alman gencinin uzun matematik hesaplamalarını doğrudan belleğinde tutabildiğini gösteriyordu. Epizodik olarak isimlendirilen bu tür belleğin, kişinin bireysel deneyimleriyle yakından bağlantılı bir özellik taşıdığı gözlendi.
Bu deneyler, uzun süreli bir egzersizin belli bir konuda beyinde harekete geçen bölgeleri değiştirebileceğini gösterdi. Buna göre, bir mantık problemini çözmeleri istenen deneklerden %90’ının algılama hatası yaptıkları tesbit edildi. Bu deneklere daha sonra bu yanlışı düzeltmelerini öngören bir egzersiz programı uygulandı. Sonuçta kamera görüntüleri, daha önceki problemleri yanlış yanıtlayanların %90’ının, bu kez farklı beyin bölgelerini etkinleştirerek doğru cevap verebildiklerini gösterdi . Bu veriler kişinin, yoğun bir egzersiz programının ardından, sadece bilişsel stratejilerini değil beynin faaliyetlerini de kökten değiştirebildiğini ortaya koydu.
Bu deneylerden elde edilen sonuçlar dahilerin, zamanının tümünü belli bir konuya ayırıp böylece farklı yetenekler ortaya koyabilen, başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen manyaklar olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Bu insanlar, matematik, müzik, resim v.b. alanda olağanüstü bir yetenek sergilerken, diğer konularda vasat bir zeka düzeyine ulaşabiliyorlar. Otistlerde görülen takvimlerdeki günleri ezberleme gibi tek bir konuya odaklanmak bir organın yetersizliği sonucu dış dünyayla ilişkilerini geliştirememekten de kaynaklanabiliyor. Buradan hareketle, dünyada iz bırakmış kişilerin dehaları bazı kapasitelerindeki eksiklikleri gidermeye yönelik bir telafi mekanizması şeklinde açıklanabilir mi? Örneğin Einstein’ın çok geç konuşmaya başladığı, hatta olgun yaşta bile düşüncelerini kelimelerle ifade etmede zorlandığı bilinen bir gerçek.
College de France’dan nörobiyolog Jean Pol Tassin, entelektüel kapasitenin gelişmesinde psikolojik ve çevresel etkenleri yadsımamakla beraber, “zeká”nın oluşumunda genetik yapının belirlediği organik özelliklere vurgu yapıyor. Tassin zekánın işleyişinde iki farklı yöntemin rol oynadığına dikkat çekip bunları örneksemeli ve bilişsel olarak açıklıyor. Örneksemeli yöntemde bilgi örneğin, bir yüz, kişinin farkına varamayacağı kadar son derece hızlı bir şekilde işleniyor. Bilişsel yöntemde ise tam tersine, bilgi kalıcı olup bilinçli bir şekle bürünüyor. Bilişsel yöntem prefrontal korteksten kaynaklanıp bu bölgenin olgunlaşmasıyla gelişiyor. Bazı kişiler de organik kapasiteleri daha elverişli olduğu için bilişsel yöntemlerle öğrendikleri bilgileri diğerlerine göre daha uzun süre akıllarında tutabiliyorlar. Zeká aynı zamanda yavaş ve bilinçli bilişsel yöntemden örneksemeli yönteme veya tersine bir geçişi de kapsıyor. Nitekim Alman gencin kendisine verilen matematik hesaplarını kafasından hemen yapması, diğerlerinin ise bilişsel yöntemle uzun uzun düşünmesi buradan kaynaklanıyor. Bu örneksemeli yöntemdeki gelişme de uzun süreli bilişsel çalışma sonucu sağlanabiliyor.
Van Gogh,, Schumann, Edgar Poe, Virginia Woolf, Gustav Mahler, Alexandre Dumas, Paul Gauguin, Hemingway gibi ünlülerin hepsinin dehaları dışında ortak noktaları manikdepresif psikoz hastalığına sahip olmalarıydı. Bu hastalık çok büyük heyecanlar (manyaklık evreleri) ve aşırı ruhsal çöküntü dönemlerini içerir. Sıradan insanlarda %1 oranında görülen bu hastalık, sanatçılarda oldukça yüksek bir oran olan % 10’lara ulaşabilir. Manyaklık evresinde insanlar kendilerini mutlu hissedip, yoğun bir entelektüel aktivite sergileyebiliyor. Bu süreçte büyük miktarda noradrenalin salgılanmasına tanık olunur. Sağlıklı bir insanda manyaklık evresine eşdeğer bir evre yapay yollardan, anfetamin aşılanarak da oluşturulabilir. Böylece bilişsel kapasiteleri iyileştiren noradrenalin salgısı sağlanır. Fakat bu yoğun uyarı sürecinin ardından nöronlar hemen hemen etkisizleşir ve kişinin entelektüel faaliyetlerinin neredeyse tamamen durduğu depresyon süreci kendimi gösterir. Ayrıca anfetaminin etkisi altında bilişsel kapasiteni1n artması yapay bir durumdur. Nitekim, Alman gencinin matematikteki, Chopin’in müzikteki dehası da buradan kaynaklanıyor. Bu sebeble de doğuştan gelen ya da sonradan edinilen yetenekler arasında ayrım yapmak zorlaşıyor.
Günümüzde kişinin yaratıcılığını fiziksel olarak ölçmek mümkün olmasa da dahilerin deneyimleri bu konuda önemli ipuçları sağlıyor. Poincare ve Einstein, yaratıcılık süreçlerini anlatan pek çok metni kaleme aldılar. Her ikisi de her şeyden önce yaratıcılığın ani bir şimşek çakması şeklinde ortaya çıktığını ifade ettiler. Dehanın bilinçli ve uzun bir çözümleme sürecinden çok, her tür mantık ve rasyonalizmden uzak, ani bir bilişsel atak ve aydınlanma anının ürünü olduğuna vurgu yaptılar. Poincare bu süreci dört ayrı evrede tanımlıyor;1-sindirme, 2-hazırlık dönemi, 3-aydınlanma, 4-açıklama. Sindirme, kişinin bilinçli olarak sorunu özümseyeceği dönemi kapsar. Daha sonra ise, önceden edinilmiş olan veriler bilinçsiz bir şekilde ilerlerken kişinin bunları “ele aldığı” evre gelir. Üçüncü aşama olan “aydınlanma” süreci ise çözüm aniden, beklenmedik bir anda ortaya çıktığı için en çarpıcı evre olarak tanımlanır. Son evre olan “açıklama – doğrulama” ise, belli bir mantık çerçevesinde düşüncelerin birbirlerine eklemlenmesiyle “aydınlanma” evresindeki içeriğin rasyonel terimlerle ortaya konulmasını sağlıyor.
“Mantığımızla kanıtlar, içgüdülerimizle yaratırız.” Geometri ya da herhangi bir başka bilim için salt mantıktan daha fazla şeyler de gerekir. İçgüdü dışında da bunu tanımlayabilecek başka bir sözcük yok.”
Poincare
Scienve et Vie dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, tüm bu süreç de, ani çözümleme olarak tanımlanan olgunun gerçekte, bilginin uzun süreli bilinçsiz işlenmesinin ürünü olduğunu gösteriyor. Yaratıcılık sürecinde “sezgi”yi de bilimsel olarak tanımlamak gerekiyor. Nörobilim uzmanı Claire Petitmengin L’Experience intuitive adlı eserinde, bazı sorunların çözümünde bilinçsiz, bilişsel mekanizmaların rasyonel, bilinçli düşünceden çok daha etkili olduğunu belirtiyor. Bilinçli düşünce daha çok önceden belirlenmiş, bir dizi algoritma uygulaması gerektiğinde etkili olabiliyor. Mesela, bir dizi rakamın olduğu sayılarla uzun bir toplama işlemi gerçekleştirebilmek için bu unsurdan yararlanılıyor. Fakat yaratmak gerektiğinde salt bilinç yeterli olmuyor. Anglo Saksonlar, belli bir mantık zinciri çerçevesinde çözümlenemeyecek, düşüncelerde süreklilik gerektirmeyen sorunları “insight problems” olarak adlandırıyorlar. Saf mantık ve kesin kurallar gerektirmeyen bilinçsiz düşünce bu süreksizliğe olanak tanıyor. Arşimed, ağzına kadar suyla dolu hamamında nesneleri batırırırken aniden kafasında bir şimşek çakar: Batırılan cisimler yukarıya doğru yönelen ve hamamdan taşan suyun ağırlığına eşdeğer dikey bir kuvvete maruz kalmaktadır. Arşimed o andan itibaren buluşunu duyurmak için hamamından fırlayıp çırılçıplak ve ıslak bir şekilde Sirakuza’nınsokaklarında koşmaya başlar.
Otistik Dahiler
Otistik insanlar belirli meslek alanlarında çok başarılı olabilirler. Bir telefon rehberini 10 dakikada ezberleyebilir veya bir binanın yüksekliğini bir bakışta hatasız bir şekilde hesaplayabilirler. Otistik insanların 10’da 9’u resim, müzik, matematik ve hafıza konusunda sıradışı yetenekler gösterirler. Belirli zihinsel görevler konusunda mükemmeldirler. Çoğumuz algıladığımız şeyleri kategoriler ve kavramlarla sınıflandırırken, otistikler her şeyi birbirinden ayrı değerlendirirler. Onlar için ‘Titanic’ adlı bir gemi vardır ama genel bir gemi kavramları yoktur. Amerikalı bilim adamları beyinde artistik dehayı harekete geçiren bir bölge belirlediler. Otistik insanlar bu bölgeyi kullanarak, üstün yetenekler sergiliyor. Araştırmacılar, otustiklerin beyninin neden farklı işlediğini deşifre ettiler. Otistik insanlarda beynin bir bölümü çalışmazken, diğer bölümünde kilitler açılıyor, çok haneli rakamları akılda tutmak, gördüğünün aynısı çizmek gibi üstün yetenekler ortaya çıkıyor. Bilimadamları gelecekte bu kilidin açılıp kapatılarak, sıradan insanların makina gibi hesap yapabileceğini, harika müzik aleti çalabileceğini söylüyorlar.
Bu ilginç buluş, otistik ve erken bunama sorunları olan insanların neden bazı yeteneklerinin olağanüstü geliştiği araştırılırken gerçekleştirildi. California Üniversitesinden Dr Bruce Miller, bazı hastalarının olağanüstü artistik yetenekler geliştirdiğini gözlemlediğinde, bunun sebebini bulmak için, bu kişilerin beyinlerini scannerde incelemeye başladı. İnceleme neticesinde Dr Miller, bu hastalarının beyinlerinin ön kısmında bulunan sol ‘arterial temporal’ lobunun fonksiyonlarında sorun bulunduğunu ve iyi çalışmadıklarını tesbit etti. Dr Miller, bazı dahilerde de aynı rahatsızlıklarıın olduğunu buldu. Bu buluşlarından yola çıkan Dr Miller, hastalarının dehalarının bu rahatsızlıktan kaynaklandığını kesin biçimde ortaya koymuş oldu. Avustralya Ulusal Üniversitesi’nden Prof Allan Snyder, daha da ileri giderek, gelecekte, sıradan insanların da dehalarının ortaya çıkarılabileceğini savunuyor.Prof. Snyder, ‘bu gelişim, beyine rağmen gerçekleşmiyor. Beyinin bir bölümü çalışmayınca, diğer bölgelerdeki kilitler açılıyor ve daha iyi çalışmaya başlıyor. İşte insanın dahi tarafı böyle ortaya çıkıyor’ diyor. Prof Snyder’a göre, her insanda artistik deha bulunuyor. Bu dehayı ortaya çıkarmanın yolu da, belli bir bölümün bir şekilde kapatılmasından geçiyor. Otistik insanların olağanüstü yetenekler sergilediği gerçeği, uzun süredir biliniyor. Başrollerini Dustin Hoffman ile Tom Cruise’nin üstlendiği ‘Rain Man’ adlı filmde de bu konu işlenmişti. Filmde otistik birini canlandıran Dustin Hoffman, olağanüstü matematik ve hesap yeteneği sergiliyordu. Günümüzde de otistik olmalarına karşın dehalarını sergileyen insanlar var: örneğin Dane Bottino Henüz 11 yaşında olmasına karşın, olağanüstü artistik deha sergiliyor. Stephen Wiltshire Bir kez gördüğü bir binanın inanılmaz bir şekilde en küçük ayrıntısına kadar resmini çizebiliyor. Londra üzerinde helikopterle bir saat gezdirildi. Ardından Wiltshire, 6 kmkarelik bir bölgenin son derece güzel krokisini çizdi.
Dünyanın en önemli otizm uzmanları arasında bulunan, Cambridge Üniversitesi’nden Prof. Simon Cohen Baron; Albert Einstein ile Isaac Newton’un, otizmin özel bir formu olan “Asperger Sendromu”ndan mustarip olduğunu ve insanlarla iletişim kurmada başarısız olduklarını söylüyor. Cohen Baron’a göre, her iki dâhi de çevreleriyle iletişim kurmada büyük zorluklar yaşadı. İlgi duydukları konuları takıntı haline getirdi ve sosyal ilişki kurmakta oldukça beceriksizdi. Prof. Baron, “Bunların hepsi ‘Asperger Sendromu’nun tipik göstergeleri” diyor. Albert Einstein ancak 3 yaşına geldiğinde konuşmaya başlamış, 7 yaşına kadar da sorulan sorulara önce kendi kendine alçak sesle prova yaptıktan sonra yanıt vermişti. Uzun sohbetlerden kaçınan Einstein, yetişkin olarak da çok kötü bir konuşmacı olarak tanındı. Kayıtlara göre Newton’ın durumu ise Einstein’dan bile kötü. Yerçekimi yasasını formüle eden dahi fizikçi hemen hemen hiç konuşmaz, hatta bir konuya konsantre olduğunda yemek yemeyi unuturmuş. “Asperger Sendromu” hastalarının zekâ düzeyleri ortalamanın üzerinde; fakat sosyal olarak başarısızlar. Araştırmalar otistik bir akrabası olan insanların başarılı bir bilim adamı olma şansının %48 daha yüksek olduğunu gösteriyor.
Dahiler Farklı Düşünüyor
Jena Üniversitesi’nde gerçekleştirilen 11. Avrupa Kişilik Konferansı’nda bildiri sunan psikoloji profesörü Aljoscha Neubauer, zeki insanların düşünme sırasında beyinlerini daha az çalıştırdıklarını söyledi. İnsanlardaki zeka farklılıklarını araştıran Neubauer, EEG yöntemiyle beyin etkinliklerini incelediğinde şu sonuca ulaşmış: Sadece gerekli beyin bölgelerinden yararlanma yetisine sahip olan dahiler, örneğin yalnızca matematik problemlerine uygun bölgeyi çalıştırarak, beyinlerindeki enerji kaynaklarından daha fazla yararlanabiliyorlar. Bu durum ‘Neural efficient’ (sinirsel beceri) olarak da tanımlanmakta.
“Kişinin bilmediği ya da hiçbir şekilde fikrinin olmadığı düşünceler gece kafasının labirentlerinde dolaşır.”
Goethe
Solak Dahiler
Toplumlar tarih boyunca yapılan işlerde sol elin kullanılmasını uğursuz sayarken adını tarihe altın harflerle yazdıran Leonardo Da Vinci, Picasso, Beethoven gibi birçok dehanın solak olduğu biliniyor. Sanat alanında Picasso, Leonardo da Vinci, Albrecht Dürer, Michelangelo, müzik alanında Johann Sebastian Bach, Ludwig van Beethoven, bilim alanında Isaac Newton, Albert Einstein sol elini kullanan dahiler olarak tarihe geçti.
2013 Yılında Doğanlara Dikkat!
Rus Bilim Adamı Yevgeni Vinogradov’a göre 2013 yılında doğanlar arasından çok sayıda yetenekli ve dahi insan çıkacak. Uzun yıllar dahilerin biyografilerini inceleyen Rus bilim adamına göre güneş sisteminin döngüsü 2013’te tamamlanıyor. Her 11 yılda tamamlanan döngünün başı ve sonunda dahi çocuklar dünyaya geliyor. 20 bin dahi üzerinde inceleme yapan Vinogradov ebeveynlerin genlerinin çocuğun yetenekli olup olmamasına fazla etki yapmadığını söylüyor. Yetenekliler tahıllar gibi düzensiz olarak doğuyor. Bazı yıllarda çok, bazı yıllarda az. Rus bilim adamına göre dahilerin doğumunda en etkili faktör güneşin konumu ve aktivasyon evresi. Yetenekli çocuklar ise daha çok bu evrelerin başında ve sonunda dünyaya geliyor. Vinogradov’a göre yetenekli çocuklar daha çok gezegenin kuzeyinde dünyaya geliyor. Kuzey yarımkürede doğan Nobel ödüllülerin sayısı güney yarımkürede doğanlardan 40 kat daha fazla. Finlandiya, İsveç ve Norveç gibi ülkelerin her birinde toplam olarak İspanya, İtalya ve Portekiz’den 9 kat daha fazla Nobel Ödülü sahibi var. Dahiler için diğer bir gösterge ise kış mevsiminde dünyaya gelmeleri. Kışın dünyaya gelen çocuklar daha kilolu olsa da yazın dünyaya gelenlere göre daha zeki. Vinogradov’un teorisini pratikte doğru çıkaran bir örnek de var. 2013 yılında 11 yaşına girecek Moskovalı Anastasiya Rodimena’nın geliştirdiği baskı yöntemi Rusya Patent Kurumu Rospatent’ten onay aldı. İcadının büyük reklam ajansları ve sinir hastalıkları tedavisinde kullanılması planlanıyor.
Ünlü Düşünürler Nasıl Bir Çalışma Düzenine Sahipti?
Bazı insanlar en iyi geceleyin çalışabildiğini söylerken bazıları da gün içinde yaptıkları çalışmaların daha verimli olduğunu, belirtir Peki ünlü düşünürler, sanatçılar ve yazarlar nasıl bir çalışma düzenine sahipti? Yazılım üreten Podio adlı şirket, ünlü kişilerin çalışma düzenlerini bir tabloda gösterdi. Tablo için Mason Currey’nin “Daily Rituals: How Artists Work” (Günlük Rutinler: Sanatçılar Nasıl Çalışır) adlı kitabından yararlanan şirket, ünlü kişilerin çalışma ve uyku için ayırdıkları vakti gösterdi.
Dahilerin İlginç Yönleri ve Hastalıkları
Suyun kaldırma kuvvetini bulan Arşimet yıkanmayı sevmezdi. Öyle kötü kokardı ki arkadaşları sonunda dayanamaz onu hamama götürürdü. En büyük keşfini de burada yaptı. Elektrofizik dehası Nikola Tesla ise öylesine takıntılıydı ki bir sandalyeyi 18 kağıt mendille temizlemeden asla oturmazdı. Ünlü edebiyatçı Hemingway hayatı boyunca depresif bir kişilikti; intihar ederek hayatına son verdi. Dahi ressam Van Gogh’un kulak kesme hikayesi herkesçe bilinir.
Fizik, astronomi, ilk felsefe, mantık, politika ve biyoloji gibi konularda birçok eser veren Antik Yunan filozofu Arıstotales kekemeydi.
Pisagor’da Obsesif Kompülsif Bozukluk vardı. Bu yüzden kök ikinin rasyonel olmadığını kanıtlayan öğrencisi Hippasus’u denize attırmıştır. Fikirlerinin kesin doğru olduğunu düşünürdü.
Modern fiziğin ve teleskobik astronominin kurucularından olan Galileo Galilei “Gelileo Sendromu” olarak da bilinen hastalığı vardı. O anki topluma ters düşen her ne varsa o konuda insanları zorlamak. Yazdığı “İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” adlı eserinin yasaklanması sonrasında 70 yaşında hapsedilen Galileo kör oldu.
Ünlü mucit Leonardo Da Vinci’de, Frijit vardı. Frijit cinsel manada karşı cinse karşı oluşan soğukluktur. Farklı alanlara olan ilgisinden ve sosyal olmamasından dolayı Asperger Sendromu da olduğu söylenebilir. Çağının oldukça ilerisinde olan Leonardo Da Vinci’nin defterleri ve içindeki devrimci görüşler, ancak 19. yüzyılda tam anlamıyla çözebildi. O bir dehaydı, tıpkı Kral I. Francis’in dediği gibi; ”Dünyaya Leonardo kadar bilgili bir adam hiç gelmedi”..
Fizik kanunları ve matematik konusunda olağanüstü çalışmaları olan Isaac Newton, Asperger Sendromu’na sahipti. Asperger Sendromu’nda beynin tüm lobları ayrı ayrı çalışır. Bu nedenle birden farklı alanda uzmanlaşabilirler. Ayrıca bu rahatsızlık kişinin asosyal olmasına, hep aynı şeyleri tekrarlamasına da sebep olabilir. Asperger sendromu olan insanlarda bir nevi empati eksikliği oluyor. Yani karşısındaki insanın bağırma nedeninin kızgınlıktan olduğunu veya ağladıklarında üzgün olduklarını anlayamayabiliyor ve ona göre tepki veremiyorlar. Asperger sendromu olan insanlar sıkça ortalama ya da ortalama üstü zekâya sahip olduğu görülmüştür.
Ahirete yapılan bir yolculuğu anlaan İlahi Komedya’nın yazarı Dante’de Norkolepsi ve kas gevşekliği hastalıkları mevcuttu. Norkolepsi gündüzleri sürekli uyuma ihtiyacı hissetmektir. Kas gevşekliği ise bu hastalığın bir sonucudur. Ayrıca Epilepsi hastasıydı.
9. senfonisini sağırken besteleyen Alman klasik müzik bestecisi Ludwig Van Beethoven’ın işitme bozukluğu vardı. Astım hastalığından muzdarip olan Beethoven çalışmalarından önce kafasını soğuk suyla dolu kovaya sokardı ve Asperger Sendromu da vardı.
Hollandalı Ressam Vincent van Gogh şizofreni hastasıydı. Boyadan zehirlenmesi bu etkiyi arttırdı. Baş dönmesi, kulak çınlaması, işitme kaybı ve sürekli olarak kulaklarda yüksek bir basınç hissetme gibi belirtileri olan Meniere hastalığı vardı. Bu çınlamalara dayanamayarak kulağını kestiği söylenir.
Modern Fiziğin kurucularından albert Einstein, Otistik Spektrum Bozukluğuna sahipti. Asperger sendromuna benzese de farklılıkları vardır. Bu hastalıkta, kişi kendini uzun uykulardan alamaz. Sürekli yarı baygın halde dolaşabilir. Beyin loblarının arasında bağlantı sadece yaşamsal faaliyetleri sürdürecek kadar vardır.
Büyük bir Rus yazarı; fikir ve sanat dünyasının en ünlü kişilerinden biri olan Leo Tolstoy’un sürekli intiharı düşündüğü söylenir. İslam’a olan merakı nedeniyle bir gece trene binip İstanbul’a gitmeye karar verdi, fakat tren istasyonunda fenalaşan yazar oradaki görevlilerden birinin evinde geceyi geçirdi, ertesi gün hayata gözlerini yumdu.
Gerçeküstü eserlerindeki tuhaf ve çarpıcı imgelerle ünlenen İspanyol sürrealist ressam Salvador Dali Parkinson hastasıydı. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu vardı. 48 yaşına kadar cinsellikten oldukça soğuktu.
Einstein’den sonraki en parlak teorik fizikçi olarak kabul edilen Stephen Hawking 21 yaşında henüz tedavisi olmayan ALS hastalığına yakalandı. Motor nöronların %80’i öldü ve felç kaldı.
Ünlü “Oyun Teorisi” nin sahibi bir matematikçi olan Nash şizofreni hastasıydı. Çevresinde aslında olmayan kırmızı giysili insanlar görüyordu. Hayatını anlatan ‘Akıl Oyunları’ filminde de bu detaylar vardı.
Son Yorumlar