Kirlian Fotoğrafçılığı Nedir? Düşüncenin Fotoğrafı Çekilebilir mi?
Parapsikolojinin en ilginç alanlarından biri olan düşünce fotoğrafçılığında, Chicago’da bir otelde kat hizmetçiliği yapan Ted Serious’un denemeleri ile oldukça büyük tartışmalara yol açtı. Ted Serious, objektifini kendisine çevirdiği bir polaroid makinenin karşısında herhangi bir konuya konsantre oluyor, resim banyo edildiğinde ise Serious’un resmi yerine, düşündüğü nesnenin resmi çıkıyordu. Kolarado Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde psikiyatri doçentliği yapan Dr. Juli Eisinbud parapsikoloji çalışmalarıyla da ilgileniyordu. Serious’un bu yeteneğini duyunca onunla ilgilenmeye başladı. Bir çok fotoğraf seansına onunla birlikte katıldı ve tüm gördüklerinde hiçbir hile olasılığı bulunmadığına inanarak bu konuda “Ted Serious’un Dünyası” adlı bir kitap yayınladı. Ancak Ted Serious’un düşünce fotoğrafları araştırmacılar arasında büyük bir kuşkuyla karşılandı. Hatta bu konuda uzun boylu bir araştırmaya bile gerek görmediler.
Ruhun Fotoğrafı Çekilebilir mi?
Fotoğrafı çekildiği iddia edilen ilk ruh 1862’de VVilliam Mumbler tarafından görüntülendi. Bir gün kendi fotoğrafını çekmek isteyen Mumbler makineyi ayarladıktan sonra hemen karşısındaki koltuğa geçip poz aldı ve daha sonra fotoğrafı banyo ederken yanında oturan genç bir kızın şeffaf bir biçimde çıkmış görüntüsünün de olduğunu farketti. Bu kız 12 yıl önce ölmüş kuzeniydi. Daha sonra hilekârlıkla suçlanan Mumbler, kendisine inanan kimse bulmakta güçlük çekti ve o andan itibaren işleri de kötüye gitmeye başladı. 1884’te öldüğünde, parasızdı. Bu arada Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde ve Amerika’da da ruhların fotoğraflarını çektiklerini iddia edenler çoğalmıştı. Ancak bunların ne kadarının gerçek, ne kadarının da hile olduğunu tespit etmek her zaman mümkün olmuyordu. Örneğin Donegall Markizi, John Myers ile bir seansa katıldı. John Myers İngiltere’de ruhsal fotoğrafçılık konusunda tanınmaya başlamıştı. Diğer şahitlerin de önünde Marki Myers’in makinesine kendi özel işaretini taşıyan film koydu. Ve parlak-gün ışığında Myers’in altı poz fotoğrafını çekti. Filmler banyo edildiğinde ki Markinin kendisi banyo etmişti bunları; iki karede tanınmayan bir varlığın görüntüsünün çıktığını gördü. Oldukça etkilenen Marki, bu konuda bir de makale yazdı. Ama iki hafta sonra yazdığı bir başka makalede ise Myers ile bir başka oturuma katıldığını ve bu oturumda çekilen fotoğraflarda Myers’in filmleri değiştirip, hile yaptığını öne sürdü.
Bir yandan birçok insan ruhların fotoğraflarını çekmeye çalışıp hile yapıp yapmadıkları tartışma konusu olurken bir yandan da St.Thömas Hastanesi’nde doktorlardan Dr. VValter Kilner, ölmek üzere olan bir hastanın tam ölümünden önce bir anda, ruhunun fotoğrafını çekmeye uğraşıyordu. Dr. Kilner canlıları çevreleyen bir ışın, bir aura olduğuna inanıyordu. Ona göre böyle bir aura varsa, gelişmiş teknikleri kullanarak bunun görüntüsünü fotoğrafa aktarmak da mümkündü. Dr. Kilner araştırmalarının sonuçlarını 1911 yılında bir kitapta yayınladı. Kitabın arkasında da yeşil renkli bir şeffaf tabaka vardı. Bu tabakadan bakınca, normal gözle görülmeyen auranın görülebileceği iddia ediyordu. Hastalık ya da ruhsal bunalım bu aurayı etkiliyorlardı. ‘Yüzyıl Boyunca Ruh Fotoğrafçılığı” adlı kitabında ise Tom Patterson şunları söylüyor; ‘Psişik ilim, ruhî olayların bir sonucudur ve umumi nizama aykırı değildir. Yıldızlarla bezenmiş bir gökyüzü, Astronomi ilmini gerektirmiş ve onu bugünkü seviyesine yükseltmiştir. İnsandaki zihnî ve bedenî arızalar tıbbın pek çok branşlarının doğmasına vesile olduğu gibi, ruhî olayların farkedilmesi de insanı bu yönde bir araştırmaya sevk etmiş ve onların anlaşılır olmalarına sebep olmuştur. Ruh fotoğrafçılığı olarak bilinen konu bir medyumluk çeşididir, fotoğrafı çekende de, çektirende de bu medyumluk melekesi geliştirilebilir. Bedensiz ruhlardan çıkan ışık radyasyonları, fotoğraf filmi yüzeyine birtakım izler kaydedebiliyorlar. Tıpkı gün ışığı ve diğer ışınların film üzerinde husule getirdikleri şekiller gibi…”
Kirlian Fotoğraf Yöntemi
Günümüzde ise bu konuda daha kapsamlı araştırmalar yapılmaktadır. Ve oldukça ilerlemeler kaydedilmiştir. Canlı ya da cansız varlıkların yayınladığı enerji ya da auranın fotoğrafları Kirliyan tekniği denilen bir teknikle görüntülenebilmektedir. Bu metot ilk olarak Rus mühendis Semyon Davidovich Kirlian ve eşi Valentina Khrisanova Kirlian tarafından geliştirilmiştir. Vücudun çeşitli kısımlarına ait kirlian fotoğrafları vücudun fizikî ve ruhî durumunu gösterir. Kirlian fotoğrafçılığıyla, derinin üzerinde sürekli gelip giden hareket halindeki elektromanyetik enerji hâlesinin net bir görüntüsünü fotografik film veya duyarlı bir kağıt ya da fotoğraf plağı üzerine çıkarmak mümkündür. Kirlian tekniği bir insanın psikolojik durumunun eşsiz bir belirleyicisi durumundadır. Bir kişinin halindeki, hatta ruh durumundaki en küçük dalgalanmalar dahi saptanabilir. Örneğin, bir kişinin birazcık bile heyecanlanması ya da korkması halinde derisindeki parlaklığının anında değişmesine sebep olmakta, bu kişinin halesinin yoğunluğu, şekli, yapısı tam anlamıyla değişik bir durum sergilemektedir.
Bir elektronik mühendisi olan Semyon Kirlian, insan eli, böcek ya da bir bitki yaprağını fotoğraf plağı üzerine koyup bunu da bir elektrodun üzerine yerleştirip, sırayla cismi, yüksek voltaj akımına ve alçak amperli elektrik akımına maruz bıraktı. Sonuçta cismin aurası (parlayan ve ışıklı bir enerji boşalması sınırı) ile çevrili olduğu görüldü. Semyon Kirlian’n yaptığı çalışmalardan biri de, bitkilerin fotoğrafını çekmedir. Kullandığı tekniğin basit bir yapraktaki hayret verici kompleks reaksiyonları gösterebileceğini keşfetti. Dıştan bakıldığında her yönüyle aynı görülen iki yaprakta, eğer birinde hastalık varsa, değişik fotografik görüntüler elde ediliyordu. Hastalıklı yaprağın enerji kalıbında hastalığın meydana geldiği kısımlarda bazı pürüzlü boşluklar görülürken, sağlıklı yaprakta koyu ve kompleks bir enerji kalıbı görünüyordu. ABD’de yapılan daha ayrıntılı çalışmalar bitkilerdeki ânî değişikliklerin de kaydedilebileceğini göstermiştir. Örneğin, bir yaprağın dış yüzü bir iğne ile çizildiğinde bu çizik kirlian fotoğrafında kırmızı bir leke olarak görülecektir. Botanikçiler bir defasında Kirlian’ın aynı tip bitkiden alınan iki yaprağın fotoğrafını çekmesini istediler. Bu iki eş yeşil yaprağın elektrik enerjisi resmi bir ayrıcalık gösteriyordu. Patalojistler bu esrarı ancak o zaman çözümleyebildi. Yapraklardan biri hastalıklı olan bir bitkiden, diğeri de sıhhatli olan bir bitkiden alındı. ilginç olan şey o ana kadar hastalığın fizikman kendini belli etmeyişi idi. Yüksek frekanslı fotoğraf çıplak gözle görünmeyen fizyolojik kusuru (hastalığı) gösteriyordu. Bu prosedür veya metod tütün, elma ve üzüm gibi bitki ve ağaçlarındaki patalojik şartların erken teşhisini tespit edebiliyordu. Ancak bu yalnızca bitkilere özel değildi. Hastalıklı bir insan organlarının elektro-fotoğrafları sağlıklı bir insanınkinden farklı görünüyordu. (Hatta kan hücreleri dahil]. 1972 de İngiliz araştırmacılar D. Mifner ile E. Smart iki yaprak arasındaki bir birini etkileme konusunu incelemek için yüksek frekanslı fotoğraf kullandı. Yapraklardan biri taze koparılmış, diğeri de 24 saat önce kullanılmıştı. Kirlian fotoğrafı kullanmak suretiyle her iki araştırmacı ilk yaprağın enerji sahasının, ikinci yaprağa nakledildiğini tespit etti. «şŞifacı» durumunda olan yeşil yaprak gerçekten arkadaşını «canlandırmağa» çalışıyordu.
Sovyet bilim adamı Semyon Kirliyan tarafından geliştirilen bu alet, bir fotoğraf makinesinden farklı, hatta çok daha ilkeldir. Fotoğrafı çekilecek olan cisim, renkli bir filmin üzerinde duran iki maden levhası arasına yerleştirilmekte, levhaların arasında saniyede 200.000 devir hızında titreşim yapan bir elektrik yükü uygulanmaktadır. Sonuçta film banyo edildiğinde, cismin çevresinde minik minik ipliklerden oluşan bir ışık haresi gözükmektedir. Fotoğrafı çekilen cisimler canlı da cansız da olsa sonuç değişmemektedir. Gene aynı şekilde madeni levhanın üstüne bir insan parmağını ya da elini değdirdiğinde de aynı ışıklar görülmekte, üstelik bu ışıkların cinsi, kişinin sağlık, ya da ruhsal durumuna göre değişiklikler göstermektedir.
Bu enteresan makine, tamamen bir tesadüf sonucu ortaya çıkmıştı. 1939 yılında Ukrayna’nın Kraşnodar kentindeki laboratuvarında elektroterapi makinesini tamir etmeye çalışırken dalgınlıkla elini bir elektroda fazla yaklaştıran Kirliyan, bir şok yaşadı. Şokla birlikte büyük bir elektrik kıvılcımı ve parlak bir ışık gördü. Meraklanıp olayı araştırmaya karar veren Kirliyan, kıvılcımın hizasına ışığa duyarlı bir malzeme koymaya karar verdi. İkinci denemesinde bu ışığın görüntüsünün fotoğrafını çekmeyi başarmıştı. Filmi banyo ederken kâğıdın üzerinde izi kalan parmak uçlarının çevresinde de hare halinde bir ışık demeti gören Kirliyan, her izin değişik bir modeli olduğunu farketti. Bu konuyla çok ilgilendiği için, Kirliyan bundan sonraki 40 yılını bu makine ile çalışmalarına verdi. Bir gün yine makinesi ile çalışmalar yaparken, her zamanki normal sonuçlan alamadığını gördü. Bozuk olduğunu düşünerek makineyi söktü, bir hata ya da bozukluk aradı ama bulamadı. Daha sonra karısını çağırıp denemeyi onun üzerinde yapınca normal sonuçlar almaya başladı. Olayın nedenleri birkaç saat sonra meydana çıkmıştı. Kirliyan kendi üzerinde denemeler yaptığı sırada henûz belirtileri ortaya çıkmamasına karşın gribe yakalanmış durumdaydı. Makinenin verdiği değişik sonuçları ise, bu hastalığın habercisiydi. Daha sonra hasta ve sağlıklı bitkilerle yaptıkları çeşitli denemelerde de aynı sonucu erde ettiler. Kiriiyan makinesi hastalıkları da haber veriyordu.
Makinenin insanı şaşırtan bir başka yönü de, bir tarafı koparılmış bir yaprakla yapılan çalışmalarda ortaya çıkan çizgisel ışık görüntüsünün sanki yaprak bütünmüş gibi bir biçimde gözükmesiydi. Ayrıca bu ışık iplikçikleri parmağını levhaya dokunduran kişinin durumuna göre renk değiştirdiği de gözlenmiştir. Örneğin ilaç, alkol, heyecan ya da ruhsal bozukluklar elde edilen görüntülerde belirgin değişiklikler yaratmaktadır. Kirliyan makinesiyle çekilen yüzlerce canlı cansız varlığın çevresinde görülen ipliksi ışık haresi neydi? Bilim adamları bunun cevabını bulmak için çok uğraştılar. Parapsikologlar bu ışığın ‘astral vücudun’ resmi olduğundan hemen hemen emindiler. Özellikle “hayalet yaprak” olayı, yani bir kısmı koparılmış yaprağın sanki bütün bir yaprakmış gibi ışıklar saçması onları çok heyecanlandırmıştı. Bunun en önemli nedeni ise şuydu: Çeşitli ruh çağırma, seanslarında’gelen’ ruhların vücutlarının etrafında da benzer ışıklar görülüyor ve özellikle herhangi bir uzvu olmayan, örneğin kolu ya da bacağı kesik olan bir kişinin ruhu geldiğinde ise o uzvu yerindeymişçesine bir ışık saçıyordu. Bu konuyu başka açıdan görenler, her maddenin çevresine belirli bir elektrik akımı yaydığı, fotoğraflarda çıkan ışığın ise bu elektrik akımının bir görüntüsü olduğunu savundular. Kirliyan fotografları konusunda yıllar süren incelemeler yapan Alma Atya Üniversitesi profesörlerinden Dr. Victor İnyuşin ise bu fotoğraflardaki görüntülerin “biyolojik plazma” olarak adlandırdığı olgunun göstergesi olduğunu, ogranizmanın elektriksel durumuyla bir ilintisi olmadığını savundu.
1960’larda «Technology for Youth» dergisinde, Bayan Rosa Kuleshova konusunda bir makale yayınlandı. Bu kadın derisi vasıtasıyla görme yeteneğine sahipti. Gözleri kapatıldığı halde yazılı bir metni ya da bir parçayı okuyabiliyordu, dokunmak suretiyle renk ayırt edebiliyordu. Dr. A. Novomeski, Dr. N. Sudakov, Dr. Shevelev ve diğer araştırmacılar duygusal bir şekilde derisi ile görüş sağlayabilen bir çok yetenekli kişileri tespit etti. Bunlardan bazıları sadece alışılmış koşullarda değil ayni zamanda siyah bir zarf içindeki, veya demir bir kaset içindeki objeleri görmek suretiyle olumlu sonuçlar verdi. Araştırmacılar bu fenomenleri izah etmek içn bir çok hipotezler ve teoriler ileri sürdü ama bunların hiç biri tam olarak ispat yapamadı. Yine Kirlian metodu konuya ışık tuttu. Örneğn yüksek frekanslı deşarjlarla bir yazının fotoğrafını çektikten sonra bir siyah kağıt ile kaplıyor ve diğer bir fotoğraf çekilebiliyor. İkinci fotoğrafdaki hafifçe kızıllaşan yazı sanki gözden gizleniyormuş gibi durur. Bu şekildeki bir «elektrik-izi» deri ile duygusal bir şekilde görme ile ilgili problemlerin halledilmesine yardımcı oluyor.
Nöro-psikiyatri Enstitüsünde görevli Dr. Thelma Moss, Kirlian’ın çalışmalarını araştırmak üzere Sovyet Rusya’ya giden ilk batılı bilim adamlarından biridir. O, insan elektromanyetizmasının bitkiler üzerinde sahip olduğu etkileri kaydetti. Bazı insanların ellerini zarar görmüş yaprakların üzerinden geçirerek tedavi ettiklerini tespit etti. Kirlian fotoğrafında zararı gösteren leke, daha sonraki görüntülerde göze çarpmıyordu. Bazı insanlar ise bunun tam aksi bir etkiye sahipti; bunlar ellerini yapraklar üzerinden geçirdiklerinde onların ölümüne neden oluyorlardı. Birbirine zıt bu iki olay sırasıyla “Green Thumb (yeşertici Dokunuş) ve “Brown Thumb (soldurucu Temas)” etkisi olarak bilinmektedir. Kirlian fotoğrafçılığı, vücudun dış yüzündeki ve daha sonraları keşfedilen vücut içindeki elektrikî alanları ve akımları kaydetmek için bir araçtır. Rumen bir doktor olan İon Dumitrescu, Kirlian tekniğini vücut içindeki elektromanyetik sahalarda meydana gelen değişmeleri fotografik olarak kayıt edebilen ve elektronografi olarak bilinen bir biçime dönüştürdü. Elektronografi kullanılarak yapılan araştırmalar kanserli dokunun sağlıklı dokudan açıkça ayırd edilebileceğini gösterdi. Örneğin bir deneyde Dumitrescu, elektronografi vasıtasıyla 6000 endüstri işçisinden 47’sinde habis tümör buldu. Oysa klasik yöntemlerle yapılan testler sadece 41 tane habis tümör bulabilmişti. Sonuç olarak Romanya, dünyada ilk defa elektronografi metodu üzerinde araştırmalar yapan devlet olmuştur.
Sovyetler Birliği’nde Devletin desteklediği araştırmacılar, Kirlian metodunun, kanser dahil, bedenî ve aklî hastalıkların erken teşhisinde kullanılabileceğini ileri sürmüştür. Kirlian fotoğrafçılığının beslenme konusundaki «ekoloji»ye kadar bütün sahalarda yararlı olduğu açıklanmıştır. Krasnador Ziraat Bilim Araştırma Enstitüsünde mahsulün ıslahını temin eden ve sağlıklı tohumları seçmek için Kirlian fotoğrafçılığı kullanılmaktadır. Rostof hastanesinde yıllardan beri Kirlian projesi sürdürülmektedir. Deney konusu olarak yüzden fazla yeni doğmuş bebeğin seçilerek, her ay Kirliyan metodu ile, elli yıl boyunca, fotoğrafları çekilmektedir. Bilinen tıbbî teşhislerle mukayese edilen «Aura» resimlerini doktorların kullanması için «Aura» tıbbî teşhis cedvellerinin hazırlanmasında kullanılacaktır. Bazı bilim adamları Kirlian fotoğrafçılığının tıp alanında çok etkili olacağını ileri sürmüştür. Bu konuda Dr. Victor Inpushin ile Dr. Reuben Stepanovun elde ettiği sonuçlara dayanarak raporlar hazırlanmıştır. 1974 de Bio-enerjetik Analizleri enstitüsünden Amerikalı Dr. David Sheinkin «Clinical Psychiatric News» dergisinde Kirlian yöntemini kullanmak suretiyle bir çok hastalığın erken teşhisinin mümkün olabileceği hakkında yazılar yazmıştır. Sheinkin, aydınlık korona yapısında ayırt edilebilen değişme (parmak uçları etrafında) hastanın muhtelif hastalıklardan muzdarip olduğunun bir ifadesi olduğunu keşfetmiştir. Hatta bazı durumlarda hastalığın ilk belirtileri görülmeden önce değişikliğin izlenebildiği ileri sürülmüştür. Kirlian metodu insanın psikolojik durumunun benzersiz bir göstergesidir. Şartlardaki küçük dalgalanmalar ve hatta bir insanın mizacı izlenebilir. Örneğin bir insan az miktarda tahrik edildiği zaman derisinin parlaklığı (luminosity) anında değişir, ve koronasının (kafa tasının üst düzeyi) kesafeti, şekli, dokusu tamamen değişik bir hal alır. Moskova Mühendislik ve Fizik Enstitütü öğrencilerinin de teyid ettikleri gibi Spektroskopik Luminozite (parlaklık) karakteristiğinin değişmesi veya rayından çıkması bir insan duygusal bir şekilde tahrik edildiği zaman bariz bir şekilde tesbit edilebilir. İçki içen bir şoför Kirlian metodu yardımı ile içkiyi ne sebeple içtiğini ve buna ne şekilde karar verdiğini söyleyen bir vak’a bildirilmiştir. Şoförün parmakları etrafı bir şişe birayı içmesinin ardından ani olarak halelenir. Prag’da Psikotronik problemleri konusunda yapılan bir konferansta Dr. Moss ilginç bir rapor vermiştir. 65 gönüllü iki guruba ayrılmış ve ilk gruba az miktarda esrar verilmiş, diğer guruba da hiç bir etkisi olmayan bir ilâç verilmiştir. (Placebo). Hemen ardından gurup üyelerinin Kirlian parmak uçları fotoğrafları çekilmiş. Hatasız olarak kimlerin esrar aldıkları tespit edilmiştir.
Dr. J. M. Shah ise hastalıkları Kirlian Tekniği ve Mineral Terapi ile tedavi ettiğini iddia ediyor. Shah´ın tekniği özellikle, diabet ve solunum sorunlarında iyi sonuçlar vermiş. Aura fotoğrafi on el parmağı, iki avuç ve iki ayak üzerinde uygulandığında olası hastalıklar saptanabiliyor, temel yaklaşım ise hastalıkların enerji bedene 6-8 ay öncesinde giriyor olması. Parmaklardaki enerji halkaları sağlıklı insanlarda, bütün bir daire şeklinde. Kırık ve eksik enerji halkaları başlamakta olan sağlık proplemlerini gösteriyor. Avuç ve ayaklardaki kara noktalar ise, hastalıkların enerji akışını engellediğinin ve düzeyini düşürdüğünün göstergesi. Auro fotoğrafının temeli tüm yaşayan organizmaların iki bedeni olduğudur. Birisi görülebilen fiziksel beden, ötekisi ise görülemeyen enerji bedendir. Enerji beden bizim auramızdır. Parmak uçlarının her biri, bedenin birden fazla bölgesi hakkında bilgi içerir. Uzmanlar yıllarca parmak uçlarının enerji resimlerini inceleyip, sağ ve sol elin parmak uçlarından yayılan farklı ışımaların hangi organlara denk geldiğini ve sorunları tespit etmşler. Böylece parmak uçlarının enerji fotoğrafını çekip, teşhiste bulunabiliyorlar.‘Enerji her şeyin temelidir. Aklınız ve vücudunuz enerji sayesinde faaliyet gösterir’ diyen Dr. Konstantin Korotkov, Rusya’daki St. Petersburg Devlet Teknik Üniversitesinde Fizik Profesörü.. Fizik ve biyoloji konulu bilimsel dergilerde birçok makalesi yayınlanmış ve 12 biyofizik icadın patentini almış. Kirlian Fotograf tekniğini bilgisayar ortamına taşımış ve geliştirdiği cihaz aracılığı ile bedenden yayılan enerjinin renkli görüntülenmesini sağlamış. Korotkov geliştirdiği teknikle ilgili şunları söyleyor; “Şu anda Rusya’da tıp alanında sertifikalı bir araç olarak belgelenen bu kamera, hiçbir sınırlama olmaksızın hastanelerde ve tıp merkezlerinde kullanılmaktadır. Avrupa’da da sertifika alınması için gereken çalışmalar sürdürülmektedir. Aurayı (enerji alanı) okuyabilmek, fiziksel bedenden sağladığımız verilerin çok ötesindeki bilgilere ulaşmamızı sağlayacaktır.” Bilgisayara bağlanan bir çeşit kamera aracılığı ile bedenin enerji fotoğrafı çekilebiliyor. Parmak uçlarının her biri bedenin birden fazla bölgesi hakkında bilgi içeriyor. Dr. Korotkov ile beraber çalışan doktorlar on yıl boyunca çok çeşitli incelemeler yapmış ve Çin Tıbbı ile bilgilerini birleştirerek ilginç bir sistem geliştirmişler. Parmak uçlarının enerji fotoğraflarınıı inceleyip sağ ve sol elin parmak uçlarından yayılan farklı ışımaların hangi organlara denk geldiğini ve problemleri saptamışlar. Böylece parmak uçlarının enerji fotoğrafını çekip sağlık hakkında bilgi verebiliyor ve teşhiste bulunabiliyorlar. ‘Işık varlıklarıyız’ diyen Dr. Korotkov GDV (Gaz Deşarj Vizüalizasyon) tekniğinin mucidi olarak tanınıyor ve ‘eller çok önemli’ diyor.
İKİNCİ NOKTA:
Mühim bir sırr-ı ehadiyete işaret eder. Şöyle ki:
İnsanın nasıl ruhu bütün cesedine öyle bir münasebeti var ki: Bütün a’zâsını ve eczasını birbirine yardım ettirir. Yani, irade-i İlahiye cilvesi olan evamir-i tekviniye ve o emirden vücud-u haricî giydirilmiş bir kanun-u emrî ve latife-i Rabbaniye olan ruh, onların idaresinde onların manevî seslerini hissetmesinde ve hacetlerini görmesinde birbirine mani olmaz, ruhu şaşırtmaz. Ruha nisbeten uzak-yakın bir hükmünde. Birbirine perde olmaz. İsterse, çoğunu birinin imdadına yetiştirir. İsterse bedenin her cüz’ü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Hattâ çok nuraniyet kesbetmiş ise, herbir cüz’ü ile görebilir ve işitebilir. Öyle de:
وَ لِلّٰهِ الْمَثَلُ الْاَعْلٰى
Cenab-ı Hakk’ın madem onun bir kanun-u emri olan ruh, küçük bir âlem olan insan cisminde ve a’zâsında bu vaziyeti gösteriyor. Elbette âlem-i ekber olan kâinatta o Zât-ı Vâcib-ül Vücud’un irade-i külliyesine ve kudret-i mutlakasına hadsiz fiiller, hadsiz sadâlar, hadsiz dualar, hadsiz işler, hiçbir cihette ona ağır gelmez, birbirine mani olmaz. O Hâlık-ı Zülcelal’i meşgul etmez, şaşırtmaz. Bütününü birden görür, bütün sesleri birden işitir. Yakın uzak birdir. İsterse, bütününü birinin imdadına gönderir. Herşey ile her şeyi görebilir, seslerini işitebilir ve her şey ile herşeyi bilir ve hâkeza…
(Risale-i Nur Külliyat – Sözler Sözler Yay. sh: 666 Envar sh:688)
gühantan dolayı insan bedenine giren şeytanları acaba görüntülemek mümkün mü.. mesela omurilik hizasına yılan suretinde yerleşen bir şeytan (Allah’a adanan hayvan adağının yerine getirilmediğinden dolayı) gözükür mü. tabi bunu yılan suretinde görmemiz gerekiyor
“ŞU GECENİN SABAHI VE ŞU KIŞIN BAHARI NE KADAR MÂKUL VE LÂZIM VE KAT’Î İSE, HAŞRİN SABAHI DA, BERZAHIN BAHARI DA O KAT’İYETTEDİR.” BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ
“EY BÎÇARELER! MEZARİSTANA GÖÇTÜĞÜNÜZ ZAMAN; “EYVAH! MALIMIZ HARAB OLUP, SA’YİMİZ HEBA OLDU. ŞU GÜZEL VE GENİŞ DÜNYADAN GİDİP, DAR BİR TOPRAĞA GİRDİK.” DEMEYİNİZ, FERYAD EDİP ME’YUS OLMAYINIZ. ÇÜNKÜ SİZİN HERŞEYİNİZ MUHAFAZA EDİLİYOR, HER AMELİNİZ YAZILMIŞTIR; HER HİZMETİNİZ KEYDEDİLMİŞTİR. HİZMETİNİZİN MÜKÂFATINI VERECEK VE HER HAYIR ELİNDE VE HER HAYRI YAPABİLECEK BİR ZÂT-I ZÜLCELÂL, SİZİ CELB EDİP, YER ALTINDA MUVAKKATEN DURDURUR, SONRA HUZURUNA ALDIRIR. NE MUTLU SİZLERE Kİ, HİZMETİNİZİ VE VAZİFENİZİ BİTİRDİNİZ. ZAHMETİNİZ BİTTİ, RAHATA VE RAHMETE GİDİYORSUNUZ..HİZMET, MEŞAKKAT BİTTİ; ÜCRET ALMAĞA GİDİYORSUNUZ.”SAİD NURSİ (Mektûbat: Envâr Neşriyat : 227 Sözler Yayınevi :216)
Bediüzzaman Said NURSİ Mektûbat adlı eserinde : Cehennem Nerededir?
Elcevap: …
Cehennem ikidir. Biri suğrâ, biri kübrâdır. İleride suğrâ, kübrâya inkılâb edeceği ve çekirdeği hükmünde olduğu gibi, ileride ondan bir menzil olur. Cehennem-i suğrâ, yerin altında, yani merkezindedir. Kürenin altı, merkezidir. İlm-i tabaktü’l-arzca mâlumdur ki: Ekseriya her otuzüç metre hafriyatta, bir derece-i hararet tezayüd eder. Demek merkeze kadar nısf-ı kutr-u arz , altı bin küsür kilometre olduğundan, ikiyüz bin derece-i harareti câmi’, yani ikiyüz defa ateş-i dünyevîden şedit ve rivayet-i hadîs’e muvafık bir ateş bulunuyor. …
Hem perde-i gayb içindeki âlem-i Âhirete ait menzilleri dünya gözümüzle görmek ve göstermek için, ya kâinatı küçültüp iki vilâyet derecesine getirmeli, veyahut gözümüzü büyütüp yıldızlar gibi gözlerimiz olmalı ki yerlerini görüp tâyin edelim. … Elhasıl: Cennet ve Cehennem, şecer-i hilkatten ebed tarafına uzanıp eğilerek giden bir dalın iki meyvesidir. … (Mektûbat Envâr Neşriyat : 8 Sözler Yayınevi : 8)
Siz yaşadığınız şehrin hapishanesini gördünüz mü?
Eğer görmediyseniz o şehirde hapishane yok diyebilirmisiniz!
Deseniz dahi vakide olan hapishaneyi ortadan kaldırmış olurmusunuz? Elbette hayır!
Şu teknoloji ve iletişim çağında dünyamız haricindeki yıldız ve gezegenlerin ya bir ateş parçası veya buzullar kütlesi hatta içi mağma cehennemi olduğunu bildiğimiz halde Cennet ve Cehennemi inkar etmek aklı dağıtmanın en açık göstergesidir!
Kavurucu soğukların, yani zemherinin de Cehennemin bir bölümünü teşkil ettiğini Bediüzzaman Hazretleri belirtmektedir.
Bütün kainatı vazifesizlik ve başıbozuklukla ittiham eden ateistler hiç de masum değildir.
Bütün kainata hakaret eden ateistler kainat kadar belki zerreleri sayısınca davacılar karşısında suçludurlar.
Küçük cehennem yani, cehennemin kibriti manasındaki cehennem mağma tabakasıdır.
Peygamberimiz(A.S.M.) kıyameti tarif ederken güneş batıdan doğacak; denizler yanacak diyor. Dünyamız batıdan doğuya olan dönüşünü bir yıldız veya gezegene çarpınca ters yapmaya başlayacak ve bize göre doğudan görünen güneş batıdan görünmeye başlayacak. Ve çarpışma esnasında kabuk parçalanacak ve mağma tabakası etrafı kaplayacak.
200 bin derecelik ısıyla bir anda muhatap olan denizlerdeki suyu oluşturan hidrojen ve oksijen gazları ayrışacak ve denizler yanmaya başlayacak!
Dünyamız, güneş sistemimizle birlikte bir vidanın yivleri gibi yükselerek gittiğini bilim söylüyor. Asansör gibi istenilen seviyeye gelice; ehl-i şirki cehenneme döker, ehl-i şükre haydi cennete buyrun der!
Dünya ahiretin tarlasıdır.
Tarlada ne ekerseniz harman ve ambar da da onu bulabilirsiniz!
Dünyadaki nimetlerin ve suretlerin anaları ve asılları; dar-ı lezzet olan Cennette en kamil ve Cennete layık bir tarzda bulunacaktır.
Harmandaki bir buğday çecini bir ölçekle ölçerek başka bir yere aktarmak gibi her an dünya tezgahında dokunan zişuurun fiilleri ve Esma-i İlahiyenin tecellileri olan güzellikler Cennete ve ahiret alemlerine gönderiliyor.
Şu anda şefkati, sevgiyi, nefreti, kini,öfkeyi v.s. ölçebilecek barometre, termometre v.s. bunlar gibi bir ölçüm aracı mevcutmudur? Değilse bu duygular ölçülemediği için yok mu sayılacak! Buna kargalar da güler.
Yokluk aleminden varlık sahasına çıkmış, inkâr edilemeyen, hatta ölçümü yapılabilen bir şeyi varlık saymayanların varlığından şüphe ederiz. MRI kaç yılında bulundu? MRI dan önce bu duygular asırlardır yokmuydu? İyiki MRI keşfedildi, çok ahmaklar elle tutup, gözle görmediğim bir şeye inanmam diye küfür inadı hastalığına saplanıyorlardı. O anlayışın ne kadar körü körüne bir saplantı olduğunu, helal olsun MRI belgeledi. Dolayısıyle akılllarını gözlerinin komutasına hasredenler ilim ve teknik ilerledikçe çok şeyleri kabullenmek zorunda kalıyorlar ve kalacaklardır. Ha, hayalometre de keşfedildi mi? Henüz keşfedilmemişse; demek ki hayal denen bir şey yoktur, tabiki inkar edenlere göre!
Bizim bildiklerimizin hangisinin yanlış olduğunu ispatlamışlar ki, bütün bildiklerimizin yanlış olduğu ihtimalini varsayalım. Bak işte MRI asırlardır ruhu, aklı, sevgiyi, öfkeyi v.s. yok sayan inkârcıların cehaletlerini belgelemiş oldu. Biz zaten var diyorduk, inkarcılar yok diyordu. Kimin doğru söylediği ortaya çıktı.
İnsanlarda midenin yaratılmış olması, yiyecek şeylerin de yakın çevrede yoksa dahi bir yerlerde var olduğunun delilidir. “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.” Herkes kendi uyanık vicdanını dinlese ebed ebed sesini işitecektir.
İnsani vasfını kaybetmemiş bir insan, bir fakire yaptığı ikramı geri elinden almaya ar eder. Sonsuz hazineler sahibi; sosuz merhamet ve ikram sahibi Rahman-ı Rahim olan Zat-ı Zülcelal, insana verdiği ruhu ondan geri alıp bütün kainatın meyvesi olan insanı ebedi yokluğa atar mı? Hem ilm-i İlahinin dışı yokki oraya atılsın. Belki alem-i şehadetten, alem-i gayba, daire-i kudretten daire-i ilme geçer. Kıyametten sonra, baharda yeniden dirilen mahlukat gibi haşrin sabahında her insanı ismiyle, cismiyle resmiyle iade edecektir.
Kader ilim ilim nev’indendir. İlim mâluma tabidir. İsa(A.S.) mu’cize olarak asırlar öncesinde ölmüş olanları diriltirdi. Bediüzzaman Geçmiş Peygamberlerin(Aleyhümüsselâm) mu’cizeleri insanlığa ilmi çalışmalarda hedef gösteriyor, diyor. Hatta ölüme de geçici bir çâre bulunacak diyor.. Geçici bir çâre.İsa(A.S.)’ın diriltikleri bir süre sonra tekrar ölüyorlardı. Ölümün gerçek Çâresi îmandır. Peygamberimiz(A.S.M.): Ölüm ıtlak-ı ruhdur, diyor. Yani ruhumuz beden kafesinde kapatılmıştır; ölümle kafesin kapısı açılıp serbest bırakılıyor. Beden kafesini büyümüş yavrular gibi terkediyor, uçuyor. Bâzen aynı yuvaya gidip geliyor, irtibatı var ama kabir hayatı boyunca ruhun hayatı, uykuya dalmış bir kimsenin rüyalarla meşguliyeti gibi bir ruhani hayat devam ediyor.
Kabirde uyku gibi ruhani hayat devam eder; ameli güzel olanlar Cennet bahçelerinden bir bahçede sevinç ve saadetle lezzet alırlar, ameli kötü olanlar Cehennem çukurlarından bir çukurda ruhani yani kabuslu rüyalar görenler gibi azap çekerler. Kıyamet kopunca, yani dünya imtihanı bitip imtihan salonu kapanınca uykudan uyanan insanlar ve de kışın kup kuru odun gibi bitki ve ağaçların baharda yeniden filizlenip, yeşermesi gibi ruhumuza maddi beden elbisesi yeniden giydirilip büyük mahkemeye sevkediliriz.
Yani kendi imhan kâğıdını hocaya teslim edenler, diğerlerinin de imtihanı bitene kadar, kabir hayatı denen bekleme salonuna alınıyorlar. İmtihan tamamlanıp, kıyâmet kopup, Sur’a üfürülünce; kuru odun parçalarına dönmüş bütün ağaç ve otların, kış uykusuna yatan hayvanların; yeniden uyanıp yeşillenip eski neş’eli hayattar vaziyetlerine kavuşmaları gibi; her insan ve cin ismiyle, cismiyle, resmiyle iade edilecek, maddi cesetleriyle dirilecekler. Ekrana yazıp, hafızaya aldığın yazı ve şekillerin bir tuşla yeniden ekranı doldurduğu gibi. v.s. Etrafımızda gördüğümüz binlerce canlı örnekler bunu ispat ediyor.
Bekleme dönemi olan kabir hayatında doğruları yanlışlarından fazla olanlar ruhani mükafatlara mazhar olacaklar. Yanlışları fazla olanlar ruhani azaplara maruz kalacakjlar. Hatta Haşir meydanında büyük mahkemede Cenâb-ı Hak(C.C.) rahmetiyle kıymettar bir iyiliğine karşı çok günahlarını affedecek. “Rahmetim gadabımı geçti.” diyor. İnanmadığı halde iyilik yapmış, faydalı hizmetlerde bulunmuş kimselerin ise iyiliklerine karşılık Cehennemdeki cezaları hafifletilecek. Hatta bazen Cehennem içinde; doğudaki kış şartlarının yanında Iğdır ovası gibi mikroklimik; Cehennem içinde Cennet hayatına yakın bir mükâfatla mükâfatlandırılacağını; Bediüzzaman Said NURSİ Hazretleri (R.A.) müjde veriyor.
Nasılki Cenneteki mertebeler alınan doğru puanlara göredir; Cehemdeki azaplar da ceza puanlarına göredir. Yani Cehenneminde dereceleri var. Müslüman görünen münafıklar; özellikle âhir zamanın, hatta düyanın en büyük münafığı en alçak mevkiye, en dehşetli azaba çarpılacak. Bir de İslâm’da “Essebebi Kelfail” vardır. Yani kim neye sebeb olmuşsa o onu yapmış gibidir. Hayra sebeb olmuşsa, onun izinden gedenler adedince sebebiyyet derecesine göre, sevab; şerre sebeb olmuşsa, onun izinden gidenlerin işlediği günahlar kadar,sebebiyyet derecesine göre günah; amel defterine eklenir. Katlanarak gidiyor, ışık hızıyla alçalıyor. Allah(C.C.)’ın sonsuz azabını kendine çekiyor.
Cihangirbir padişahı muti ahali, ihsanperver bir sultan olarak tanır; adliye dairesi onu hakim-i adil olarak tanır; askeriye onu kumandan-ı azam olarak tanır; elçi ve ziyaretçiler onu gayet misafir perver olarak tanır; eşkıyalar onu çok acımasız bir intikam alıcı olarak tanır; v.s. Sultan-ı Zülcelâl’in her birine bakan ve herbirine farklı muameleyi gerektiren esma ve sıfatı vardır. Aklı başında olanlar gadabını değil rahmetini celbeden işler yapar.Yoksa hasiret dünya vel ahiret!….
Allah(C.C.) İnşirah-ı sadr nasip etsin. Siz bildiklerinizi yaşarsanız Allah(C.C.) bilmediklerinizi de bir vesileyle size öğretir. İnkarcılar imansızlığın verdiği dünyevi cehennem içinde kıvranıyorlar. Dünyanın ahiretin tarlası olan ve Allah(C.C.)’ın isimlerine ayinelik yapan güzel yüzünü göremedikleri için cehennem azapları daha cehenneme gitmeden vicdanlarını kavurmaya başlamış. Nasıl bir insan büyük bir ikramiyeyi kazansa daha almadan uçar.
İsim ve sıfatları sonsuz olanın ikram ve hediyeleri de sonsuz olacaktır. Peygamber Efendimiz(A.S.M.) Mi’râca çıkınca dünya gözüyle Cenâb-ı Hak’kı gördü.Cennet ve Cehennemi gördü ve içindekilerle görüştü.Bediüzzaman hazretleri birkaç dakikalık zaman-ı mi’râç dünyamızın binler senesini içine almıştır; diyor. Mi’râçla beka âlemine girdi; beka âleminin bir kaç dakikası dünyanın binler senesi hükmünde. Dönünce Cenneti tarif ederken:”Ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de kalb-i beşere hutur etmiştir.”diyor.
Onun için nefse uyup günah işlesek de o günahımızın başkalarına zarar vermemesine dikkat etmeliyiz. Bizim günahımız bize yeter, bir de başkasının günahına ortak olmamaya özellikle dikkat etmeliyiz. Ve hemen irademize hakimiyeti kurar kurmaz, tevbe edip, istiğfar getirip; elimizden gelirse iyilik yapmalıyız. Bir daha o günahı işlememek için o ortamdan uzaklaşmak da mânevi hicrettir. Bununla beraber Allah(C.C.)’ın affedemeyeceği günah yoktur. Bediüzzaman Kul hakkı mes’elesinde o hatakârın sevabı verilir; o da yoksa Allah(C.C.) dilerse; Hazine-i Hassa’dan verilir; günahkâr affedilir; hak sahibi de hakkını almış olur, diyor. Bütün mes’ele Allah(C.C.)’ın rızasına erebilmektir.
Günahlarımızın soru kitapçığındaki puan derecelerine göre ceza puanı alırız. Allah(C.C.)’ı inkar edersek, o zaman bütün kainat O’nun varlığının delili olduğu için; bütün o delilleri yalanlamış duruma düşeceğimiz için çok büyük bir kabahat işlemiş oluyoruz. Bütün kainatın şehadetlerini yalanlayan, diğer bir deyişle hepsinin hukukuna tecavüz eden bir adamın ebedi azaba çarptırılması mantığa ters düşmez, adalettir. Yoksa bütün kainat o boş boğaz hakkında davacı olacaklardır.
Bir de Allah(C.C.) müslümanların günahlarının karşılığında sevaplarını alacak.Sevapları yetmezse karşılığında ceza görecek. Bazan bir iyiliğine karşılık çok günahlarını silecek. Allah(C.C.) bizlere rahmetiyle muamele etsin. Sonra yine Cennet’e girecekler. Cehennem’de sonsuz kalacaklar: Allah(C.C.)’a ortak koşanlar la inkar edenlerdir. Onlar da ölmeden önce tevbe eder makbul bir iman getirirlerse eski günahları affedilir ve onlar da Cennete girerler. Tevbe eden affa müstahak olur.
İslâmiyet insanı hem dünyada, hem de ahirette huzura kavuşturuyor. Her akşam yatıp, sabahleyin yeniden uyandığımız gibi; ölüm uykusundan da haşrin sabahında Sur’a üfürülünce cesedlerimizi giyinerek kalkacağız. Ceket, pantolon vücudumuzun elbisesi; vücudumuz da ruhun elbisesidir. Kabir hayatı ise Sur’a kadar ruhani bir hayattır. Sur’la cismaniyet başlar.
Ahiretin varlığı dünyanın ve kainatın varlığından daha kesin ve kat’idir. Çünki şu kainatın bütün kaide ve kuralları, kayıt ve muhafazaları bir mahkeme-i kübranın geleceğini akıl gözüne gösteriyor. Eğer ahiret gelmez se bütün bu masraflar, icraatlar, kayıtlar, haksızlıklar, zulümler, ikramlar, ihsanlar boşu boşuna gidecek demektir. Allah(C.C.)’ın adaleti buna müsaade etmez.
Cennet ve cehennem O Kadir-i Zülcelal’in mevcut, hazır ülkesidir. Anahtar teslimi beklemektedir. Kıyamet kopunca dünyamızdan münasip maddeler de herbirirne gönderilecek ve tam tekmil edilecektir. Melekler ve ruhaniyat cennetin salonlarında gezdiklerini insanların kamilleriyle görüştüklerinde haber vermişler.
Burada bir kuş daldan dala, ağaçtan ağaca uçtuğu gibi, imtihan kapanınca ehl-i cennetin vucutları ruhun hafifliğinde, hayal süratinde, kainat genişliğinde, kalbin bütün arzularında lezzet ve saadete mazhar olduğu gibi; Cenab-ı Hak’kı da cismani gözleriyle görmeye muvaffak olurlar.
Ehl-i cennet dünya maceralarını cennet koltuklarına yaslanıp çok boyutlu, gerçek görüntülerini seyretmeyi elbette arzu edecek, seyretse çok lezzet alacak.
İnsanın saadetinden binler derece yüksek lezzet ve sürur; bütün, cin, ins, melek ve ruhaniyatı herbirine has hizmetlerde çalıştırıp, onların isdidat ve kabiliyetlerini kuvveden fiile geçirirp, filizlendirip sünbüllendirmesiyle onları memnun, mütelezziz ve minnettar etmekle tabirinde aciz olduğumuz kudsi bir hazzı Zât-ı Zülcelal alır.
Kainatta tecelli ettirdiği Esma-i Hüsnasını çukur aynaların odak noktası gibi insanda toplamış. Koca çam ağacını küçük çekirdeğinde toplayan Allah insanı kainata çekirdek ve meyve yapmış. İnsan kainat ağacının en güzide meyvesidir. Ona verilen ruh ve duygular vasıtasıyla kainat kadar genişleyebilir.
Mazinin derelerinden gelip ; istikbalin dağlarına doğru kafile-i beşer sevkedilmektedir. Kainatta tekamül kanunu vardır. Yüz sene önce ruhumuz alem-i ervahta idi; yaklaşık yüz sene sonra haşir meydanında olacaktır. Bir de; herşey O değil, herşey O’ndandır.” Vacibül Vücuda benzemeye çalışınız.” Felsefenin bir düsturudur. Hikmet-i Kur’aniye ise: “Tahallaku bi ahlakıllah.”der. Yani Allah(C.C.)’ın ahlakıyle ahlaklanınız, yani Allah’ın model olarak yaşattığı Hz.Muhammedin(A.S.M.) Sünnet-i seniyyesiyle süsleniniz, demektedir. Zaten fani, aciz insanın nihayetsiz Azamet ve kibriya sahibi Kainat sultanına benzemeye çalışması ne kadar tezattır.
Muhyiddin-i Arabi Hazretleri gibi ruhen yükselip, kainatı arkasına atamayan, tevhidde garkolamayan bir ruh; ehl-i tevhidin istiğrak halinde kullandığı ifadeleri kullanırsa çok yanlış eder. Minarenin başında olanların gördüklerini ve halet-i ruhiyelerini, kuyunun dibinde olanlar anlayamazlar ve o halet-i ruhiyeyi yaşayamazlar.
Elbetteki sıradan bir iş değil şu âhir zaman çağlayanları ve derin girdaplarında kulaç sallayabilmek, karşı sahile ulaşabilmek; hem de onu takip eddenleri de Ehl-i Sünnetin çizgisinde sevkedebilmek. Bu ancak “Bir tek kişinin dahi Cehennemden kurtulması için kendimi feda edebilirim” diyen şefkat kahramanı Bediüzzaman Said NURSİ’ye müyesser olmuştur.
Kur’ânın surlarının yıkıldığı, şairin “Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini, Yokmudur kurtaracak bahtı kara mâderini.”diye feryat ettiği, tekkeler, zâviyeler, hatta camiler, Kur’ân kursları, medreseler, hilâfet merkezi kapatıldığı; ezan okumak ve Allah(C.C.) demenin yasak olduğu bir zamanda, herşeyini feda eden, bütün ömrü boyunca bu çizgisinden zerre taviz vermeyen, İslâmın eşşiz kahramanına açılır o sırlar. İstanbul’u ancak Fatih ruhunda olan biri fethedebilirdi; ve fethetti.
Bediüzzaman Peygamberimizin haber verdiği; ümmetin bin yıldır beklediği Mehdi (A.S.) olduğu için şimdiye kadar sorulmuş ve kıyamete kadar sorulacak can alıcı sorulara İlham-ı İlâhi ile cevaplar vermiş. Yani inkâr asrını ispatla fethediyor. Nice inatçı dinsiz feylesoflar, binbir türlü sapık fikir ve görüş sahipleri, ırz ve namus düşmanları bu iman abidesi karşısında eridiler. Sanki yeniden yaratıldılar. Said Nur ve talebelerini seyrederken insan asr-ı saadetin yaşar gibi oluyor.
Eğer okulda öğrencilere ders verecek öğretmen yoksa; okul, talebe ve bütün eğitim ve öğretim araç ve gereçlerinin mevcut ve mükemmel olması bir mana ifade etmeyecektir.
Anlaşılmaz bir kitap muallimsiz olsa, manasız bir kağıttan ibaret kalır! Kainat Peygamberimizin mesajlarıyla abesiyetten, manasızlıktan, karmakarışıklıktan, başıboşluktan, kıymetsizlikten, neticesizlikten kurtulmuş; kitâb-ı samedâni mertebesine yükselmiştir. Bu yüzden “Ey habîbim sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım.” Hadis-i Kudsî’si hak ve hakikattır.
Ressam umumun rağbetini kazanmış en güzel tablosunu elbette ki herkesten çok sever. Ve bütün diğer sanat ve süsleme vesilelerini onda toplar; O’nu en rağbetli bir model yapar.
Karamanın koyunu , sonra çıkar oyunu. İslami ölçülerde kalmayan kadın olsun erkek olsun istisnasız denecek kadar derecede ekseriyetle yaşlanınca suratlarına bakılmayacak derecede çirkinleşiyor ve insanı ürkütüyor.
İntihar etmek için yüksekçe bir yere çıkmış atlamak üzere olduğunu gören her insaf ve merhamet sahibi orada toplanıp ellerinden geldiği kadar saatlerce bir şeyler yapmaya çalışırlar. Belki atlasada ufak tefek kırıklarla kurtulabilir. Fakat zamanızdaki iman fukaralarının dururmu ona hiç benzemiyor, Allah(C.C.)’ı inkâr eden adam ölmeden önce tevbe edip iman getirmediği sürece ebediyyen Cehennemde kalacaktır.
Deney canlıları değil Allah(C.C.)’ın en mükemmel yaratıklarıyız. Çok kıymetli misafirleriyiz; bizi Cennetine davet ediyor. Muhataplarıyız. Kelâmında dağı taşı galaksileri muhatap almıyor. İnsan ve cinleri. Basit bir insan dahi bir fakire verdiği sadakayı, bağışı geri almaktan ar eder. Elbette ki insana veriği başta ruh olmak üzere maddi, manevi cihazları geri almayacak daha mükemmel haliyle yani 33 yaş dinçliğinde ebediyyen iade edecektir. Çok şükür ki insan yaratılmışız. Varlıkların en üstünü.
Daha borcunu ödememiş bir kimsenin yeni şeyler istemesi adalet ve mantıkla bağdaşmaz. Şu ana kadar ki; bize verilen ve istifade ettiğimiz nimetlerin karşılığını hakkıyla ödeyemeyiz. Yeterki bunca nimetlerle ellerimizi, eteklerimizi dolduran, insanları çok seven yaratıcımız rahmetiyle bol bol affedeceğini, puanlamada çok cömert davranacağını bildiriyor; biraz gayret gösterelim. Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı olursa; bütün bu sahip olduğumuz maddi, manevi nimetlere karşı teşekkür etmeliyiz.